Türkiye’de demokrat olmanın, özgürlükçü olmanın zor olduğunu biliyoruz. Ama Türkiye’de bir Kürt olarak demokrat ve özgürlükçü olmak bundan birkaç misli daha zor. Seçim yasası engellerine rağmen binbir güçlükle parlamentoya seçilen milletvekillerinin meşruiyetini iktidar partisi ve diğer muhalefet partileri tanımıyor.
Partiniz yasaklanıyor. Yeniden bir parti kurup, demokratik alanda mücadeleye devam etmeye çalışıyorsunuz, partinin belediye başkanları, il ve ilçe başkanları, üyeleri tutuklanıyor. Tutuksuz soruşturma olanağı varken, sanki inadına tutuklanıyorlar.
Haklarındaki yegâne suç iddiası genellikle güvenlik güçlerine taş atmak olan, TMK mağduru çocuklar aylarca tutuklu kalıyor. Ağır hapis cezalarına çarptırılıyor. İnsan haklarından sorumlu başbakan yardımcısı, onlar için çocuk değil diyor. Başları küçükken ezilecek yılanlar mı yoksa onlar?
Bir de bir ulusal şef var. 10 yıldan beri hapis cezasını çekiyor ve tecrit altında yaşadığı adadan, bir gün esip gürlüyor, ertesi gün tam tersi telden çalıyor. Kendinden başka bir ismin Kürt kimlikli siyaset alanında öne çıkıp, onun denetimi dışına çıkmamasına her şeyden fazla özen gösteriyor. Devlet Bahçeli’nin elini sıktığı için, bir çocuğu azarlar gibi Ahmet Türk’ü azarlıyor. Gücün onda olduğunu, onu oraya kendisinin seçtirdiğini göstermek için.
Şiddet yöntemini benimsemiş ve halen silahlı mücadele yürüten bir örgütün manevi şefi olarak, bir yandan ‘savaştan beslenenlerin büyük bir şiddet uygulayabileceğini’, ‘büyük katliamların gelişebileceğini’ öngörüyor, ‘herkes tedbir almalıdır’ buyuruyor.
Nasıl tedbir alınacağını anlaması gerekenler anlıyorlar. Diğer yandan, Başbakan’a, ‘önümü açarsanız ben, etkimin olduğu bütün kesimleri silahları susması konusu dahil, bir hafta içerisinde ikna’ edeceği kesin güvencesini veriyor. ‘Silahlı güçleri bir hafta içinde bir yerde toplayabilecek’ gücü olduğunu iddia ediyor.
PKK karakol basıyor, Karadeniz kıyılarında suikastlar düzenliyor ve diğer yandan da barış annelerini destekliyor. Önder, bundan böyle şehirlerde kent isyanları olabileceğine işaret ediyor ve buna karşılık katliamlar olabileceğini ‘öngörüyor’.
Öcalan’ın son iki üç konuşmasının verdiği gazla bir BDP milletvekili, ‘Kürt
halkı yaşamı cehenneme çevirecek’ diye yemin ediyor. ‘Bunun, başlangıç olduğunu’ ilan ediyor. Ne, neyin başlangıcı? Yasal bir partinin bu temsilcisi, ‘Kürt halkının verdiği mücadelede kahramanca yıllardır bedelini veren gerillayla sınırlı olmayan’ bir mücadele öneriyor. Sınırlı olmayan, onu içeren demektir!
Manzarayı umumiye bu. Bu durumda Anayasa değişikliği konusunda BDP’yi sorgulamanın değil, AKP’yi zorlamanın gerektiği önerisini nasıl değerlendirebiliriz? Evet, Anayasa değişikliğini yapan irade AKP. CHP ve MHP’nin hiçbir pazarlığa yanaşmamasına karşılık, BDP’nin pazarlık çabalarını da elinin tersiyle reddeden gene AKP. Bu nedenle Erdoğan’ın iki münafıktılar, şimdi üç oldular tarzında sözü, gerçeği yansıtmıyor. AKP de, BDP’nin demokrat, özgürlükçü damarının güçlenmesini istemiyor.
Birbirine eklemlenmiş biçimde, Öcalan’ın ‘haddinizi bilin tehditleri’, silahlı bir gücün Kürt demokratları üzerindeki tehdit ve baskıları, AKP’nin BDP’yi meşru muhatap görmeme inadı, BDP’nin içinde savaş ve şiddet borusu çalınır çalınmaz harekete geçmeye hazır kesimin ağırlığı var.
Bu taraf pazarlığı aslında AKP ile değil devletle yapmak istiyor. Öcalan, ‘Aslında devlet içinde çözüm isteyenler var, siyasiler istemiyor’ derken, çözümün savaş beyleri arasında yapılması gerektiğine işaret ediyor. Ateşkes anlaşması talep ediyor.
Bu durumda BDP’yi sorgulamak çok anlamlı mı? Asıl sorgulanması gerekeni sorgulamak, Öcalan’ı, PKK’yı sorgulamak gerekmiyor mu? Ama bu sorgulama Öcalan’ın, PKK’nın Kürt sorunun asli muhatabı olduğu sonucuna varacaksa, bu yoldan hareketle AKP’yi zorlamak mümkün değil. AKP’nin PKK ile, Öcalan ile açık bir pazarlığa oturacağını beklemek, gelecek seçimlerde CHP ve MHP’ye zafer sepeti hediye etmek anlamına geleceği için boş bir çaba.
Kendi iradesine tam anlamıyla sahip olamadığı için BDP’yi sorgulamanın anlamsız, tam da bu nedenle AKP’yi bu yönden zorlamanın imkânsız olduğu bir ortamdayız.
Türkiyede demokrat olmak zor, Kürt demokratı olmak daha zor. Bugüne kadar bu ülkenin Kürt demokratları, bir bütünlük adına bir şey söylemekte zorlandılar. Çoğu zaman yutkunmak zorunda kaldılar. Bugün savaş beylerinin yeniden ellerini oğuşturmaya başladıkları bir ortamda, bu baskıya karşı sessiz kalmak bu cılız demokrat damarı bütünüyle kurutmak anlamına gelecektir. Elbette bu ses tek başına çıkamaz. Savaş beylerine, milliyetçilik bezirganlarına karşı Kürt ve Türk tüm demokratların ortak sesine, aynı zamanda AKP’yi zorlamaya ve BDP’yi sorgulamaya acil ihtiyacımız var.
Kaynak: Radikal