Washington’da konuşulanları dinlerken, Türkiye’nin ABD ve Ortadoğu’daki çıkarlarına karşı yeni ortaya çıkan bir tehdit olduğu fikrine kapılabilirsiniz. Washington’ın ‘model ortağı’ndan bu kadar çabuk soğuması hayret verici ve endişelenmeliyiz. Bence şu açık: Türkiye birdenbire ‘taraf değiştirmedi’, objectif bakılırsa hâlâ ABD’nin en iyi müttefiki. Bunun sebebi Batılı politikalara körü körüne uyması değil, bölgedeki diğer devletlere kıyasla ABD’ye daha fazla stratejik olasılık ve destek sunuyor olması.
Halkları nezdinde meşruluk sahibi olmayan müttefik Arap hükümetlerinin ve kuşatılmış İsrail’in aksine, Türkiye ABD tarafından şeytanlaştırılmak yerine kur yapılması gereken demokratik, bağımsız ve güçlü bir müttefik. Türkiye ABD’nin en acil üç stratejik meselesi olan Irak, Afganistan ve İran konusunda kritik bir ortak. Kabil’de ileri gelen bir rol oynamak bakımından kültürel ve askeri olarak diğer NATO müttefiklerinden daha iyi bir konumda. Bu bağlamda, ABD’nin Afganistan’daki ideal ortağı. Irak konusunda, PKK’yla savaş ve Kuzey Irak’a devam eden baskınlar göz önünde bulundurulduğunda, uzun zamandır içten içe kaynayan Kürt meselesini çözmek yönünde yenilenmiş bir enerji söz konusu.
Türkiye’nin yapıcı temasının yokluğunda, ABD’nin hayati çıkarları ve Irak’ın geleceği güvenceye alınamaz. Güce başvurulması haricinde, Türkiye İran’ın nükleer silah sahibi olmasını önlemeye kararlı ve kendi üçlü diplomasisini de yürütmeye çalıştı. Ne yazık ki, ilk başta Obama yönetiminin teşvik ettiği bu çabalar, nükleer silahsız bir İran’a yönelik aynı nihai amaç için kullanılacak araçlar konusunda bölünmeye yol açtı.
BM’deki yaptırım oylamasının öncesinde meydana gelen Mavi Marmara olayının zamanlaması nedeniyle Türkiye’nin eski dostları iki olayı bağlantılandırıyor ve Türk liderlerin ülke içinde karşı karşıya bulunduğu zorlu gerçekliklere bakmak yerine suçu AKP’nin ‘İslamcı’ köklerine atıyor. AKP dirilen bir milliyetçi hareket ve yaklaşan seçim nedeniyle maruz kaldığı iç baskı yüzünden sınırı gerçekten aşmış olabilir, fakat eylemleri söylemlerinden önemli. İsrail’le diplomatik ilişkiler yerli yerinde duruyor ve Türkiye Batı’ya yönelik bütün bağlılıklarını faal bir biçimde sürdürüyor.
Bölgenin iki en eski demokrasisinin sahne olduğu demografik ve ekonomik büyüme farklı sonuçlara yol açarken, İsrail-Türkiye ilişkilerindeki gelgit de devam edecektir. Kriz ciddi ama görülmedik de değil. Bugün tarihi ilişkilere dair çizilen pembe manzaranın aksine, İsrail-Türkiye ilişkilerindeki norm gerilimdir. Türkiye 1980’lerde ilişkilerin seviyesini düşürdü; her zaman kalıcı barış yönünde ilerlemeyle bağlantılı kılınan ‘stratejik ittifak’sa, 1990’larda iç politikanın ve Suriye’den gelen PKK tehdidinin sonucuydu. ABD taraf tutmaktan ziyade, uzun vadeli hedeflere dair bir perspektifle arabuluculuk yapmalı. Yeni edindiği fiyaka Türkiye’yi ABD açısından ya bir kazanç ya da değişken bir ortak haline getirebilir. ABD bu muhafazakâr, Müslüman çoğunluklu ve laik demokrasinin hâlâ AB adayı ve NATO müttefiki olduğu gerçeğine odaklanmak yerine Arap Birliği’ne veya Hamas-Hizbullah-İran eksenine katılmaya kararlı olduğunu iddia ederek kendi çıkarlarına zarar veriyor.
Türk politikaları kısa vadeli araçlar farklı olsa da ortak amaç ve değerleri paylaşan uzun vadeli bir perspektifle çerçevelendirilirse, Amerika’nın politikalarını tamamlayabilir. Ankara’nın girişimlerini taktiksel farklılıklar nedeniyle şeytanlaştırmak yerine teşvik etmek, bu ülkenin yapıcı bir ortak olarak kalmasını sağlar. Türkiye G-20’nin kurucu üyesi, BM Güvenlik Konseyi’nde Avrupalı koltuk sahibi ve İslam Konferansı Örgütü’nün başkanı olarak uluslararası sahnede yükselen bir güç. Washington’ın ‘Türkiye’yi kim kaybetti?’ veya ‘Türkiye nereye gidiyor?’ retoriğine rağmen bir yere de gitmiyor. Dolayısıyla hâlâ Amerika’nın bölgedeki en hayati müttefiki. (25 Haziran 2010)
Kaynak: Radikal