Geçen yıl bu zamanlarda Tayyip, yeni doğan Gazzeli oğlan çocukları için revaçta isimlerden biriydi. İsrail ordusunun Türk bandıralı gemilerden oluşan ve Gazze ablukasını delmeye çalışan filoya saldırısının ve Türkiye’nin buna karşılık olarak diplomatik ilişkilerinin düzeyini düşürmesinin hemen sonrasıydı. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, İsrail’e diklenerek Arap kitlelerinin yeni kahramanı haline gelmişti.

Ankara-Tahran rekabeti
Telaşa düşen Batılı yetkililer ve bazı Türkiye gözlemcileri, Erdoğan’ın yeni bir neo-Osmanlı dirilişi başlattığına ve Fransa ve Almanya, Ankara’nın AB’ye katılımının önüne barikatlar inşa etmeye giriştikten sonra Türkiye’nin yüzünü Doğu’ya döndüğüne dair bolca yazıp çizdi. Doğu’ya dönüş analizi o dönemde kusurluydu, şimdi daha da kusurlu. Bununla birlikte bu yılki Arap isyanları zinciri, Türkiye’nin yeniden iddia kazanan dış politikasını en zorlu gerçeklik testlerinden birine tabi kılmış durumda. Erdoğan hükümetinin büyük takdir toplayan ‘komşularla sıfır sorun’ politikasının sınavdan geçip geçmeyeceğiyse henüz oldukça belirsiz.

Erdoğan ve partisi AKP 12 Haziran seçimlerinde üçüncü kez iktidara geldiğinde, muzaffer edası sınır tanımıyor gibi görünüyordu. Dediğine göre bu sonuç, ‘İstanbul için olduğu kadar Bosna için, İzmir için olduğu kadar Beyrut için, Ankara için olduğu kadar Şam için de’ bir zaferdi. Bu sözlerin birkaç gün sonrasında binlerce Suriyeli, devlet başkanları Beşşar Esad’ın vahşetinden kaçarak Türkiye sınırını geçmekteydi.

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Esad rejimine tankları kullanması karşısında öfkesi taşmaya başlayan Türkiye’nin ültimatomlar silsilesini bildirmek üzere Şam’a uçtu. Türk hükümeti, Suriye’ye ciddi bir siyasi yatırımda bulunmuştu, fakat Erdoğan’ın sabrı tükendi tükenecekti. Türkiye, Şam’a vizesiz sınır geçişi ve Suriye’yle serbest ticaret anlaşması gibi imkânlar sağlamıştı. Esad’ın buna cevabıysa, Erdoğan’ın Nusayri azınlık etrafında örgütlenen ve şu an Sünni çoğunluğu acımasızca ezen rejimini açması isteğine kulak tıkamak oldu. Suriye rejiminin bu tavrı, Erdoğan’ın Sünni çoğunluklu partisi içinde de harekete geçilmesi taleplerini güçlendiriyor.

Erdoğan’ın, politikalarının herkesin gözü önünde boşa çıkmasına hiç tahammülü yok. Ancak en büyük rekabet, hatta Esadlarla hasımları arasındaki güç mücadelesinden bile büyük rekabet, Türkiye’yle İran arasında yaşanıyor. Suriye’yle ittifak, Tahran için Arap dünyasına açılan bir kapı görevi görüyor.

27 üyeli AB’ye aday olan, aynı zamanda 57 üyeli İslam Konferansı Örgütü’ne başkanlık eden Türkiye, bugüne kadar İran’la Batılı müttefiklerini tedirgin eden bir yakınlaşma politikası izledi. Türkiye ve Brezilya, geçen yıl İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili bir uzlaşma noktası bulmaya çalıştığında, Erdoğan ve Davutoğlu en hafif tabiriyle naif olmakla suçlandı. ABD ve İsrail’deki bazı yorumcular, İslamcılık sahnesinde tepeden tırnağa popülist bir oyun sergilediğini iddia ettikleri Erdoğan’a demediklerini bırakmadı.

Üç farklı liderlik anlayışı
Türkiye şimdi Ortadoğu çapında, İran’ın cepheden hasmı haline gelmiş durumda. Tahran, Irak’ta Mukteda Sadr’ın isyancı hareketi de dahil birçok Şii grubunu desteklerken, Türkiye bu yıl sonunda planlanan ABD çekilmesi öncesi Şiiler, Kürtler ve azınlık Sünnilerle birlikte çalışıyor.

Erdoğan kasımda Lübnan’ı ziyaret ettiğinde, açık sınırlar, serbest ticaret ve Türkiye’nin dinamik ekonomisiyle entegrasyondan müteşekkil bir vizyonla donanmış haldeydi. Önceki ay İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın ziyaretinin merkezindeyse, füzeler ve militan Şii hareketi Hizbullah vardı. Lübnan ve bölgenin geri kalanından yara izlerini bırakan aynı çatışmanın uyarıcı bir vizyonu. Hatta Türkiye’nin İsrail’le vaktiyle yakın olan ilişkilerinin çöküşünün olumlu sayılabilecek bir tarafı söz konusu: Filistinliler artık Türkiye’de bir savunucuya sahip; bu da onları İran ve Suriye’nin tasarılarına daha az tabi kılmakta.

Ortadoğu’nun en çatışmalı bölgelerinin ötesinde Tunus ve Mısır’daki İslamcılar, AKP’nin bir post-İslamcı parti ve Hıristiyan demokratların Müslüman bir muadilini yaratmaktaki başarısı inceleniyor ve bu başarının sırrı araştırılıyor.

Suriye’de ne olursa olsun, Davutoğlu bu sırrın ne olduğu konusunda net. Haziranda Financial Times’a verdiği röportajda şunları söylemişti: “Dış politikamızın esas prensibi, güvenlikle özgürlük arasında denge bulmaktır. Türkiye, müstakbel istikrarın koşulunun artık demokrasi olduğunu göstermiştir. Bu bölgede üç çeşit lider var: Değişimi bir zorunluluk olarak görüp bu yönde önderlik etmek ve bunu başarmak isteyenler; değişim gerektiğini kabul edenler, fakat zaman kazanma umuduyla önderlik yapmayıp takip edenler ve değişime direnenler. Üçüncü kategori silinip gidecek, ikinci kategoridekiler bir süre daha devam edebilir, fakat sadece ilk kategori ayakta kalacaktır. Bölgedeki dostlarımıza onları ilk kategoride görmek istediğimizi söylüyoruz.”

Ne yazık ki Suriye’deki Esadların, Türkiye’nin bu mesajını aldığına dair hiçbir emare yok. (15 Ağustos 2011)

Kaynak: Radikal