Robert Pollock (WSJ'da) şöyle yazmış: “Erdoğan'ın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'ye ABD, NATO ve Avrupa Birliği ile bağları gevşetme ve doğuya doğru kendi nüfuz küresine yönelme çağrısı yapan bir felsefenin taraftarıdır.”

Ahmet Davutoğlu'nun söylediklerini hakikaten ciddiye aldığımızda, bu laflar en iyi ihtimalle büyük bir çarpıtma en kötü ihtimalle de namussuzluktur. Davutoğlu henüz geçen ay şöyle demişti: “Türkiye'nin diğer küresel aktörlerle ilişkisi, rekabeti değil tamamlayıcı olmayı amaçlamaktadır. Böylesi bir politika, Türkiye'nin ABD'yle stratejik ilişkilerine iki ülkenin ikili stratejik bağları ve NATO üzerinden bakar. AB üyeliği sürecini, Rusya'yla iyi komşuluk politikasını ve Avrasya'da senkronizasyon politikasını, birbirlerini tamamlayan tutarlı bir politikanın ayrılmaz parçaları olarak dikkate alır. Rusya'yla iyi ilişkilerin AB ilişkilerinin alternatifi olmadığı anlamına gelir bu. Benzer şekilde, ABD'yle Model Ortaklığın da Rusya'ya karşı rakip bir ortaklık olmadığı anlamını taşır.”

Ahmet Davutoğlu'nun “çok boyutlu dış politika” dediği şey bu noktada Türkiye'nin doğusundaki komşularla “sıfır sorun” yaklaşımıyla da birleşmektedir. Pollock, Türkiye'nin bazı batılı müttefikleri “çok boyutlu” Türk dış politikasının bir parçası olmayı reddetikleri için Davutoğlu'nun ileri sürdüğü şeyin gerçekçi olmadığını savunabilirdi. AK Parti içerisinde bu şeyleri yapmak isteyecek kişilerin olduğunu da söyleyebilirdi ama Davutoğlu belli ki onlardan biri değildir. Pollock, Türk-ABD ilişkilerinin “Model Ortaklık” şeklinde tanımlanmasına, Türk-ABD ilişkilerindeki kötüleşmeyi kağıt üzerinde örtmek için icât edilmiş standart metin de diyebilirdi. Ama Davutoğlu'nun batılı kurumlar ve müttefiklerle bağları gevşetmek istediği basitçe doğru değildir. Eğer Davutoğlu'nun gerçek niyeti söylediklerinin tam aksine buysa o halde Pollock'un delili nerde?

Devamında şöyle yazmış: “Dahası, Türkler kendi bâriz ikiyüzlülüklerine kör kalıyorlar. Türklere diğer ülkeler, onların Kürt azınlıkları için (Gazze filosuna benzer) bir 'yardım' konvoyu ayarlasalar ne hissedeceklerini sorsanız size aptal aptal bakarlar.”

Son birkaç gündür, Gazze'deki Filistinlilerin câri durumuyla Türkiye'deki Kürtlerin durumu denkmiş gibi göstermeye alışan birkaç kişi görüyorum. Görünüşe bakılırsa Pollock, Kürtlerin durumunun AK Parti hükümeti sırasında kayda değer ölçüde iyileştiğini bildiğimizi tahmin etmiyor. Kürtler, Türk Meclisi'nde temsil ediliyorlar. Kürtlere, AK Parti iktidara gelmeden evvel “o eski güzel günlerde” sahip olmadıkları dil hakları ve diğer haklar verildi ve geçen yılki Kürt Açılımı bu hakların genişletilmesi girişimiydi. Bu açılım, cumhuriyetçilerden ve ulusalcılardan büyük bir siyasi direniş gördü ki Pollock'un, Kürtlerin şikayetlerini halletmeye bakan bir siyasi partiye saldırması demektir bu. Hürriyet gazetesinde 31 Mayıs Pazartesi günü yer alan bir değerlendirme yazısında belirtildiğine göre İskenderun'daki saldırı dâhil PKK şiddetinin tırmanmasının ardında açılımın başarısız olması yatıyor. Diyarbakır ve Erzurum abluka altında tutulan kapalı bölgeler değil ve de terörle mücadele adına devletin yarattığı bir yoksulluk altında 1 milyon küsür Kürt yaşamıyor. Sahi, Gazze'deki Filistinlilere, Türkiye'deki Kürtlerle aynı şekilde muamele edildiğini ciddi ciddi hiç kimse iddia edebilir mi?

Normalde otoriteryan devletlere tahsis edilmiş şu bildik iftira taktiklerinin var güçle Türkiye'ye karşı kullanılmasında hiç vakit kaybedilmedi. Pollock'un yazısı, şimdiye değin gördüğüm en büyük gayretti fakat bu yaz ve belki de önümüzdeki on yıl boyunca aynısından daha çok görürüz gibime geliyor.


Kaynak: American Conservative

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı