Türkiye, Brezilya ve İran, tıbbi amaçla kullanıma uygun yakıt çubukları karşılığında Tahran'ın 1.200 kg düşük düzey zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'ye göndereceği bir takas anlaşmasını müzakere ettiler. ABD, anlaşmayı çabuk ve uzlaşmaz bir şekilde yadsıdı.Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD'nin Rusya ve Çin'le İran'a yeni müeyyideler üzerinde anlaşma sağladığını Amerika'nın anlaşmaya cevabının müeyyideler olduğunu ilan etti.
ABD, Tahran'a politikalarında sahih değişimler olmaksızın müeyyidelerden kaçamayacağı şeklinde gerekli bir mesajı iletirken aynı zamanda Türkiye ve Brezilya'ya amaca aykırı bir mesaj da gönderdi: Bağımsız diplomasileri, nahoş bir müdahaledir ve önemsenmeyecektir. Bu cevap, eldeki meselenin de ötesine geçen sonuçlara gebedir ve ABD'nin kendi politikaları için Avrupa dışında müttefik bulmasını daha da zorlaştırabilecektir.
Dünya meselelerinde rol almak isteyen ülkelerin sayısı artıyor. Bu fenomen, çözülmeyi bekleyen çok sayıda çatışmanın olduğu, Amerikan diplomasisinin çok az ilerleyebildiği ve çözüm bulmada Washington'a güvenen ülkelerin çok az sayıda olduğu Ortadoğu ve civarındaki bölgelerde daha kolay farkediliyor. Sonuç itibariyle, ABD ve Avrupa'nın taraf olmadığı (şimdiye değin ABD ve Avrupa'ya karşı da yöneltilmeyen) hayli faal bir bölgesel diplomasi belirdi.
Türkiye, bu bölgesel diplomasinin en görünür ve en açık sözlü katılımcısı. “Komşularla sıfır sorun politikası” Şam'la yakın bağlar tesis etmesine, Golan Tepeleri'nin geri verilmesi için Suriye ve İsrail arasında aracılık etme girişimine yol açtı. Ermenistan açılımı dâhil Kafkaslarda ve Orta Asya'da da faal bir diplomasi yürütüyor. Türkiye, İran'la iyi ilişkiler tesis etti -ABD'yle arasının açıldığı bir konudur - fakat aynı zamanda Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimiyle de yaptı bunu ki Washington'ın alkışladığı bir politikadır.
Sadece Türkiye değil Amerikan askeri tesislerine ev sahipliği yapan Körfez ülkeleri de Washington'ın ardında düşüp İran'la ilişiği koparmayı reddediyor ve İran'dan korkuyorlarsa da yine de bu büyük komşuyla iyi ilişkileri sürdürmeye bakıyorlar. Çapından büyük zenginlik ve emelleri olan küçük Katar 2008 yılında Hizbullah ve batı yanlısı Lübnan hükümeti arasında anlaşma müzakerelerini yürüttü. Washington bu anlaşmayı satışa gelmek gibi algıladı ama daha iyi şıkların olmayışı yüzünden kabul etmek zorunda kaldı. Katar, bölgede görünüşe göre ABD'nin isteklerine kayıtsız başka inisiyatifler de yürütüyor.
Türkiye ve Brezilya'nın nükleer meselede İran'da tartıya çıkma teşebbüsleri bu diplomatik faaliyeti bir adım öteye taşıdı ve bu girişime bölgesel değil küresel bir boyut kattı. 1950'lerde Nehru'nun, Tito'nun ve Abdül Nasır'ın tahayyülünü kurduğu Üçüncü Dünya'nın dönüşüdür bu: Soğuk Savaş'ın içine çekilmeyi reddeden, kendi çıkarlarının izinde giden ve bu esnada ABD ve Sovyetler Birliği arasında tarafsızlığı koruyan bir ülkeler bloku. Bu emel hiçbir zaman gerçekleşmedi ve Üçüncü Dünya az gelişmişliğin, fukara ekonomi politikalarının ve siyasi alanda tiz sesli bir Amerikan karşıtlığının eşanlamlısı oldu.
Yeni Üçüncü Dünya başka. Başlıca oyuncular, bağımsızlığına yeni kavuşmuş ve büyük rüyaları ama çok az tecrübesi olan, vahim halde dış yardım bekleyen ülkeler değil. Büyüyen ekonomilere sahip, ABD ve Avrupa politikalarının kendi çıkarlarına iyi hizmet etmediğini inanan yükselen güçlerden oluşuyor. Eylemci hükümetleri, ulusal çıkarlar, küresel sahnede oynama emeli ve iç siyasi mülahazalar çerçevesinde ve sorunları gerçekten de çözme arsuzuyla harekete geçiyorlar. Çoğu durumda herkes gibi onlar da başarısız olacak özellikle de Ortadoğu'da ama bu onların gayretini hiç düşünmeden hemen reddetmenin gerekçesi değildir.
Türkiye ve Brezilya'nın İran'la müzakere ettiği anlaşma hayli sorunlu – yeni müeyyidelerden sakınmak için yapılan bir son dakika anlaşması ve İran'ın nükleer emelleri gibi nihâi bir sorunu çözümsüz duruyor. İroniktir, ele alınan müeyyideler de Tahran'ın politikalarını aynı şekilde değiştirmeyecektir özellikle de uluslararası dayanışma, daha sert ikili tedbirler lehine çözüldüğünden dolayı. Ancak üçüncü dünyanın dönüşü, İran üzerinde yaşanan ayrılığın da ötesine geçen bir meydan okumadır.
Yükselen güçler sadece iktisâdi değil siyasi olarak da kalıcılar. Uluslararası sahada yapıcı oyuncular olabilir veya radikal davalar güderek ABD ve Avrupa'ya karşı döner ve eski üçüncü dünyanın ayak izini takip edebilirler. Netice, Washington'ın onlara bakış açıları dinlenmeye değer meşru oyuncular olarak bakmasına veya küçümser bir edayla, işten el çektirilecek işgüzarlar olarak muamele etmesine bağlıdır tıpkı Türkiye ve Brezilya'ya yapıldığı gibi.
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı
Kaynak: Carnegie Vakfı