İran ve ABD arasında dur durak bilmeyen diplomatik ve jeopolitik çekişmenin suçlusu olarak dış politikası "karşılaşmacı veya "ABD'yle diyaloga girme gönülsüz" denilerek genelde İran'ın adını zikrediliyor. Ancak İran, ABD'yle müzakere yapmak için on yıl zarfında birkaç kez teklif götürmüş, hiçbir yanıt alamamıştır. Ama ne ki bu konu hakkında pek bir şey bilinmez.
Büyük pazarlık" olarak bilinen en meşhur diyalog çabası 2003 Mayıs ayında sarf edilmişti. İran-ABD arasında mutabakat sağlanması için karşılıklı endişe kaynağı olan tüm meseleleri ihtiva eden iki sayfalık bir teklif Tahran'daki İsviçre büyükelçisi aracılığıyla ABD Dışişleri Bakanlığına iletilmişti. ABD Dışişleri Bakanlığı, İran'ın teklifine cevap vermediği gibi, Gareth Porter'ın da işaret ettiği gibi "teklifi iletti diye İsviçre büyükelçisini azarlamıştı."
İran, müzakere uğruna o tarihten sonra birkaç kez daha gayret sarf etti; bunların sonuncusu, geçen hafta BM Genel Kurulu yıllık toplantısına katılmak için yola çıkmazdan evvel İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad tarafından yapıldı. Maalesef, Ahmedinejad'ın BM ziyareti sırasında Obama ile görüşme önerisini Amerika bir kez daha görmezden geldi.
Peki niçin? Müteakip Amerikan yönetimleri, ABD'nin ulusal çıkarlarına uygun olduğu apaçık ortada olmasına rağmen, çatışmanın İran'la diyalog yoluyla çözümüne niçin gönülsüzlük sergiliyorlar?
Cevap, Amerikan dış politikasının özellikle de Ortadoğu politikasının ulusal çıkarlardan ziyâde barış ve uluslararası mutabakat yerine savaş ve militarizmi tercih eden dar ve güçlü özel çıkarların güdümünde olmasıdır. Adı askeri-sanayi kompleksine çıkan askeri sanayinin ve onunla ilişkili güvenlik işlerinin çirkin çıkarlarıdır bunlar. Savaştan nemalanalar, vergi paralarımızdan aslan payını almalarını dış düşmanlar veya "ulusal çıkarlarımıza yönelik tehditler" olmaksızın gerekçelendiremezlerdi.
Ulusal hazinemizden büyük paylar almak, Soğuk Savaş sırasında zahmetli bir iş değildi çünkü askeri harcamalarda artışın bahanesi – Komünist tehdit - elde hazırdı. Soğuk Savaş sonrasında askeri harcamaların haklı kılınması, askeri sanayi kompleksinin "ABD çıkarlarına yönelik yeni tehlike kaynakları" icadında (gerekli olduğu yerde "imâlinde") daha yaratıcı olmasını sağladı.
Sovyet sistemi çöküp Amerika'da "barış hissesi" tartışmaları askeri-sanayi kompleksinin çıkarlarını tehdit ettiğinde, onların temsilcileri "ABD çıkarlarına yönelik yeni tehditler" icat ettiler ve Soğuk Savaşın "komünizm tehididi" yerine başka bir tehdidi başarıyla ikame ettiler. Soğuk Savaş sonrası yeni tehdit kaynağının sözümona "haydut devletler", "küresel terörizm" ve "İslami köktencilik" olduğu söylendi. İran'ın ve/veya Ahmedinejad'ın şeytanlaştırılması bu bağlamda daha iyi anlaşılabilir.
Savaştan nemalananların ulusal hazineden haksızca pay almak için dış düşmana ihtiyaçları var diyelim. İyi de niçin İran? İran her yerde niçin bir düşman olarak hedef alınıyor? İran hükümetinin ve/veya Ahmedinejad'ın, İran'a karşı diplomatik baskıyı, askeri tehditleri ve ekonomik müeyyideleri davet edeceğini bile bile Davut'un Golyat'a meydan okuması gibi süpergüce meydan okuyan politikalarında bir arıza yok mu? İran'da Yeşillerin ve diğer hükümet eleştiricilerinin dile getirdiği, ekonomik müeyyidelerin ve askeri tehditlerin sorumlusu olarak İran'a işaret eden benimsetme sorularıdır bunlar. Esasen, mücrimin cürümlerinden dolayı mazlumu/kurbanı suçlamaktadırlar. Ahmedinejad'ın politikalarını "ihtiyatsız", "maceracı" ve "karşılaşmacı" diye yaftalayan Mir Hüseyin Musavi ve Yeşillerin diğer liderleri, İran'a karşı askeri tehditlerin ve ekonomik müeyyidelerin sorumlusu olarak bu politikaları görmektedirler.
Buna dayanarak, siyasi ve ekonomik istikrar adına, ABD'yle, müttefikleriyle ve muhtemelen İsrail'le de "mutabakat" ve " uzlaşma" çabasındalar. İlk bakışta makul bir sav gibi dursa da bir dizi eksiklikle malüldür.
En başta, kurnaz ve örtmece bir savdır. İran'a karşı askeri tehditler ve ekonomik müeyyideler, Ahmedinejad'ın cumhurbaşkanlığıyla başlamadı; İran'ın siyasi, askeri ve iktisâdi politikaları üzerindeki Amerikan emperyal nüfuzuna son veren 1979 devriminin cezası olarak 30 yıldan daha fazla bir süredir İran'a dayatılmaktadır. Müeyyidelerin sürekli olarak arttığı, mânidar biçimde son aylarda yoğunlaştığı doğrudur. Fakat bu, Ahmedinejad'ın bölge üzerindeki emperyalist/siyonist politikalara saldırmasından dolayı değil de ABD ve müttefiklerinin emperyalist tâlimatlarına riayet etmeyi İran'ın reddetmesinden dolayıdır.
İkincisi, İran'a karşı ekonomik müeyyideleri ve askeri tehditleri yok etmek için mülayim ve kibar bir dilin kullanılmasının Amerikan emperyalizminin aklını çeleceğini düşünmek saflıktır. Eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, cumhurbaşkanlığı yaptığı iki dönem boyunca, Amerikan Yeni-muhafazakarlarının "medeniyetler çatışmasına" karşıt denge olarak "medeniyetler diyaloğundan" sık sık bahsederdi. Diyalog ve diplomatik yakınlaşma uğruna yapılmış bir yalvarmaydı bu ve yalvarmalara kulak asan olmadı. Niçin?
Amerika'nın İran (veya başka herhangi bir ülke) politikası, diplomasi adabından veya ilgili ülke liderlerinin kullandığı dilden değil de bir dizi beklenti ve talepten oluşan emperyalist gündeme dayalıdır. İran'ın hukuki ve meşru sivil nükleer teknoloji hakkından vazgeçmesi, kamusal alanı ve/veya kamu teşebbüslerini Batının yırtıcı finans kapitalizminin borç kaldıracına ve özelleştirme tezgahlarına açması, ABD-İsrail'in Ortadoğu'daki jeopolitik tasarımlarına uygun hareket etmesi bunlara dâhildir.
İran, ABD'nin bu tür meselelere burnunu sokmasına bir kez izin verdiğinde, kendisini kaygan bir bayırda bulacağını – bayırın aşağı tarafında bağımsızlığından vazgeçmek vardır- savunmak mantıksız bir iş değildir. ABD -Ürdün, Mısır, S. Arabistan ve diğerleri gibi - İran onun Ortadoğu'daki "müttefiki" olana dek tatmin olmayacaktır.
Yeşillerin Musavi, Ali Ekber Haşimi Rafsancani ve Hatemi gibi liderleri, İran'a karşı hasım emperyalist politikaların sorumlusu olarak Ahmedinejad'ı suçluyorlar. Biraz önce zikrettiğimiz üzere, Amerikan emperyalizmi, Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı süresince, üstelik Hatemi ABD'ye karşı dostane bir seyir izlerken, İran'a karşı en nefret dolu husumetini göstermişti.
Hatemi "medeniyetler diyaloğunu" teşvik edip Amerika'yla dost olmak için komşu Afganistan'da Taliban rejiminin devirmek dâhil uzlaşmacı adımlar atarken, Amerika İran'ı Irak ve Kuzey Kore'yle birlikte "şer ekseni" üyesi diye yaftalamıştı. Bu şeytanlaştırma, daha sonra ekonomik müeyyideleri yoğunlaştırmayı ve İran'da rejim değişikliği çağrılarını haklı kılmak için kullanıldı.
Hatemi'nin ABD'ye karşı uzlaşmacı jestlerine rağmen İran'a karşı haksız ve kışkırtıcı tutum gösterilmesi pek çok İranlıyı öylesine öfkelendirdi ki Hatemi'nin Amerika'yı yatıştırıcı politikalarının meziyetini sorgulamaya başlamışlardı. Hatemi'nin Amerika'yla (tek taraflı) diyalog politikalarından çok sayıda İranlı'nın hayal kırıklığına uğraması, 2003 Meclis seçimlerinde ve 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde reformcuların mağlubiyetinde büyük bir rol oynadığı yaygın bir kanıdır. İlaveten, Ahmedinejad'ın cumhurbaşkanlığına yükselişinde de başlıca rolü oynamıştır; Ahmedinejad, Amerika'yla müzakerelerin egemenlik pahasına değil de karşılıklı saygı temelinde olması gerektiğini söylemiş, reformcuların Amerika'ya karşı tutumlarını saflık olarak nitelendirmişti.
Amerika, İran'ı kışkırtmak, istikrarsızlaştırmak ve kendi damak tadına göre rejimini değiştirmek için İsrail'de sebatkâr bir müttefik bulmuştur. Amerikan askeri sanayi kompleksi ve militan siyonist güçler arasında dile getirilmeyen, fiili bir ittifak var ki buna askeri sanayi-siyonist ittifakı denilebilir.
Bu ittifak, her şeyden çok militarizm ve Ortadoğu'da savaş – özellikle de İran'la savaş -üzerindeki çıkar uyuşmasına dayalıdır; İran, hem Batılı güçlerin emperyalist tezgahlarını ve hem de radikal siyonizmin genişlemeci tasarımlarını sistematik ve gözüpek bir şekilde ifşa eden bölgedeki tek ülkedir.
Savaştan nemalananlar, uluslararası barış ve istikrarı kendi çıkarlarına nasıl aykırı buluyorlarsa, "Büyük İsrail" taraftarları da İsrail ve Arap komşuları arasında gerçekleşecek bir barışı "vaad edilmiş topraklar" üzerinde kontrol sağlama hedeflerine aykırı buluyorlar.
Bir dizi BM kararına göre, barıştan korku duyulmasının nedeni, barışın, İsrail'i 1967 sınırlarına dönmeye yani Batı Şeria ve Gazze'den çıkmaya zorlayacak olmasıdır. Fakat "Büyük İsrail" yandaşları bu topraklardan çekilmeye gönülsüz olduklarından dolayı Arap komşularla barıştan ve sahih diyalogdan korku duyuyorlar; bu suretle, BM kararlarını hiçe saymayı sürdürüyor, barış müzakerelerine sabotaj uygulamak için sürekli çaba sarfediyorlar.
İran niçin hedefe koyuluyor sorusunun cevabı işte buradadır: Çünkü İran, Ortadoğu'da (ve ötesinde) bir emperyalist hâkimiyet kalıbını parçaladı. İran'ın tek "günahı" (emperyalist güçler nokta-i nazarından) bağımsız ve egemen bir ulus olmaya çalışmasıdır. İleri sürülen diğer tüm "kabahatlar" – nükleer silah imali ve terörizme destek vermek – egemen bir ülke olarak ulusal haklarını tasarruf ediyor diye İran'ı cezalandırmaya matuf aptalca mazeretler olmaktan öteye geçememiştir.
Şahin neocon baskı gruplarının (askeri sanayi-siyonist güç çıkarlarını temsil etmektedir) nüfuzu altındaki ABD, kendisini İran'la konuşmaktan korktuğu bir noktaya hapsetti zira konuşursa, İran'a karşı öteden beri dile getirdiği tüm ithamların hakikati kendiliğinden açığa çıkacak.
Kaydetmeye değer, dar askeri sanayi sermayesi Ortadoğu'daki savaşlardan ve askeri maceralardan yarar sağlarken, daha geniş sivil yahut gayri askeri sermaye, bu maceralardan dolayı küresel pazarlarda kayba uğramaktadır.
Uluslararası tüketiciler, militarist Amerikan dış politikasını önemli bir olumsuzluk olarak görmektedirler. Geniş tabanlı sivil sanayinin temsilcileri, Amerikan dış politikasının askerileşmesinin olumsuz ekonomik neticeleri olduğunun farkındalar. Bu yüzden de Ulusal Dış Ticaret Konseyi ve USA*Engage gibi gayri askeri sanayi iş kollarındaki ticari birlikler, müeyyidelerin ABD'nin ulusal çıkarlarına ciddi ölçüde zarar vermesi sebebiyle, ABD'nin İran'a karşı son ilave müeyyidelerinden duydukları hayal kırıklığını ifade ettiler.
Ancak ABD dış politikası özellikle de Ortadoğu politikası, ulusal çıkarların değil barış yerine savaştan nemalanan dar (güçlü) özel çıkarların güdümünde görünüyor. Askeri sanayi kompleksinin ve İsrail lobisinin temsil ettiği (AIPAC) bu güçlü özel çıkarlar, uluslararası barışı, istikrarı bilhassa da Ortadoğu'daki barış ve istikrarı kendi çıkarlarına aykırı buluyorlar.
Kaynak: Atimes
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın