Gazze'ye yönelik İsrail savaşının ilk sonuçlarından biri de, bölge ülkelerinin ve özellikle Türkiye'nin bölgesel rollerinin bazı sınırlarının ortaya çıkması oldu. Bilindiği üzere Türkiye'nin Arap bölgesiyle bağlantısı Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzanır. Ankara 1940'ların sonlarında BM Filistin Uzlaştırma Komisyonu üyeliğine getirildiğinde Filistin sorunun geleceğinin belirlenmesinde rol oynadı. Komisyon sonradan donuk bir sürece girdi ve dolayısıyla Arap-İsrail çekişmesinin çözümünde Türkiye'nin rolü işlevini yitirdi. Türkiye Soğuk Savaş çerçevesinde yüzünü Batı'ya döndü. NATO üyeliği, Sovyetlere komşu bir üs ve aynı zamanda Arap dünyasının doğu kapısında duran stratejik konumundan dolayı belirgin bir rol oynadı.

Bağdat Paktı'na girmesine rağmen, Araplarla ilişkileri kırılgan, hatta kopuktu. Birçok Arap kendisine düşman gözüyle baktı, Türkiye de bölge ülkeleriyle ilgilenmedi. Arapların bu tavrının sebepleri şöyle sıralanabilir: Türkiye'nin İskenderun sancağını istilası, NATO üssü olması, Sovyetlere karşı düşmanca tutumu, ABD'yle koalisyonu, İsrail'le ilişkileri geliştirerek bu ülkeyi tanıması. Türkiye'yle Araplar arasındaki ilişkilenin gergin olmasının bir diğer sonucu da, Türkiye'deki muhalif Kürtlerin birçok Arap ülkesinde sığınak bulması. Bu sığınak, silahlı Filistin direnişinin patlak vermesiyle güçlendi. Bazı solcu Filistinli gruplar muhalif Türk ve Kürtlere kucak açtı.

Fakat Sovyetler'in çöküşüyle uluslararası ilişkilerde meydana gelen değişiklikler, Arap-İsrail çekişmesinin Madrid konferansı çerçevesinde siyasi çözüm sürecine girmesi ve müzakerelerle birlikte, Türkiye AB üyeliğine ilgisini kaybetmeksizin Arap bölgesine yöneldi. Suriye'yle sınır sorunlarını çözmekte başarılı olunca, Türk rolünde Arap şartlarına yönelik daha fazla açılım yaşandı. Türkiye'nin bölgesel rolü güçlendi, İsrail ve Amerika'yla sağlam ilişkilerine rağmen Türkiye'ye dosttan ziyade tarafsız ülke olarak bakıldı.

ABD'nin Irak'ı kuzeyden vurmak için topraklarını kullanma talebinin reddi Türkiye'ye yönelik Arap takdirini artırdı. Türkiye hükümeti kendisini bağımsız ve istediğinde ABD politikalarına karşı çıkabilen bir ülke olarak sundu. Son dönemde Türkiye şu iki büyük dosyada bölgesel rol oynadı: İlki dolaylı Suriye-İsrail müzakerelerinde arabuluculuk. İkincisiyse, Lübnan dosyasının çözümündeki rolü. Fakat Ankara bu başarıya rağmen Gazze'deki ateşi söndürmekte belirgin bir rol oynayamadı. Bu başarısızlığın sebepleri şunlar: Öncelikle, Ankara esasında Kahire'nin bölgesel rolünü oynamaya çalıştı. Yani Hamas ve diğer bölgesel rollerle anlayış içinde sadece Gazze ateşini söndürmeye çalışmakla kalmadı; bu rolü, Filistin'de 1980'lerin ortalarından beri Kahire'nin oynadığı bölgesel rolü silecek bir konumdan hayata geçirdi. Bu gelişmeye bölgesel ilişkilerde bir darbe olarak bakılıyor. Filistin-İsrail dosyasını Kahire'nin elinden alan ülkenin, müzakere sürecine uzun süre hükmedeceği malum. İkincisi Türkiye Filistin-İsrail dosyasına 'meşru kapı'dan, yani Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'la ilişkiler kapısından değil, Hamas 'penceresi'nden girmek istedi. Bu pencere Kahire'ye alternatif rol oynamak isteyen bir ülke için yeterli siyasi gerekçe olamaz. Üçüncüsü, Ankara Şam'la Tel Aviv arasındaki arabuluculuk rolünü Filistin-İsrail ihtilafında oynayacağı benzer bir rol için kullanmaya çalıştı.

Türkiye'nin Suriye-İsrail sürecindeki rolünün uygun bir zamanda yeniden başlayacağını düşünüyoruz. Diğer yandan, halkının duygularıyla uyum sergileyen Erdoğan'ın, oy oranını güçlendirdiğini unutamayız. Değerini hafife alınamayacak bir kazanım bu. (Lübnan gazetesi Müstakbel, 17 Ocak 2009)

Kaynak: Radikal