İsrail halkında Arap Baharı’nın yol açtığı endişeler, bu hafta protestocular Kahire’de İsrail büyükelçiliğine girip İsrailli diplomatları ülkeden kovunca bir realite oldu.

Elçilik personelinin, Başkan Obama’nın müdahalesi sonucu özel bir IAF uçağıyla acilen tahliyesi, tamamen 1979’da İran’daki İslam Devrimi’ni hatırlattı. Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinden yedi ay sonra Mısırlı protestocular, Mısır’la doğu komşusu arasında barışın sembolü olan İsrail bayraklarını 31 sene sonra paramparça ettiler. Bayrak gönderdeki yerine yakın bir zamanda geri dönmeyecek gibi görünüyor.

İsrail-Mısır barış anlaşmasının çöküşünü yazacak tarihçiler, hikayelerine Mübarek rejiminin, hükümetin yavaş yavaş Sina Yarımadası üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başladığı ve çölü silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve Afrikalı mülteciler için terk edilmiş bir hudut bölgesi haline getirdiği son seneleriyle başlayacaklar.

Mısır ordusunu Sina’dan çıkaran askerden arındırma anlaşmaları İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesiyle yavaş yavaş aşındı. Bu aşınma son birkaç aydır keskin bir şekilde hızlandı. Mısır birçok kez bölgede düzen ve güvenliğin sağlanması için sınır boyuna “geçici” olarak daha fazla asker ve silah yerleştirmeyi rica etti ve buna izin aldı. 

Mısırlılar için bu, barış anlaşmasıyla kendisine getirilen sınırlamaları atlatmak ve Süveyş Kanalı’yla Negev çölü arasındaki tampon bölgede egemenliklerini yeniden tam olarak ele geçirmek için bir fırsat oldu.

70’lerde barış anlaşmaları imzalandığı zaman Mısır ordusunun Sina’daki mevcudiyeti büyük bir güvenlik tehdidi olarak duruyordu. Şimdi, Mısır askerleri ehven-i şer ve sınır boyunca daha büyük siyasi ve güvenlik boşluğu tehdidine bir çare olarak görünüyorlar.

Başbakan Binyamin Netanyahu, Sina Yarımadası’nın, silahlar ve İsrail topraklarına yönelik füze rampalarıyla dolu, Gazze Şeridi’nin büyük bir versiyonu olmasından endişe ediyor. İsrail’in Mısır sınırı boyunca inşa ettiği çit, teröristler ve mültecilerin sınırdan içeri girmelerini önlemeyi amaçlayan rutin güvenlik tedbirleri alma gayesiyledir. İsrail, diğer taraftan kaynaklanacak stratejik tehlikelerin üstesinden gelemeyecek.

“Elçilik krizi”, Eilat yolunda İsrailli sivillere yapılan terör saldırısının hemen sonrasında çıkan sınır çatışması esnasında beş Mısır askerinin 18 ağustosta öldürülmesinin akabinde patlak verdi.

Rejim değişikliğindeki yavaş ilerleyişten hayal kırıklığına uğrayan Tahrir protestocuları ve Mısırlı siyasetçiler, öfkelerini Kahire’de en nefret edilen hedefe, İsrail Büyükelçiliği’ne yönelttiler. Savunma Bakanı Ehud Barak’ın üzüntü ifade eden açıklaması ve İsrail’in olayın soruşturulmasında Mısır’la iş birliği sözü vermesi Mısır halkının ilgisini çekmedi.

Protestolar devam etti. İsrail’in Türkiye büyükelçisinin benzer gerekçelerle (geçen seneki Gazze filosunda Türk vatandaşlarının gemide öldürülmesinden kaynaklanan öfke) Ankara’dan kovulmasından bir hafta sonra İsrail’in Mısır büyükelçisi de Kahire’den çıkarıldı. Tek fark, Türkiye’de ilişkilerin seviyesini düşürmeyi hükümet başlatırken Mısır’da yöneticilerin arzusu hilafına bunu halk yaptı.

Netanyahu ve hükümeti, hep milli ideallere olan değişmeyen bağlılıklarıyla övündüler. Başbakan da vatandaşlarını öldürdükleri için Türklerden özür dilemeyi reddetmekte haklı olduğuna kaniydi. Onun bakış açısına göre, Arap alemi İsrail’in eylemlerini dikkatle inceliyordu, bu yüzden Türkiye’den özür dilenmesi, affedilmez bir zayıflık ifadesi olarak yorumlanırdı.

Ama Netanyahu’nun hoşnutsuzluğu sadece özrü reddetmekten ibaret değildi. Türkiye’yle olan ihtilafı yatıştırmaya teşebbüs etmek yerine İsrail, Ankara’yla tehlikeli bir savaşın içine sürükleniyordu.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bundan sonra Gazze’ye gönderilecek filolara Türk donanmasının da refakat edeceği tehdidinde bulundu. Netanyahu da buna kalabalık bir medya ordusuyla bir İsrail donanma üssünü ziyaret ederek karşılık verdi. Netanyahu’yu sürekli sağdan kuşatan Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman da açıkça Türkiye’nin Hamas’a olan desteğini dengelemek üzere İsrail’in isyancı Kürt örgüt PKK’ya yardım etmesi önerisinde bulundu.

Netanyahu ve Lieberman medyanın kahramanlarıdırlar. Ama zor zaman da görülüyor ki İsrail’in Mısır üzerinde doğrudan bir etkisi yoktur. Bu yüzden Netanyahu, elçilik çalışanlarının tahliyesi için en büyük muhalifi Obama’dan yardım istemek zorunda kalıyor. Bir kez daha net olarak görülüyor ki, İsrail ABD’nin yardımı olmadan idare edemez.

Netanyahu şimdi İsrail’i Suudi Arabistan ve diğer Körfez Ülkeleri’yle yakınlaştırabilmeyi ümit ediyor. Keza Netanyahu, o bölgede Arap Baharı meydana gelmesi ihtimalini önlemeye çalışıyor. Netanyahu Batı’da da Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’yla bağları kuvvetlendirerek Türkiye’nin tekerine çomak sokmaya çalışıyor. Balkanlar’ı ziyareti sırasında ona, Osmanlı İmparatorluğu tarafından öldürülen milli kahramanlarının fotoğraf ve heykelleri gösterildi. Dostluk için gerçek bir temel.

Bunlar züğürt tesellileridir. Ehud Barak’ın önceden gördüğü siyasi tsunami, BM’de tek taraflı olarak Filistin devleti ilanı öncesinde gerçek oldu. İsrail; İran, Türkiye ve Mısır’a karşı tecrit edilmiş halde kaldı. Bu ülkeler geçmişte İsrail’in yakın müttefikleriydi. Netanyahu, Arap Baharı ayaklanmalarının kader olduğuna ve bunun, yerinde sağlam durma dışında İsrail’e yapacak pek bir şey bırakmadığına inanıyor.

İsrail, Mübarek’in düşüşünü önleyemediği gibi Erdoğan’ın yükselişini de önleyemez. Aynı şekilde İran’ın nükleer silah programını da durduramaz. Amerikan süpergücünün düşüşü Netanyahu’nun hatası değil. Ama o, bahsi geçen gelişmelerde anlaşmazlığı azaltacak bir şey de yapmadı. Onun yönetiminde İsrail’in siyasi ve stratejik açıdan konumu eskiye göre çok daha kötüdür.

Kaynak: Haaretz

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas