31 Mayıs pazartesi sabahının erken saatlerinde, 15 Türk silahlı saldırılarda öldürüldü. Dokuzu, Gazze üzerindeki İsrail ablukasını kırmaya çalışan Mavi Marmara gemisindeki eylemcilerdi. Onların ölümleri, dikkatleri İsrail’i kınayan ve ortak tepki çağrısında bulunan Türkiye’nin üzerine çekti. Ölen diğer altı kişiyse, İskenderun’daki donanma üssüne Kürt gerillalar tarafından düzenlenen roket saldırısının kurbanlarıydı. Ölümleri fazla uluslararası ilgi çekmedi, fakat ülkenin dışarıdaki etkisi ne olursa olsun içerideki en acı bölünmelerin bazılarının hâlâ çözülmediğini kanıtladı.

Tayyip Erdoğan gelecek yıl üçüncü ve son kez başbakan olmaya çalışacakken, partisi AKP’nin geleceğini kendisinin ülke içindeki bölünmeleri ele alma becerisi kadar Türkiye’nin dünyadaki yerini nasıl yeniden tanımlayacağı belirleyecek. Türkiye’nin uluslararası arenadaki etklinliğini artırdığı açık. Mavi Marmara olayı, Ankara’nın geçmişte tarafsız davrandığı bir bölgede artık taraf tutmaya istekli olduğunu gösterdi. Ayrıca Ankara beklentilerin aksine Gazze’nin tecridinin hafifletilmesine de öncülük etti.

Erdoğan küresel güç peşinde
Türkiye İran meselesinde Brezilya’yla birlikte, bir nükleer yakıt takası anlaşmasına arabuluculuk yapması konusunda ABD tarafından gösterilen isteksizliğin üstesinden geldi. Kotardıkları anlaşma yeni yaptırımlar konusundaki acelenin ordasında dikkate alınmayınca, Ankara BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada basitçe çekimser kalmak yerine ‘hayır’ oyu vererek Washington’a kafa tuttu.  

Tüm bunlar geleneksel ittifaklar üzerinde baskı oluşturdu. Erdoğan Arap sokaklarının yeni kahramanı olabilir, fakat Washington’da birçokları onu İslamcı içgüdülerine yenik düşen ve Batı’yı terk eden otoriter bir popülist olarak görüyor. Diğerleriyse Türkiye’nin peşinden gitmesi gereken kendi çıkarları ve Tahran’dan daha tehlikesiz bir nüfuzu olduğunu teslim ediyor, fakat yine de Ankara’nın daha az güvenilir bir ortak haline gelmeye başladığından endişe duyuyor. Bununla birlikte, AKP’nin dış politikasının sert tenkitçileri bile, Türkiye’nin etkisinin ve müttefikleri açısından öneminin yükselişe geztiğini kabul ediyor.

Erdoğan’ın, Türkiye’nin sadece bölgesel bir aktör olmasını değil, yükselişe geçen küresel güçlerin saflarına katılmasını istediği açık: Türkiye başbakanı son iki ayda Güney Amerika’yı ziyaret etti ve hem Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’i, hem de Başbakan Vladimir Putin’i kabul etti.

Türkiye’nin yeni özgüveninin büyük kısmı göreli ekonomik gücünden kaynaklanıyor. Batılı muadilleri banka kurtarmakla meşgulken, kendi finans sektörü 2001 krizinin ardından derin bir revizyondan geçen Türkiye istikrarlı bankalarıyla övünebiliyordu. Türkiye dünyanın kalanındaki resesyona geçen yıl katıldı, fakat Avro bölgesinin zayıflığına karşı bir miktar yalıtım sunan büyük bir iç piyasa tarafından ateşlenen ekonomik iyileşme bölgenin en güçlü toparlanmalarından biri gibi görünüyor.

IMF Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının 2010’da yüzde 6.25 oranında artacağı tahmininde bulundu. Bunların hiçbiri kesin olmasa da, şu an için Türkiye’nin geleceği birçok komşusununkine göre daha pembe görünüyor ve bu da uluslararası ortaklarının gözünde değerini artırıyor. Suriye ve Irak gibi komşularla yeni dostuklar, daha fazla ekonomik entegrasyon teklifine dayanıyor. Hızlı büyüyen bir iç enerji sektörüne yatırım yapma fırsatı, Rusya, Brezilya ve Güney Kore’yle ilişkilerin güçlendirilmesinde rol oynadı.

Ekonomi AKP’yi zorlayacak
Fakat Erdoğan açısından ironi şu ki, denizaşırı nüfuz kaynağı olan ekonomi ülke içinde felakete yol açabilir. Çoğu Türk’ün ilgilendiği tek ekonomik göstergeler enflasyon ve işsizlik. Enflasyon düştü ama bu durum ancak et, yakıt ve sigara gibi günlük ihtiyaçlarda keskin fiyat artışlarının ardından yaşandı. İşsizlik oranı martta 13.7’ydi ve mevsimsel işler sayesinde yaz boyunca muhtemelen düşecek. Fakat bu veriler gençler arasındaki yüksek işsizliği, kadınlar arasındaki düşük istihdam oranını ve tarım veya aile şirketlerindeki verimsiz istihdamı gizliyor.

Dahası, AKP’nin geçen yıl başlattığı iki büyük siyasi girişim de amaca ulaşmadı. Erdoğan geçen yıl azınlık haklarını genişletmek için, büyük ölçüde Kürtlerin şikâyetlerini azaltmayı ve 26 yıllık ihtilafı sonlandırmayı amaçlayan bir kampanya başlattı. Fakat Kürtleri hayal kırıklığına uğrattı ve milliyetçileri çileden çıkardı. İsyancıların son saldırıları yıllardır görülen en şiddetli saldırılar.

Bu yıl orduya yönelik bir dizi darbe soruşturmasının ardından, Erdoğan 1980’lerde askeri yönetiminde hazırlanan ve AB tarafından demokratikleşmenin önündeki bir engel olarak görülen anayasayı elden geçirmek için yeni bir girişimde bulundu. Fakat eğer Anayasa Mahkemesi’nin incelemesini geçerse referanduma sunulacak olan metin kimseyi memnun etmiyor. Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran ve AKP’nin en çok değer verdiği madde meclis oylamasından geçemedi. Laikler diğer maddelerin yargının bağımsızlığına aşındırdığını, liberaller de anayasanın bölük pörçük bir değişikliğe değil, toptan gösder geçirilmeye ihtiyaç duyduğunu söylüyor.

Dış politika artık değişmez
Tüm bunlar, AKP’nin 2007’deki ezici seçim zaferinin ardından etkisini giderek kaybeden siyasi muhalefetin canlanmasını ateşliyor. Merkez soldaki gruplar, seçmenlerin yolsuzluk ve ekonomik eşitsizlik nedeniyle duyduğu öfkeye hitap eden yeni CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasında toplanıyor. Kılıçdaroğlu ayrıntılı politika önerileri olmamasına rağmen popülerlikte Erdoğan’la yarışıyor; kendisinin yumuşak mizacı, başbakanın giderek kan dondurucu hale gelen retoriğinin ardından iyi karşılanıyor.

Anketler güvenilmez olsa ve sürekli değişse de, AKP’nin diğer bütün partilerden daha çok desteğe sahip olmasına rağmen çoğunluğunu koruyacağından emin olamayacağına işaret ediyor. Erdoğan erken seçim çağrılarına karşı koyuyor. Fakat kendi milletvekillerinin bile bazıları, elle tutulur birşeylerin başarılamayacağı, uzatılmış bir kampanya döneminden kaçınmak için önümüzdeki yazki resmi tarihten önce bir oylama yapılmasını memnuniyetle karşılayacaktır. Tarihi ve sonucu ne olursa olsun, bir sonraki genel seçimin Türkiye’nin dünya işlerindeki artan etkisini tersine çevirmesi pek muhtemel değil. (28 Haziran 2010)

Kaynak: Radikal