Dünyaya karanlık yüzümüzü yeniden göstermeye başladık. İnsan haklarına saygısızlık, ifade ve basın özgürlüğüne saldırı ve militarizm. Türkiye tekrar bunlarla anılmaya başlandı. Bu da "reformcu" olduğunu savunan, "işkenceye sıfır tolerans göstereceğini" iddia eden ve Türkiye'yi güya "AB'ye taşıyacak olan" bir hükümet döneminde oluyor.
Başbakan Erdoğan bu yöndeki boş iddialarını sürdüredursun, sokaktaki insan artık gerçekleri merak ediyor. Türkiye'de daha önce sorulmayan sorular soruluyor artık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de(AİHM) zaten gerçekten nerede durduğumuzu gösteren fotoğrafı daha yeni önümüze koydu.
Vatandaşlar ödüyor!
Başta polisler tarafından öldürülen sendikacı Süleyman Yeter'in davası olmak üzere, "işkence ve kötü muamele" nedeniyle Türkiye'yi çeşitli davalardan dolayı geçtiğimiz günlerde toplam 165 bin euro cezaya mahkûm etti. Özetle AİHM, Türk makamlarının ve adaletinin koruduğu işkencecilere yine "sıfır tolerans" gösterdi.
Türkiye'nin bugüne kadar bu tür davalar yüzünden ödediği cezaların hesabını bilen yok. Fakat toplam rakamın korkunç olduğu kesin. Tabii işin acı bir yanı da var. İşkencecileri korumak uğruna ödenen bu cezalar vatandaşın ödediği vergilerden çıkıyor.
Başka bir ifadeyle, devletin koruduğu işkencecileri vatandaş olarak biz "finanse ediyoruz." Kara mizah bu olsa gerek. AİHM tarafından suçlu bulunan işkenceci polis, jandarma veya infaz memurlarından hesap sorulduğu ve kendilerine hak ettikleri cezaların verildiği ise duyulmuş bir şey değil.
İstenen özür değil adalet
Anlayacağınız, öldürülen ölüyor, sakat bırakılan sakat kalıyor. Bir sürü acı ve gözyaşı... Ve buna neden olanlar ellerini kollarını sallayarak aramızda geziyorlar. Akşam gidip o kirli elleriyle çocuklarını sevebiliyorlar, tabii içinde en küçük sevgi emaresi varsa.
Bu arada, insanların çektiği acılar bir yana, Türkiye'nin karalanan itibarı makamların umurunda bile değil. Adalet Bakanı'nın işkenceyle öldürülen Engin Çeber'in ailesinden "özür dilemesi" ise bu durumda hem cılız hem de komik kaçıyor.
Burada istenen, özür değil, adalet. Bunun tecelli edeceğine inanan ise memlekette yok denecek kadar az. İster sevelim, ister sevmeyelim, Türkiye'nin temel gerçekleri açısından değişen fazla bir şey yok.
Bu gerçekler arasında, yukarıda da söz ettiğimiz gibi, ifade ve basın özgürlüğüne saygısızlık ve militarizm de var tabii. Bizzat Başbakan Erdoğan'da görüyoruz. Sevmediği haberlerden dolayı "basının boykot edilmesini" isteyebilecek kadar ileri gidebiliyor.
Hırçınlığı bulaştı
Erdoğan'ın, hırçınlığını Genelkurmay Başkanı'na da bulaştırdığını görüyoruz. Orgeneral Başbuğ da, sevmediği haberlerden dolayı basın özgürlüğüne saldırıp medyayı açıkça tehdit edebiliyor. Türkiye'nin militarist yüzünü hiç çekinmeden ortaya koyabiliyor.
Fakat vatandaş da artan bir şekilde soruyor. Süleyman Yeter'leri, Engin Çeber'leri öldürenler niçin korunuyor? Bu arada, Genelkurmay dün Taraf gazetesinin gündemi belirleyen haberine açıklık getirdi. Fakat Aktütün saldırısı hakkındaki kuşkular henüz giderilmiş değil.
Bunlar niçin ikna edici bir şekilde giderilmiyor? Şeffaflıktan niçin bu kadar korkuluyor? Uzun lafın kısası, vergisini ödeyen, çocuklarını orduya teslim eden vatandaş haklı olarak bu sorulara yanıt bekliyor, hırçınlık ve azar değil.
Kaynak: Milliyet