Türkiye'de yapılan anayasa değişikliği referandumu Başbakan Erdoğan adına tam bir zafer oldu. Bu, Türkiye'nin AB üyeliği yolunda atmış olduğu bir adım olarak değerlendirilmektedir.
 
Fakat AB üyelik müzakereleri şimdilik durduruldu ve AB'nin Türkiye'de popülerliği büyük ölçüde azaldı. Bu yüzden müzakerelerin yeniden açılması için AB'nin büyük çaba harcaması gerekiyor. Türkiye'nin üyeliği muhtemelen yakın bir gelecekte gerçekleşmeyebilir, ancak müzakere süreci çok önemlidir, hem Türkiye hem de AB için. Türk Anayasası bir önceki askerî rejim altında oluşturulmuştu ve halkoylamasında kabul edilen değişiklikler birtakım demokratik adımlar içeriyor. Değişiklikler aynı zamanda silahlı kuvvetlerin yargıya müdahalesini kısıtlıyor. Yine yapılan değişikliklerle Meclis'in ve cumhurbaşkanının hâkimler ve savcıların seçilmesinde daha büyük etkisi olacak ve bu madde Türkiye'de büyük bir tartışma konusu oldu. Muhalefet, Erdoğan'ın İslamcı partisinin laik devletten uzak hareket etmek için fırsat kollayacağı korkusunu taşımakta ve bu yüzden oylama yüzde 42 "hayır" oyu ile Türkiye'yi ikiye böldü. Tabii ki bu endişeleri tamamen reddedemeyiz. Ama Türkiye'nin yaptığı ve Batı modeline uygun demokratik siyasi reformların devamının gelmesi, AB üyelik müzakereleri ile de yakından alakalı.

Ne yazık ki üyelik müzakereleri şimdilik durduruldu. Müzakereler 5 sene önce başlamış olmasına rağmen, sadece 12 başlık müzakereye açıldı ve ancak bir tanesi tamamlandı. Aynı zamanda müzakerelerin başladığı Hırvatistan'la karşılaştırılırsa, Hırvatistan için tam 30 başlık müzakereye açılmış olmakla beraber, 18 başlık tamamlanmış bulunuyor. Kıbrıs çok sayıda başlıkların açılmasına karşı çıktığı için, Türkiye'nin müzakereleri Kıbrıs tarafından bloke edilmiş durumda. Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin üyeliği için tek engel değil. Seneler önce verilen söze göre Türkiye, üyelik şartlarını yerine getirdiği takdirde, AB'ye üye olarak kabul edilecekti, ama buna rağmen Fransa'nın ve Almanya'nın siyasi liderleri Türkiye'yi AB'de görmek istemediklerini açıkça ifade ettiler. Ancak pratikte Kıbrıs'ın sergilediği tavır müzakereleri felç etmiş durumda. Kıbrıs'ın bölünmesinin uzun bir geçmişi var. 1974'te Kuzey Kıbrıs'ın (sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmakta) ayrılması ile sonuçlanan ve Türkiye'nin askerî müdahalesinden önce, Rumlar Türk azınlığına karşı vahşet uygulamıştır ve Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesine yönelik girişimlerde bulunmaktaydı. Dolayısıyla her iki tarafın da birbirine söyleyecek pek bir şeyi yoktur.

Kıbrıs AB üyeliği için müzakerelerini sürdürürken, BM'nin desteğiyle Kıbrıs'ın birleşmesi için bir plan hazırlandı -Kofi Annan Planı- ve bu plan Kıbrıslı Türkler tarafından büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kıbrıs Rum hükümeti bu planın kabul göreceğine dair söz vermişti; ancak AB'ye üye olunca her şey bir anda değişti. Hükümet, Kıbrıs Rumlarına bu plana "hayır" oyu vermelerini önerdi ve öyle de yaptılar. Bu durum çözülmeden AB'nin Kıbrıs'ı üye kabul etmesi tabii ki bir hataydı, ama Yunanistan'ın Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik genişlemeyi bloke etmekle tehdit etmesi sonucu, AB, Yunan şantajına ve tehditlerine boyun eğdi. Bugün bunun pişmanlığını yaşayan çok.

O zamandan bu yana -birçok konuda olduğu gibi- Türkiye ve Kıbrıs arasında serbest ticaret anlaşmaları ve limanlara erişim konusunda anlaşmazlıklar oldu ve Kıbrıs, AB üyeliğinin sunduğu imkânları kullanarak Türkiye ile açılacak olan müzakere başlıklarını bloke etti. Bir dönem çatışan tarafların anlaşmaya varacağı düşünülüyordu; ama Kıbrıslı Türkler bu yılın başlarında dışlanmış olmanın getirdiği hayal kırıklığından dolayı, güçlü milliyetçi bir cumhurbaşkanı seçerek, uzlaşmaya dair umutları söndürmüş oldu.

AB VERDİĞİ SÖZDE DURMALI

Müzakerelerin tekrar başlaması için AB'nin Kıbrıs'a baskı yapması gerekiyor. Bir üyenin AB için en önemli dış politika sorunlarından birinde ilerlemeyi engelleyebilmesi kesinlikle kabul edilemez. Verilmiş sözlerin yerine getirilmemesi, AB'nin uluslararası prestijini olumsuz etkiliyor -ve Washington, AB tarafından bir NATO üyesine böyle bir tavır sergilendiğine anlam veremiyor. Türkiye, bölgesel bir süper güç olarak önemi artan bir devlettir. Bazı noktalarda Türkiye'yi yakından takip etmek gerekiyor, mesela İran ile olan ilişkisinde olduğu gibi. Birçok konuda Türkiye bölgede gerginlikleri azaltmak adına önemli rol oynuyor. Siyasi olarak Türkiye gittikçe daha da büyük bir öneme sahip olmakta. Hem İslam dünyasına köprü kuran bir ülke olarak hem de İslam ve demokrasinin uyumunu sergilemesi açısından da çok iyi bir örnek olarak. Ekonomik olarak, Türkiye krizden çıkmış durumda ve tekrar güçlü büyüme sergiliyor. Bu yıl, AB'nin ufacık yüzde birlik büyüme oranına kıyasla, Türkiye'nin yüzde 5 büyümesi bekleniyor... Ve Türkiye aynı zamanda G20'nin etkin bir üyesidir. OECD, Türkiye'nin 2050 yılında ikinci büyük Avrupa ekonomisi olacağını öngörüyor! Böylece Türkiye gelecekte AB için son derece faydalı ve güçlü bir iş ortağı olacaktır.

Bu yüzden müzakere sürecinin canlı tutulması son derece önemlidir. Üyelik koşullarının yerine getirilmesi için Türkiye'nin birçok sorununu çözmesi gerekiyor -ve bu sorunların çözülmesi AB'nin çıkarına olacaktır. Ama tek koşul, AB'nin verdiği sözünde durmasıdır ve kalenin yerini sürekli değiştirmemesidir.

Uffe Ellemann-Jensen - Eski Danimarka Dışişleri Bakanı

Kaynak: Zaman