Türkiye'nin, AB üyeliği girişimlerinden umutsuz olduğu için Ortadoğu'daki varlığını etkinleştirmeye başladığı savı doğru mu? Türkiye, İsrail'le koalisyonu ile Hamas hareketini savunmasını nasıl bir arada tutabilecek?
Stratejik Arap projesinin yokluğunda Amerikan, İran ve İsrail projeleriyle bölgede rekabet içine giren bir 'Türk projesinin' belirmesinden konuşulabilir mi? Bu ve başka sorular önemini ve güncelliğini bölgemizin içinden geçtiği büyük değişimlerden alıyor.
Son yıllarda Türk siyasetindeki derin okumalar, başbakan danışmanı Profesör Ahmet Davudoğlu'nun düşüncelerini okumadan tamamlanmaz. Davutoğlu halihazırdaki Türk dış politikasının 'stratejik' teorisyeni olarak görülüyor. Davudoğlu AKP'nin yedi yıllık dönemi boyunca Türkiye'deki hükümet politikalarındaki ve özellikle de dış politika ve uluslararası ilişkiler alanındaki temel yaklaşımın direği sayılıyor. Davudoğlu medyada nadiren çıkıyor ancak 'Stratejik derinlik' kitabı ve Arapça yayımlanan bazı röportajları ve özellikle de Lübnanlı yazar Muhammed Nureddin'in kendisiyle yaptığı ve 2008 yılında çıkan 'Türkiye: Formül ve Rol' kitabında yer verdiği röportaj ve El Şarkulevsat gazetesinin 10 Nisan 2009 tarihindeki röportajı Türkiye'nin geleceğe yönelik bakış açısı hakkında bizlere iyi bir fikir vermektedir. Bu bakış açısı şu temellere dayanıyor:
Birincisi Türkiye'nin eksenler içinde taraf değil, merkez ülke oluşu. Türkiye'nin izlediği yeni strateji Türkiye'yi Soğuk Savaş dönemlerinde hakim olduğu üzere bir eksene üye 'taraf' bir ülke modundan çıkarıp herkese eşit mesafede ve aynı zamanda bölgesel ve uluslararası bütün sorunlara karşı etkin ve girişimci role sahip 'merkez' bir ülkeye dönüştürülmesi. Bu durum Türkiye ile komşu ülkeler Suriye, İran, Yunanistan, Rusya ve belki yakında Ermenistan arasındaki ilişkilerde büyük iyileşmeyi açıklıyor. Özellikle de Osmanlı devleti günlerindeki 'Ermeni katliamları' dosyası Washington ile Ankara ilişkilerini geriyordu. Obama seçim kampanyası sırasında bu konuda ve özellikle de ABD'de Ankara'ya karşı lobi oluşturan ABD'deki 1,5 milyon Ermeni'nin varlığıyla birlikte Ermenilere adil davranma sözü vermişti. Bu bağlamda Ankara'nın çabası bu lobinin etkisini zayıflatmak amacıyla Ermeni komşusuyla ilişkilerini iyileştirme yönündeydi.
İkincisi 'sıfır sorun' politikası. Yani Türkiye açısından 'merkez devletten' bahsetmek Davudoğlu'na göre komşu ülkelerle sorunları sıfır noktasına düşürmeyi gerektiriyor. Türkiye sadece AB'ye üyelik gibi tek yönde değil, aksine stratejik hedefleri kapsamına Rusya, Japonya, Çin, Malezya, İran, Arap dünyası, Hamas ve Hizbullah gibi belli başlı bazı güçlerle güçlü ilişkiler kurmayı koyuyor. Bütün bunlar etkin veya faal diplomasi ilkesine giriyor. En önemli göstergesi ise 'arabuluculuk diplomasisi'. Üçüncüsü ise çok boyutlu siyaset. Türkiye herkesle, birçok bölge veya kıtayla dengeli ve eksiksiz ilişkiler yapılandırma arzusunda. Bu ise aynı zaman dilimi içinde çok boyutlu bir dış politika öngörmektedir. Dördüncüsü Türkiye, siyasi çekişmelerle mücadelede ekonomik gerçeklere öncelik verilmesi yani ekonomik çıkarların siyasi anlaşmazlıklardan önce tutulması gerektiğini düşünüyor. Türkiye sorunların çözümünde diyaloğun baskın gelmesi çağrısı yapıyor. Davudoğlu'na göre bütün bunlar 'yeni bölgesel sistem arayışı' ve haşinlikten uzakta 'yumuşak diplomasinin' kullanılması söylemi altında gerçekleşmektedir.
Bu türden bir bakış açısının hayal ve idealizmden soyut olmadığı doğru ancak bir bakış açısına dayanan siyasi hırs, bazı engellerin aşılmasına katkıda bulunacak kenetlenme imkanından beslenmektedir. Burada soru şu: Türkiye'nin stratejik hırsı bu. Peki Arapların hırsı nerede ve Davudoğlu gibi bizdeki stratejisyenler nerede? Ürdün gazetesİ El Ghad
Kaynak: Zaman