‘Şura-i Nigahban’, İran’daki en yüksek karar makamı. Türkçesi ‘Anayasayı Koruyucular Konseyi’. Bizdeki Aanayasa Mahkemesi’ne karşılık geliyor. Daha önceki bir yazımda bu konseyden söz etmiştim.
İran’daki Şura-i Nigahban’ın da asıl amacı seçilmiş meclisi sınırlandırmak. Örneğin milletvekili adaylarının bu göreve uygun olup olmadıklarını bu kurul kararlaştırıyor. Elindeki ölçü de belli: Şeriat. Mollalardan oluşan bu kurul, şeriat rejimine göre adayları denetlendiğini iddia ediyor, kanunların şeriata uygun olup olmadığını saptamaya kendisini yetkili görüyor. Şura-i Nigahban’ın onaylamadığı kanunlar yürürlüğe giremiyor. İzin vermediği adaylar da milletvekili olamıyor.
Bizdeki anayasa mahkemesi, şeriat kanunlarının değil ama askeri darbelerin ve darbe anayasalarının ürünü. Darbeciler, seçilmiş yönetimleri denetim altında tutabilmenin yolu olarak, uluslararası hukuktaki ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibine dayandıkları iddiasıyla, anayasa mahkemesini parlamentonun ve hükümetin üzerine egemen bir güç odağı olarak yerleştirdiler.
Türkiye’deki yargı sistemi; ‘yargıçların ve savcıların dokunulmazlıklarını korurken Meclisi kontrol altında tutmak, seçilmişlerin dokunulmazlığını yok saymak’ şeklinde tuhaf bir anlayış üzerine kurulu.
***
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın iki dönemden beri en çok odaklandığı konu, milletvekili dokunulmazlığının bir an önce kaldırılması. Baykal’ın amacı ne? ‘Milletvekillerinin yargı önünde hesap vermesinin sağlanması’ yoluyla demokrasinin alanını genişletmek istediği iddia edilebilir mi?
Baykal, milletvekillerinin dokunulmazlık zırhından sıyrılmaları durumunda yargı tarafından vurulabileceklerinin ve etkisiz hale getirilebileceklerinin farkında. Hedef; milletvekillerinin, bakanların, başbakanın yargı karşısında korunaksız hale gelmelerinin sağlanması. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Başsavcısı, Yargıtay ve Danıştay gibi yargı kurumlarının her türlü denetimin dışında olmaya devam etmesi ise, Baykal için kesinlikle bir sorun oluşturmuyor.
Yargıçların bu monarşik egemenliği sürdüğü müddetçe, seçim yoluyla hükümet kurmak, yasaları toplumun istediği yönde değiştirecek parlamento çoğunluğunu sağlamak gibi ‘başarı’lar çok fazla bir anlam ifade etmeyecek. Parlamenter sistemin(defalarca olduğu gibi), her an yargı gücüyle darmadağın edilmesi mümkün olmaya devam edecek.
***
Şunu kabul edelim: Türkiye’de yargıyı denetleyebilecek herhangi bir güç yok. Kendi kurullarını kendi içlerinden seçiyorlar. Kendi yöneticilerini kendileri belirliyorlar. İstedikleri partiyi kapatabiliyorlar. İstedikleri siyasetçiyi siyaset dışında bırakıp hapse atabiliyorlar. Kimseye hesap vermeleri gerekmiyor. Bu sistemin bir demokrasi mi yoksa bir yargıçlar egemenliği mi olduğunun takdirini size bırakıyorum.
Bizim yargı bürokrasimize göre, bir parti toplumun önemli bir kısmının desteğini alarak seçilse bile asıl hesap vermesi gereken merci halk değil yargıdır. Yargı bürokrasisi, askeri darbeler döneminde oluşmuş hukuk sistemi ve kurumlaşmanın kendisine bu yetkiyi verdiğine inanır.
Gelişmiş ülkelerde yargı kurumları asıl olarak seçilmişler tarafından şekillendirilir. Almanya örneği üzerinden bir karşılaştırma yapmak gerekirse, eyaletlerin adalet bakanlarının bile devletin en üst mahkemelerinin belirlenmesinde rol oynayabildiklerini görmekteyiz. Ülkedeki kuvvetlerin, seçilmişlere, yani toplumun tercihlerine öncelik veren biçimde belirlenmesi ve devlet iradesinin temel merkezinin parlamento olması, demokrasinin temelidir.
Türkiye’deki sistem ise, seçilenlere güvenmemek üzere kuruludur. Bu ‘güvensizlik sistemi’nin işleyişini garantiye alan kurumlar yargı ve ordudur. Daha düne kadar, sinema sansür kurulu ,YÖK, RTÜK gibi kurumların içinde bile Türk Silahlı Kuvvetleri temsilcilerinin yer almış olduğunu unutmuş değiliz.
***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu krize ilişkin olarak, ‘AB kriterleri bu sorunun çözümü için en önemli dayanak olarak görülebilir’ şeklinde bir değerlendirmede bulundu.
Peki gerçekten de bizim yargıçlar, savcılar, TSK yönetimi AB ölçütleri konusundaki nasıl bir yaklaşım içindeler? Türkiye’nin hukuk sisteminin AB standartlarına yaklaşması konusunda ne kadar istekliler? Senede birkaç parti kapatmayı kendine hobi edinmiş bir anayasa mahkemesi olan kaç tane demokratik ülke var? Yargıçların ve savcıların birer siyaset bilimi uzmanı gibi her hafta siyasi konulara ilişkin değerlendirmeler yaptıkları, birer siyasi otorite gibi kendi tercihlerini dayattıkları bir sistemde ne oranda demokrasiden söz edilebilir?
Avrupa Birliği’nin genel anlayışına göre, hukuk devletinin temel karakteristiklerinden birini, devlet gücünün sınırlı tutulması oluşturuyor. Alman anayasa mahkemesinin web sitesinde de, bu noktaya dikkat çekiliyor. Türkiye’de ise, hukuk devleti kavramının, devletin gücünün azami boyutlar kazanması (ve bireyi ezmesi) şeklinde algılandığını görüyoruz.
Avrupa Birliği’nin anayasa anlayışının en güzel sembollerinden birini, Almanya’nın Anayasa mahkemesi binası oluşturuyor... Almanya’daki Anayasa Mahkemesi binası, bir reklam ajansının ofisini andıran, yeşillikler içinde, orta büyüklükte, 3-4 katlı bir villa. Alman Anayasa Mahkemesi’nin ve hukuk sisteminin felsefesini bu imge üzerinden değerlendirmek mümkün. Binayı tasarlayan mimar, ‘bir adalet sarayı inşa etmek istemedim’ şeklinde bir ifade kullanmış. Anayasa Mahkemesi, devletin üstün gücünü vücutlaştıran devasa bir bina yerine, küçük ve zarif bir ofis şeklinde tasarlanmış.
***
Türkiye’deki değişim ve demokratikleşme süreci, son derece sancılı ve görece ‘düşük tempolu’ şekilde gerçekleşiyor. Yargı ve bürokrasi alanında iktidarı elinde tutan blok, askeri darbelerde elde ettiği imtiyazları kullanıyor ve direnmek için elinden geleni yapıyor. Anayasa’nın değişimini, yasaların demokratikleşmesini yavaşlatmak konusunda çok başarısız sayılmazlar.
Bir prensip mücadelesiyle karşı karşıyayız... Şu an yaşanmakta olan gerilimin temeli, yarım asırdan uzun bir geçmişi olan ‘Bu ülkeyi seçilmiş iradenin mi, yoksa kendini bu iradenin üstünde gören bir azınlığın mı yöneteceği’ meselesine dayanıyor.
Türkiye bugüne kadar (yargı, TSK, bürokrasi ve İstanbul büyük burjuvazisi olarak tanımlanabilecek) bir ‘blok’ tarafından yönetildi. Seçilenler bu bloğun denetiminde hareket ettiler. ‘Denetim dışına’ çıktıkları durumlarda devrildiler, yok edildiler. Medyanın büyük bir ağırlığı da, bu ‘iktidar ittifakı’nın propaganda ayağı olarak görev yaptı.
Şimdi bu yapı parçalanıyor. Sistem dönüşümün eşiğine gelmiş durumda. Ama direniş güçlü ve etkili... Şu an itibarıyla etkili görünebilen bu direnişin uzun vadede çok bir anlamı kalmayacağını tahmin edebiliriz.
Kaynak: Radikal