AB ile ilişkilerinin bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin adım adım Avrasya’ya kayışı artık durdurulamaz bir noktaya geldi.

Avrupa Birliği, ne zaman iş Türkiye’nin üyelik müzakerelerine hazır olup olmadığına gelse caka satan fakat içleri acısı bir söylemi ortaya koyuyor. İngiltere eski Başbakanı David Cameron, ITV’den Robert Peston’a, rahatsız edici bir şekilde, sürecin mevcut gidişatına bakılırsa Türkiye’nin AB’ye katılmak için çok zamana ihtiyacı olduğunu ve bunun “3000 yılı civarında” gerçekleşebileceğini söylemişti.  

İlginç olan şu ki bir zamanlar Cameron’ın kendisi, Türkiye’nin üyeliğinin ateşli bir savunucusuydu. 2010’a dönüp baktığımızda, Türkiye teklifinin onaylanması için mümkün olan her şeyi yapacağını beyan ediyordu. Hatta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, Türkiye’nin AB’ye katılma hakkı için mücadele edeceğini çünkü Türkiye’nin sadece AB ekonomisi için değil, güvenliği ve istikrarı için de önemli bir dinamik olduğunu söylemişti. Cameron ayrıca, Türkiye’nin sadece kampı koruyabileceğini fakat çadırın içinde oturamayacağını söyleyen Avrupalı politikacılara da karşı çıkıyordu.

AB, gereksiz bir şekilde ve sahte korkular uğruna Türkiye ile mülteciler, terör, bölgesel barışa ve istikrara dair daha genel sorunlar bağlamında sahip olduğu ortak menfaatleri arka plana atıyor. 

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin akabinde Erdoğan’ın olağanüstü hâl ilan ettiği bir dönemde Avrupa, kendi oklarını Türkiye’ye yöneltiyor. Fakat tuhaf olan şu ki Türkiye yalnızca Fransa’nın yaptığını yapıyor. Fransa da 13 Kasım’da, Paris’te gerçekleşen saldırıların sonrasında kapsamlı bir olağanüstü hâl ilânında bulunma kararı almıştı.  

İdam Öfkesi

Birçok Avrupalı yetkili, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, darbe girişimcilerine yönelik Türkiye’nin tekrar ölüm cezasını yürürlüğe sokabileceğine dair açıklamalarını sert bir şekilde eleştiriyor. AB, böylesi bir hamlenin Türkiye’nin AB’ye üyelik çabasını tartışmasız bir şekilde tehlikeye atacağı hususunda gözdağı da verdi. 

13 Nisan 1983’te, Strasbourg’da imzalanan 13 numaralı Protokol uyarınca ölüm cezasının ilgası, AB üyeleri nezdinde tartışmaya kapalı bir husus. Öte yandan Anlaşma, savaş zamanındaki yahut savaş tehdidinin çok yakın olduğu dönemlerdeki eylemlere yönelik ölüm cezasını ekarte etmiyor. 

Ölüm cezası, bu zamana kadar, Türkiye’de resmi düzeyde tartışılmadı ve bunun uygulamaya sokulacağına dair somut hiçbir adım yok. Şu an var olan imajın aksine, ölüm cezasını tekrar yürürlüğe sokmak kolay bir iş değil. Türkiye gibi bir demokraside yalnızca halk ve onların temsilcileri böyle bir karar alma yetkisine haiz.

Anayasaya göre ölüm cezasını tekrar yürürlüğe sokmak için Meclis’teki 367 milletvekilinin onayına ihtiyaç var. Ayrıca, darbe teşebbüsünde bulunan cuntacıların ölüm cezasıyla cezalandırılabilmesi için kanun koyucuların, cezanın geriye dönük olarak uygulanmasını onaylaması lazım. 

Avrupa’nın Türkiye’yi üyeliğe aday ülke olarak değerlendirdiği son raporda, AB’nin gördüğü şeyin, vazgeçilemez insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda ciddi bir kötüye gidiş olduğunun altı çiziliyor. Rapor, Halkları Demokrat Partisinden (HDP) Meclis’te olan parlamenterlerin gözaltına alınmasının akabinde yayımlanmıştı. 

Türkiye Anayasasının parlamentoya, parlamenterlerin dokunulmazlığını kaldırma yetkisini, belirli açık koşullar altında, verdiğinden Avrupa haberdar mı pek net değil. 20 Mayıs’ta, Türkiye’deki 550 milletvekilinin 376’sı, ülkenin olağanüstü şartlardan geçtiğine karar verip dokunulmazlıkları kaldırma tasarısı lehinde oy kullandı. Cumhurbaşkanı, dokunulmazlıkları kaldıran yasa tasarısını imzaladı. Böylece HDP’li meclis üyeler yargı organlarının ifade verme çağrısına uymak ve mahkemeden önce huzura çıkmak durumundaydı. 

Laf Var, Eylem Yok

Eğer AB, Türkiye’nin gitgide otokrasi yolunda ilerlediğine tamamen kanaat getirdiyse neden verdikleri gözdağını gerçekleştirip tüm müzakere sürecini durdurmuyor?  

Erdoğan, İstanbul’da bir grup işadamıyla bir araya geldiği toplantıda “Utanmadan sıkılmadan AB’nin Türkiye ile müzakereleri tekrar değerlendireceğini söylüyorlar.” dedi. Alayvari bir üslupla da ekledi: “Beyler, çok geciktiniz. Tüm süreci tekrar değerlendirmekte serbestsiniz ama yeter ki bize son kararınızı söyleyin. Cesur olun ve nihai bir karar alın.”

Erdoğan, AB’nin nihai bir karar alamayacağını ve Türkiye ile yaptıkları mülteci anlaşmasını tehlikeye atmama korkusundan ötürü Türkiye ile müzakereleri kesemeyeceklerini iddia ederek sözlerine devam etti. 

Öte yandan, Avrupa Parlamentosu’ndaki vekillerin çoğu, AB ile Türkiye arasındaki müzakerelerin dondurulması yönünde oy vererek –bağlayıcı olmayan- bir karar aldı. Üyelik görüşmelerinin gerçekten sona erip ermeyeceğini ise göreceğiz.

Türkiye, mülteci anlaşmasını tehlikeye atabilecek büyük bir anlaşmazlığı ima ederek Avrupa Parlamentosu’na sert tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma günü, İstanbul’da yaptığı konuşmada AB’ye yönelik “Daha da ileri giderseniz, sınır kapıları açılacak, bunu aklınızda tutun.” diye seslendi.

Mülteci Kâbusu

Türkiye neredeyse üç milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor ve AB, müzakere sürecinin tamamen dondurulması hâlinde Türkiye’nin taahhütlerinden geri adım atacağı ve mültecilerin Avrupa kapılarına dayanmasına müsaade edileceği hususunda ciddi bir endişeye sahip. Eğer bu gerçekleşirse, AB’nin en büyük kâbusu gerçek olacak.

Bu yılın başında Türkiye ve AB, Türkiye’nin Yunanistan’a olan mülteci akımını önlemesine dair bir anlaşma yaptı. Buna karşılık AB, Türkiye’deki mültecilere tahsis edilen 3 milyar Euro’nun ödenmesini hızlandırmayı, hızlı üyelik müzakerelerini ve Türkiye vatandaşları için vizesiz seyahati taahhüt etti.

Besbelli ki Türkiye’nin terörle mücadele yasalarında değişik yapmaya gönülsüz olması sebebiyle AB’nin teşvik paketini yerine oyalaması, anlaşmaya engel teşkil ediyor. Zira Türkiye karşı taraftan gelen bu isteği, AB’nin, Avrupa sistemine sızmış olduğuna inandıkları Kürtçü terörist lobilere teslim olması olarak görüyor. Erdoğan daha da ileri gidip Avrupa’yı terörist örgütlerin yanında saf tutmakla suçluyor.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkler, Avrupalıların tepkisine öfke duydu çünkü onlardan gelen tepkiyi, hain girişimin muazzamlığı yerine cuntacıların hakları hakkında daha çok endişe eden bir tavır olarak algıladılar. Ancak neredeyse 300 insan bu girişim sırasında hayatını kaybetmişti, çünkü hain askerler tüm ülkeyi gasp etmiş ve acımasızca insanları öldürmüştü. 

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AB’nin tehditkâr tavrını sonlandırması gerektiğini söyledi ve ekledi: “Tüm müzakere sürecini durdurmak istiyorsanız, o hâlde, bunu yapın. Devam etmek istiyorsanız, buna hazırız.” Türkiye, AB’nin tavrını açıkça yapıcı olmaktan uzak ve somut anlaşmalarla sonuca ulaşacak net bir vizyondan yoksun olarak tanımlıyor.

Şangay Çağrısı

Göründüğü kadarıyla AB ile yaşadığı mevcut ayrışma, Türkiye’yi Batı bloğundan uzaktaki başka ittifaklar kurmaya itiyor. Erdoğan yakınlarda, “AB bizi 53 yıldır oyalıyor. Neden Türkiye Şangay Beşlisinin bir parçası olmasın?” dedi. 

Hemen akabinde Çin, NATO üyesi Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) yapacağı bir başvuruyu değerlendirmeye hazır olduğunu söyledi. Örgüt, 2001 yılında Rusya ve Çin önderliğinde; Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’ı kapsayacak şekilde kurulmuştu.

Öte yandan Avrupa’nın Rusya’ya yönelik duruşu, Rusya ile Türkiye arasındaki tekrar yakınlaşmanın hızlanmasına zemin hazırladı. Ekonomik bakımdan, Ruslar için Avrupa gaz piyasasındaki hâkimiyetlerini terk etmek söz konusu dahi değil. Bu yüzden tüm alternatifleri kapsamak ve tekellerini sürdürmek için kıyasıya bir çaba gösteriyorlar.

Bu ayın başında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinin Türk Akımı Doğalgaz Projesini hayata geçirmeye niyetli olduğunu ilan etti. Bu proje, Türkiye ve Rusya ilişkilerinin yakın zamanda düzelmesine kadar donmuş durumdaydı. 11,4 milyar Euro tutarında olacağı tahmin edilen proje, Türkiye’nin 2015 Kasım ayında Rus jetini düşürmesinden sonra bir süre askıya alınmıştı.

Çavuşoğlu yakınlarda, “Rusya ile olan ilişkilerimizi Batı’ya mesaj vermek için onarmıyoruz. Eğer bir gün Batı, Türkiye’yi kaybederse bu, Türkiye’nin Rusya, Çin ya da İslam dünyası ile olan ilişkilerinden ötürü olmayacak; tersine bizzat kendileri yüzünden olacak ” dedi.

AB ile ilişkilerinin bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin adım adım Avrupa’dan Avrasya’ya kayışı, Türkiye’nin diğer güç kutuplarına uzandığı daha kapsamlı bir sürecin parçası haline geliyor. Ankara’nın Şangay İşbirliği Örgütü’ne entegrasyonuna yönelik daha öte bir gelişme de Türkiye’nin çok boyutlu bir dış politikayı daha kolay uygulayabilmesine yardımcı olacak.

On yıllarca Avrupa’nın elindeki malzemeye ve sermaye piyasasına göbekten bağlı şekilde gelişmiş olması Türkiye için alternatif stratejik, ekonomik ilişkiler bulma hususunda bir engel değil.

Yeni seçilen ABD Başkanı Donald Trump, Oval Ofis’e doğru yol alırken, Başkan Obama döneminde ABD ile yaşanan (Avrupa’ya da yansıyan) gerilimlerin yerini, Trump’ın Beyaz Sarayı ile kurulacak yeni bir stratejik partnerliğin alıp alamayacağı ise henüz net değil.

Kaynak: Ahmed el Burai/Middle East Eye
Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran