Türkiye, tarihinin çok önemli bir aşamasına 14 Mayıs 1950 seçimleriyle gelmiş, halk 1908-13 arasındaki sınırlı tecrübeden sonra, ilk defa demokratik seçimle siyasi iktidarı belirlemiş, % 53'ü aşan oyla DP'yi seçmişti.  
 
Seçim sonucunu beğenmeyen bazı generallerin, gecikmeden Cumhurbaşkanı İnönü'ye yönetime el koyma önerisinde bulundukları bilinmektedir. DP'nin 1954 seçimlerini de kazanması üzerine, bazı subay gruplarının, Suriye ve Irak'taki Baas'çı darbelerden ilham alan cuntacılık teşebbüsleri sonradan ikrarlarla tamamlanmış olan tahkikatlardan anlaşıldı. Her iktidarın başarılarının yanında hatalarının olması, halkın bir bölümünü memnun eden uygulamaları diğer bölümünün istememesi olağandır. Bu sebeple, dünya demokrasi tecrübesi halk oyuyla gelenin er geç halk oyuyla gideceğini gösterir. DP'nin oyları 1954'te % 58'e çıkmış, 1957'de % 48'e düşmüştü. Menderes son İzmir konuşmasında 1960'ta erken seçim yapılacağını ima etmişti. Erken veya 1961'de yapılacak olağan seçimlerde, DP muhtemelen muhalefete düşecekti. Son cuntayı oluşturan, genelkurmay başkanını da hapseden alt rütbeli subaylar yaklaşmış seçimlere imkân vermeden 27 Mayıs darbesini yaptılar. Darbenin, sonraki gelişmelerle sabit olan amacı, halkın ele geçirdiği yönetim etkinliğini bürokratik oligarşiye iade etmekti. Bu sebeple, oligarşik düzen yandaşlarınca coşku ile karşılandı. Sonraki klasik, post-modern ve "e", "y" darbeler de 27 Mayıs'ın hedefinin sürdürülmesinden başka amaç taşımadılar.

Propaganda, 20. yy despotizmlerinin temel gücüydü. Hitler ve Stalin rejimleri, en etkili propaganda yöntemlerini geliştirip, propaganda bakanlıkları kurdular. 27 Mayıs cuntası da, benzerlerinin ve despotizmlerin yaptığı gibi, darbeye siyasi ve hukuki meşruiyet sağlamak için, DP yönetimi aleyhine, mesnetsiz, yoğun bir propagandayı başlattı. Demokrasinin zaruri şartlarından olan "alternatif bilgi ve haber" kaynaklarını yok etti. Basının, bürokrasinin çeşitli kurumlarının da desteğiyle her darbede körüklenen bu propaganda günümüze kadar sürdürüldü, sonraki darbelere de meşruiyet temeli sağladı.

Menderes'in mensup olduğu halk kesimi

DP, halktan en çok oy alan parti olmuş, tek başına kesintisiz en uzun süren iktidarda kalmıştı. Bu sebeple DP aleyhine propaganda halkı ilzam ediyor, açıkça veya zımnen halkın demokrasiye ehil ve layık olmadığını iddia veya ima ediyordu. Geçmişi yaşayanların hayatta olduğu günlerde yapılan mesnetsiz propagandanın etkisi ve önemi sınırlandı. Günümüz toplumu, tarihimizin DP iktidarında geçen 10 yıllık çok önemli bölümünü yalnızca aleyhteki propaganda sınırları içinde düşünüyor. Yalnızca hakkaniyetin ve dürüstlüğün gereği olduğu için değil, halkımızın demokrasiye ehil ve layık olduğunun tespiti için de, DP'nin halk nazarındaki sembolü Menderes'in ve DP iktidarı döneminin yeniden ve doğru anlaşılması zorunludur.

Özellikle, 1960'tan sonra gelişen sosyalist-sol yönlü köy edebiyatı, bazen feodal yapıyı da temsil eden "ağa" tipleri yarattı. Bazen Menderes'in de çiftçi olması nedeniyle bu tiple özdeşleştirildiğine rastlandı. Menderes çok farklıydı. Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın da yazdığı gibi, Osmanlı, 1958 Arazi Kanunnamesi'yle özel mülkiyeti güvenceye almış, "liberal bir anlayışın ve tarımda girişimci ruhun yerleşmesi bu kanunla sağlanmak istenmiştir". 19. yy'da demiryolları ve özellikle telgraf iletişiminin gelişmesi tarım kesimini de pazara açmıştı. Bu dönemde Ege Bölgesi'nde modern çiftlikler kuran yabancılar yaklaşık 2 milyon dekar arazi alıp, arazi sahibi Türk komşularını da Avrupa pazarı için üretime, "ticari iş gibi çiftçilik" yapmaya yönelttiler. Avrupa pazarı için üretime başlayan Türkler arasında, çocuklarını da Batılı, çoğunlukla yabancı okullarda okutmak adeti gelişti. Halkla ilişkileri geleneksel marabalık benzeri yöntemlerden işçi-işveren ilişkisine dönüştü. Menderes'in ailesi de "ticari iş gibi çiftçilik yapan" çoğunlukla ihraç ürünleri üreten bu kesimdendi. Kendisi, aynı kesimdeki başkaları gibi İzmir Amerikan Koleji'ni bitirmiş, ailesinin çiftliğinde çiftçiliğe başlamış ve başarılı olmuştu. Eğitimli ve aile çevresi dolayısıyla dünya görgüsüne sahip olduğu halde bürokrasinin dışındaydı.

DP'nin kurucu başkanı Celal Bayar'ın, Atatürk'ün, yeni Türkiye'nin şekillenmesinde, en güvendiği yardımcılarından ve İnönü'yle değiştirdiği başbakanı olduğu malumdur. Atatürk, Menderes'i de, 1931'de Aydın gezisinde tanımış, kendisiyle 4 saat konuşup tartışmış, siyaset ve ekonomi alanındaki düşüncelerini takdir ettiği için, talebi olmadığı halde milletvekili yapmış, sonraki dönemler milletvekilliğini sürdürmüştür. Menderes Ankara'ya geldiğinde hukuk fakültesini bitirmiş, 1946'ya kadar 15 yıl parti müfettişi sıfatıyla Türkiye'yi dolaşarak bilinçli şekilde kendisini geliştirmiştir

Atatürk'ün yakın ve sadık yazarı F.R. Atay, Çankaya eserinde "Atatürk devrinde vatan kurtulmuştur. Yalnız bu şeref, bir vatandaşın milli tarihin en büyüklerinden biri olmasına yeter" diyor. Türkiye'nin Atatürk döneminin de doğru şekilde tahliline ihtiyacı vardır. Bazı olumsuzlukların ortaya konması Atatürk'ün büyüklüğünü gölgelemez. Nitekim, Atatürk'ün en yakını, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da "Atatürk'ten Hatıralar" adlı kitabında, Atatürk'ün, CHP Genel Sekreteri Recep Peker odaklı faşizan gelişmeden rahatsız olduğunu ve kendisine,

"Hayret-i uzma... Çocuk, bizim en yakınımızdaki arkadaşlar dahi ne yapmak istediğimizi anlamamışlar.. Biz öyle bir rejim istiyoruz ki, günü geldiğinde padişahtan yana olanlar da kendi partilerini kurabilsinler..." dediğini yazar. Soyak eserinin başka yerinde 1930'da Antalya'ya giden Atatürk'ün gezdiği yerlerde gördüğü sefalet ve fakirlikten duyduğu üzüntüyü anlatır.

Kısaca, tek parti devrinde, bütün iyi niyete rağmen, bürokrasi dışında, halkın ekonomik zorluk ve sefaleti giderilememişti. Osmanlı'dan kalan Defterdar dokuma, Bakırköy Bez, Beykoz Kundura, Adana Bez. Eskihisar Çimento, Hereke Kumaş vb. gibi fabrikaların işletmesi 1930'larda Sümerbank olarak teşkilatlandırılmış, bu eksende yeni bir endüstrileşme başlatılmış, ancak yeterli olamamıştı. 1950 ve öncesinde halkın % 70'i, Mahmut Makal'ın "Bizim Köy"de anlattığı mutlak sefaletin içindeydi. Elektrik, yol, liman, sınırlı yerler dışında sanayi yoktu. İlk büyük elektrik barajları (Sarıyar, Seyhan, Hirfanlı, Demirköprü, Kemer vb.) ilk büyük termik santraller (Seyitömer, Tunçbilek vb.) enterkonnekte sistemin ilk adımları, ana karayolları ağı, limanlar, sair altyapı tesisleri, 12 şeker, 16 çimento fabrikası, yeni demir çelik tesisleri yapıldı. Sümerbank ve iştiraklerinin sayısı üç katına çıkarıldı. Tarımda makineleşme, köy yolu, sulama tesisleri yatırımlarıyla üretim ortalama üç katına, mesela buğday üretimi 1950'de 3 milyon tondan 8,5 milyon tona çıkarıldı. Şevket Süreyya Aydemir'e göre, DP döneminde, şeker üretimi 137.000 tondan 643.000 tona, çimento üretimi 400.000 tondan 1.750.000 tona çıkmış, genel sanayi üretim endeksi 100'den 270'e yükselmiştir. DİE istatistiklerine göre, DP döneminde, Türk ekonomisi, sabit fiyatlarla % 84 büyümüştür. Bazı hesaplara göre, büyüme oranı DİE'nin rakamlarından çok daha büyüktür. (M.A. Demirer'e göre, % 139, Liberal Düşünce, sayı 38-39). Ş.S.Aydemir'in rakamları da büyümenin daha büyük olduğunu düşündürür niteliktedir.

Özgürlükler 1950 öncesinin gerisine hiç düşmedi

Ekonomik gelişmeyi gölgelemek için abartılan, 1955'te başlayan, gerçekte 1977-80 arasındakinden çok daha hafif olan ekonomik kriz, 4 Ağustos 1958 kararlarıyla aşılmış, Türkiye tekrar hızlı büyüme sürecine sokulmuştu. DP'nin 10 yıllık iktidarındaki net ekonomik büyüme, DİE rakamları esas alınsa dahi, Türkiye'nin, önceki ve sonraki herhangi bir 10 yıllık döneminden daha yüksektir. Bu dönemde her kademedeki okul ve öğrenci sayısında, bir başka 10 yıldan daha yüksek oranda artış gerçekleştirildi. İkisi Osmanlı'dan kalan 3 üniversiteye 4 yeni üniversite eklendi. İzmir Devlet Konservatuarı, İstanbul Operası kuruldu. Sıtma ve verem savaşında tam başarı sağlandı. İstatistikler, kalkınmadan, tek parti dönemindekinin aksine, bürokrasinin değil, başta köylü, çiftçi, esnaf olmak üzere, sivil halk kesimlerinin yararlandığını ortaya koymaktadır.

Türk siyasetinin filozofu ve CHP'nin 1970'lerdeki nispi başarısının perde arkasındaki mimarı olan Turan Güneş, Abdi İpekçi ile bir sohbetinde, seçkinlerin DP'ye karşı özgürlük eleştirisine farklı bir gerçeği hatırlatarak katkıda bulunmuştu. Güneş'e göre, "Türkiye'de, halk için özgürlük, seçkinlerin talebinden farklı idi. Tek parti döneminde halk için özgürlük, jandarmadan dayak yememek, tahsildarın gadrine uğramamaktı." Mustafa Muğlalı olayı benzeri pek çok olay, Güneş'in bu düşüncesini doğrular. DP, halka evvela jandarmadan dayak yememek, tahsildarın gadrine uğramamak özgürlüğünü vermişti.

DP ilk iktidar yıllarında seçkinlerin özgürlüklerini de genişletti. Düşünce, ifade mahkûmları için af çıkarıp hapisten tahliye etti. Basın Kanunu'yla basını özgürleştirdi. AİHS ve 1 No'lu Ek Protokol 1954'te kanunla onaylandı. Avrupa Konseyi'nin özgürlükleri genişleten sonraki protokolleri, DP'den sonra 1990'lı yıllara kadar 40 yıl boyunca Türkiye tarafından onaylanmadı. Halk bu sebeplerle ve haklı olarak DP'ye oy verdi. Ancak 1954'ten sonra karşılaştığı büyük kısmı gerçeğe aykırı yoğun eleştiri gidişatı değiştirdi, gereksiz kısıtlama ve baskılar getirdi. Ancak özgürlükler 1950 öncesinin gerisine düşmedi. DP döneminde önceki ve sonraki dönemlerden farklı olarak, siyasi sebeple idam uygulanmadı. Özgürlükler alanında 1954'ten sonraki gerilemeler nedeniyle oyu %58'den %48'e düştü. Müeyyidesi seçimle iktidardan gitmekti. Darbe değil.
 
Kaynak: Zaman