Bürokratik gelenek gücünü tek parti rejimi, darbeler, muhtıralar ve vesayetin gerekliliğine inanç yaratan eğitim sistemiyle bugüne kadar devam ettirdi. Bölünmez bütünlüğün, farklılıkların bastırılmasıyla sağlanacağı varsayıldı. Ancak Türkiye toplumu vesayetle kontrol edilebilir olmaktan çıktı. Aklını kullanma cesaretini gösteriyor; ne vasilere, ne de vesayetin taşıyıcısı aydınlara ihtiyaç duyuyor.

Nİsan Ayı ilginç ay. Karşıt birçok olayın yıldönümlerini barındırır. 23 Nisan Meclis’in Ankara’da yeniden açılışı, 24 Nisan Ermeni tehciri, 25 Nisan Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşu ve 27 Nisan ise herkesin malumu. Başka bir yönden bu tarihler birbirini tamamlıyor. 23 Nisan bir boyutuyla bizim için çok değerli iken, şiirler ve marşların onlarca yıl boyunda genç dimağlara zerk ettiği ırkçı ve ölümü kutsayan kabuller boyutuyla da 24, 25 ve 27 Nisan ile paralel durduğu pekâlâ savunulabilir. ( Yıldıray Oğur’a teşekkür).

Son anayasa değişiklikleriyle birlikte eksik de olsa yapısal dönüşüm yaşadığına göre, Anayasa Mahkemesi’ni bundan sonra farklı bir yere koymak gerekebilir. Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın bu yıl yaptığı yıldönümü konuşması bunun bir işareti. Zira Kılıç, anayasacılık ile aydınlanma arasında esaslı bir bağlantının bulunduğunu bize hatırlatırken, büyük aydınlanma filozofu “Kant”ı yeniden dikkatimize sunuyor.

Kant ve aydınlanma tezi

Gerçekten de, anayasacılık Aydınlanma sürecinde insanlığın özgürlüklerini koruma, barışını tesis etme ve geleceğini inşa konusunda gösterdiği mücadelenin de bir parçasıdır. Toplumların kendi Anayasalarını yapmaları, kendilerine ait kararların yine kendileri tarafından verilmesi, kendi kaderleri hakkında söz sahibi olmaya başlamaları, kısaca kendi sözleşmelerini yapmalarının bir ifadesidir. Bugünün uygarlık düzeyi, dünya toplumlarının bir parçası olduğu bilinciyle, toplumların anayasal düzenlerini kendi sözleşmeleri ve kararları üzerine inşa edilmesini gerektiriyor. Bunu ancak iradesi vesayetten kurtarılmış toplumlar yapabilir. Aydınlanmayı özgürlük yoluyla vesayetten kurtuluş olarak tanımlayan Kant bu bağlamda sanki Türkiye’ye hitap ediyor:
Aydınlanma ve cesaret

Aydınlanma, insanın kendi neden olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamamasıdır. Bu ergin olmama durumunu insanın kendi üstüne yıkma nedeni, akıl eksikliğinden ziyade, aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanma konusundaki kararlılık ve cesaret yoksunluğudur. Demek ki aydınlanmanın sloganı şudur: Sapere aude! ya da kendi aklını kullanma cesareti göster!

Tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca erginleşmemiş olarak kalırlar ve birilerinin onların başlarına vasi olarak geçmeleri kolaylaşmaktadır. Çünkü vesayet altında kalmak konforludur.

Başkalarının denetim ve yönetim işlerini üzerlerine almış bulunan vasiler, insanların çoğunun, ... ergin olmaya doğru bir adım atmayı tehlikeli görmelerini sağlamak için, gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları ev hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini anlatırlar.

Vesayetin çöküşü

Türkiye 100 yılı aşkın süredir bürokratik ve askeri bir siyasal kurgu içinde yönetildi. Bürokratik gelenek, tek parti rejimi, darbeler, muhtıralar ve bu anlayışı kuşaktan kuşağa aktaran, toplumda vesayetin gerekliliğine yönelik bir inanç yaratan eğitim sistemiyle etkinliğini bugüne kadar devam ettirdi. Kuşkusuz ki, bu yapı
çökmekte olan bir imparatorluğu kurtarma veya imparatorluktan geriye kalan toprak parçasını kaybetmeme psikolojisinden de önemli ölçüde beslendi. Bu çerçevede siyasal yapı ideolojik bir homojenliğe göre biçimlendirildi. Bölünmez bütünlüğün, tüm farklılıkların reddedilmesi veya bastırılmasıyla sağlanacağı varsayıldı. Kant’ı hatırlatırcasına toplumun vesayeti terk etmesiyle yok olacağına yönelik bir bilinç eğitim sistemiyle inşa edildi. Sistemin en ideal öğrencileri hazır soruların hazır cevaplarını çok iyi bilen, ancak soru sorma alışkanlığını edinmeyen kişiler oldu.

Vasilere ihtiyaç yok

Ancak Türkiye toplumu vesayetle kontrol edilebilir olmaktan çıktı. Son 20 yıldaki gelişmelere bakıldığında aklını kullanma cesaretini gösteriyor; ne vasilere, ne de vesayetin taşıyıcıları olan aydınlara ihtiyaç duyuyor. Kendi barışının, siyasetinin ve yaşamının temel referanslarını kendisi üretiyor. Siyasi partilerin büyük çoğunluğunun seçim beyannamesinin, medyanın ve akademinin önemi bir kısmının bu gerçeği ıskalamış olması, sonucu değiştirmiyor.

‘Aklınızı kullanın’ çağrısı

Vesayetten kurtulan toplumda yeni Anayasanın nasıl yapılması gerektiğini yine Kılıç’tan dinleyelim: “Önkoşulsuz bir şekilde, tüm toplumsal farklılıkların siyasal etkinlikleri ve güçleri ne olursa olsun, Anayasa yapım sürecinde kurucu ve değerli olarak görülmesi, onların talep ve beklentilerinin Anayasa yapımında temel meşruiyet dayanağı olarak kabul edilmesi şarttır. Toplumun merkeze alındığı, Meclisin toplumsal talep ve beklentiler ekseninde Anayasa metnini kaleme aldığı ve nihai kararın yine toplum tarafından verildiği bir Anayasa yapım süreci barışımızı sağlamanın yolu olarak görülmektedir. Yeni Anayasanın barış ve dinamiklerin önünü açması, etkin ve hızlı bir siyasal yapılanmayı esas alması, siyasal yapının karar süreçlerini, yabancılaşmayı ortadan kaldıracak şekilde topluma ve bireylere yakınlaştırması ve Türkiye’yi uluslararası hukukun saygın ve etkin bir üyesi haline getirecek şekilde yapılandırması gerekir. Dışlayıcı hiçbir referans anayasal düzen ilkelerine dönüşmemelidir. Yüzde on seçim barajı nedeniyle, temsil oranı sorunlu olan bir Meclisin tüm kesimleri yeni Anayasa yapım sürecine dâhil edilebilmesinin yolunun, Parlamento dışında bulunan siyasi partilerle sıcak bir diyaloğun kurulmasına bağlı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.”

Herhalde bu, aklı kullanmaya cesaret çağrısı olsa gerek. 2011 Meclisi bu çağrıyı ciddiye alırsa anlam kazanır. Aynı çağrıyı Horatius’un ifadeleriyle destekleyelim: “Aklını kullanma cesaretini göster; Gir bu yola seve seve! İyi yaşamayı sonraya bırakan kimse, Yolunda bir ırmakla karşılaşıp da akıp geçmesini bekleyen köylüye benzer; Oysa ırmak hiç durmadan akıp gidecektir!”

Kayak: Star