Türkiye ve Avrupa, genel anlamda Batı arasındaki ilişkide temel belirleyiciyi ortaya çıkarmak için yönelteceğimiz sorular önemli. Osmanlı'dan itibaren farklı düzeyde gelişen bu ilişki biçim/lerini açıklamak için dönemine göre farklı parametreler kullanılsa da temel olarak din faktörü her dönemin temel belirleyicisi oldu. İki farklı medeniyet arasında aidiyet üzerine yükselen ilişkiler/düşmanlıklar/ dönemsel ittifakların mahiyetini anlamada dinin rolü sadece bizim değil Avrupa'nın kendi kimliği, öteki olana karşı tavrını biçimleyen bir faktör.
Avrupa Birliği yapılanması, Avrupa kimliği ve fikrinin muhtevasının nasıl biçimleneceğinden bağımsız değil. Avrupa'nın genelde de Batı medeniyetinin içinden geçtiği düşünsel ve siyasi süreçlere bakarak bugünün AB'sinin üç yüzyıl öncesinin Avrupası olmadığını söylemeye gerek yok. Ama her şeye rağmen 'Avrupa(lılık) fikri'nin bugün geldiği din-toplum, din-siyaset ve sekülarizm ilişkilerinin aldığı muhtevaya rağmen dinin, gerek bilinç altında gerek realpolitik anlamda ağırlığını kim inkar edebilir. Hiçbir Avrupalı siyasetçi, laik olmasına rağmen halkı Hristiyan olduğundan dolayı, Hrisitiyan kültüründen beslenmiş olmasından dolayı Hrisityan ülkesi olarak anılmasından gocunmaz. Bu tanımlama laik siyasi yapıya ve siyasilerin dinle kurdukları çok farklı ilişkilere rağmen böyledir. Nitekim özellikle Avrupa'daki Müslüman azınlıklar söz konusu olduğunda asimilasyon politikalarını meşrulaştırmak için en liberal ve seküler siyasetçilerin ağzından “burası Hristiyan kültürü ile yoğrulmuş bir ülkedir, buraya gelenler bu kültüre uymak zorundadır”, savunmasını az işitmedik. Ayrıntılandırmaya gerek yok; bu, İngiltere'den Almanya'ya kadar göçmenlere yönelik “uyum” politikalarını savunmada temel argümalardan biridir..
Bunca seküler yapıya, bireylerin dinle ilişkileri neredeyse kopmuş olmasına rağmen, ateist bir siyasetçinin, düşünürün bile Türkiye söz konusu olduğunda birden dindar bir Hristiyan kesilmesini bizim seküler tipler anlayamaz. Dinin seküler batıda aldığı yeni anlam ve tanımın farkında olarak ben başka bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Avrupa Birliği'nin genelde İslam özelde Türkiye'ye karşı tavırlarının dinden bağımsız açıklanamayacağını savunanların bile göz ardı ettikleri bir boyut var. Birtakım olumsuzlukları, hasmane tavırları sadece Türklerin Müslüman olmasına bağlayan (stratejik ve ekonomik çıkar ilişkilerinin dışında), dini merkeze alan açıklama biçimlerinin açmazları yine başka türden bir din/kültüre ilişkin soru sorarak aşılabilir.
Bu fikri bende çağrıştıran bir Avusturya gazetesinin yorumu oldu. AB içinde Avrupa kimliğinin dini muhtevasına ve etnik özelliklerine önemli vurgu yapan ülkelerin başında gelen, Alman refleksinin tüm özelliklerini AB politikasına yansıtan, bu anlamda Almanya'nın sözcülüğüne soyunan Avusturya'da yayınlanan Der Standard gazetesi anahtar bir tespit yapıyor: “Bizans İmparatorluğu eğer alınmasaydı, kimbilir nasıl bir gelişme gösterecekti. Kesin olan bir şey varsa o da 'Avrupalı' sayılmak için, Hristiyanlığın temel ilkelerini (Ortodoks da olabilir) benimsemiş olmak yeterli. Türkiye eğer Hıristiyan olsaydı çoktan AB üyesi olmuştu.”
AB kimliğinin Hristiyanlık vurgusu tartışıladursun, Avrupalı reflekslerin anlaşılması açısından ihmal edilen önemli bir soru soruluyor burada. Türkiye'nin Müslüman olmasının modernite, demokrasi ilişkilerine engel olmadığından tutun dini kimliğinin AB için sorun sayılmaması (ki resmi söylem bunu savunur) gibi tartışmaları, hatta kimi Türklerin, Osmanlı tarihinden yola çıkarak Müslümanlığın da Avrupa kimliğinin bir parçası olduğu yönündeki zorlama argümanları (19 yüzyılda Avrupalıların Ortadoğu coğrafyasının bugünkü Bosna topraklarından başlatıldığını unutuyor bu yaklaşım sahipleri) bir yana, 'derin Avrupa bilinci'ni okumaya yönelik anahtar sorunun ne olması gerektiğini işaret ediyor.
Türkiye'nin laikliği, dinle ilişkileri, AB standartlarını benimsemesi gibi bir yığın gereksiz özür dilemeci tavrı geçersiz kılacak açımlayıcı önemli bir konuya işaret ediyor. Avrupalı refleksini anlamanın en kestirme sorusu: Türkiye Hristiyan olsaydı Avrupalıların (veya AB nin) tavrı ne olur du?
Aslında batıcı Türk aydınları için hiç de yeni bir soru değil bu. Başımıza gelen her türden musibetin nedenini Müslüman olmamıza bağlayan bunu gizli-açık şekilde seslendiren aydınlarımızın sayısı az değildir. Türk modernleşmesinin doğrudan Hristiyanlaş/tır/ma olmasa da gayri İslamileştirme stratejisi olarak işlev görmesini,halk katında böyle algılanmasını, aydınların itiraf edemedikleri Müslümanlık utancında aramak gerekir.
Ancak Türk aydınlarındaki bu seçkinci tutuma karşın bu tavır Avrupalılarda, genel bir kanaat/refleks olarak ortaya çıkar. Evet, Avrupa Türkiye arasındaki stratejik, ekonomik çıkar ilişkilerinin arkaplanındaki ruh bu soru sorulmadan kavranamaz. Türkiye Hristiyan olsaydı, Osmanlı yıkılır mıydı? Yıkılsa bile yeniden büyük devlet olarak toparlanmasına izin verilmez miydi? Türkiye Hristiyan olsaydı çoktan AB'ye alınmış olmaz mıydı?
Osmanıl aydın ve yöneticilerinin farklı anlamlarda soruduğu bu sorular sorulmadan Avrupalıların refleksleri çözülemez.
Bu soruları açıkça sormayan ama cevabını açık olarak Avrupalılar adına, en azından “Müslümanlıktan uzaklaştırma”yı hedefleyen, kimliğini AB kriterlerine uyum sağlamaya çalışan bir projeyi yok sayamayız.
Kaynak: Yeni Şafak