Türkiye kavşakta: Ekonomi gürleyerek büyüyor; Türk ekonomi mûcizesi, şu anki hükümetin yurtiçinde girişimciliği teşvik etme ve ülkeyi 21. yüzyılın küresel ekonomisiyle bütünleştirmek için gerekli her şeyi yapma iradesinin doğrudan bir sonucudur.
Ayrıca, artan sert ve yumuşak gücünün bir sonucu olarak da Ortadoğu'da bir kez daha hâkim güçlerden biri haline geliyor. Türkiye'nin sert gücü, onun Soğuk Savaş sırasında NATO'nun güney kanadında oynadığı çapa rolünden mirastır.
Türkiye, İslam ve Modernitenin – husûsan, demokrasi ve küresel ekonomiye katılımın – pek çok bakımdan bağdaşır şeyler olduğunu ispatlıyor görünmektedir, ki Türkiye'nin en azından Ortadoğu'daki yumuşak gücü, bu gerçeğin bir fonksiyonudur. Eğer Türkler bu işi becerirlerse, İslam dünyasını 21. yüzyıla taşımaya hazır olacaklardır. Ancak radikal her bir deney ve tecrübede olduğu üzere, bunun başarılı olup olmayacağı henüz belli değil. Çağdaş Türkiye'nin ABD için sunduğu tehdit/tehlike ve fırsat/vaatler işte burada yatmaktadır.
Türkiye'nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminde İslami yönelimli bir hükümeti var. AK Parti'nin 2003'deki zaferi (ve 2007 seçimlerini yeniden kazanması, ki emsalsizdir) Türkiye'nin şimdiye değin hâkim siyasi partisi olan, Mustafa Kemal Atatürk'ün merkez soldaki Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) yozlaşması ve fikrî tükenişinin ve de Türk seçmenlerinin büyük çoğunluğunun Türkiye Cumhuriyetine 1923'ten beri vasfını kazandıran militan laikliği reddedişinin sonucuydu.
Vahamet ortada. Siyasal İslam'ın Türkiye'de sürgit büyümesi, Türk toplumunu kutuplaştırıyor ( bu arada, siyasal İslamın büyümesi, AK Parti'den önceye gider). Türkiye'nin en büyük şehri olan İstanbul'un cadde ve sokaklarında gezince, Türkiye'deki siyasi yelpazeyi caddelerdeki çok farklı kostümlerde ve giyinip kuşanmış bakımlı insanlar üzerinde tastamam görürsünüz: Başörtülü ve tesettürlü dindar kadınlar, "İslami" olduğu hemen belli olan bıyık bırakmış erkekler (mesela Tayyip Erdoğan'ın bir fotoğrafına bakın), sanki Berlin ya da Paris'te yaşıyormuş gibi giyinen laikler, Avrupa'nın daha da Kuzey'inden gelmiş gibi görünen sarı saçlı "beyaz Türkler."
Çağdaş Türkiye'deki çatışmanın odağında başörtüsü var (Atatürk'ün 1925'te fesi yasaklamasını hatırlatıyor); laikler, bugün Türkiye'yi yarıp parçalayan laik kültür-İslam kültürü savaşında bunu merkez cephe olarak nitelendiriyorlar. Türkiye'nin laik seçkinlerinden olan bazı akademisyen meslektaşlarla konuştuğumda, sorumluluklarının bir parçası olarak üniversitedeki İslamcı öğrencilere başörtüsü aleyhine [ikna odalarında] "nasihat vermekle" görevlendirildiklerini, bunun destekledikleri bir ilke olduğunu ama gene de rahatsız edici bir görev olarak gördüklerini söylediler.
Bir Türk üniversitesinde ders verdiğimden dolayı Türk kanaati hakkındaki "örneklemim" laiklere meyillidir. Türkiye'deki entelektüel ve siyasi seçkinlerin kayda değer bir kesimini oluşturan bu grup, İslam'ın Türk siyasetinde artan rolüne karşı tetikteler. Eski Dışişleri Bakanı Emre Gönensay, Obama yönetiminin Erdoğan rejimiyle sarmaş dolaş olması - ki ona göre bu, Türkiye'yi İslami Truva Atına çevirme senaryosunun doruğa ulaşmasıdır- aleyhine olacaktır diye uyarmıştı beni.
Gönensay gibi laikler Türkiye'nin İran gibi olmasından korkuyorlar açıkçası. Fakat hemen göze çarpmayan başka bir korkuyu saptadığımı düşünüyorum: AK Parti'nin yükselişi, Türklerin seçeneğinin bir yanda modernite, demokrasi ve ekonomik büyüme, diğer yanda ise İslam ve gerilik olmadığını ispatlamaktadır. Başka bir ifadeyle, çağdaş Türkiye'deki gelişmeler, Atatürk Devrimi'nin ana önermesinin yani başarılı modernleşmenin ancak laiklikle olabileceği önermesini çürütme niteliği kazanmaktadır.
İslam'a daha meyilli bir Türkiye'den hâsıl olan uluslararası komplikasyonlar da âşikar hale geliyor. AK Parti'nin İslam ve moderniteyi uzlaştırma projesi, Avrupa'nın militan laikliğine ve artan İslam fobisine bakınca, Türkiye'nin zaten düşük olduğu kabul edilen AB'ne katılım şansını artırmaya yardımcı değil galiba.
Türkiye'nin İran ve Suriye gibi diğer bölgesel güçlere uzanma çabaları da ABD'de iyi takdim edilmiyor, ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "komşularla sıfır sorun" diplomasisini, Türkiye'nin, sert ve yumuşak gücün bir bileşimiyle, bölgeye liderlik çabasının bir parçası olarak görmek yerine Türkiye'nin o ülkeleri yatıştırması şeklinde yanlış anlıyoruz.
Ancak en çarpıcı diplomatik değişim, Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinde yaşandı, hem incir çekirdeğini doldurmayan hem de ölümcül olaylar (İsrail Dışişleri Bakan yardımcısının diplomatik hareket sırasında Türk büyükelçisini alçak koltuğa oturtarak aşağılama gayreti ve Gazze ablukasını yarmak için seyirde olan Türk gemisi Mavi Marmara'ya İsrail ordusunun el koyması sırasında dokuz kişinin ölmesi) iki ülkenin evvelden samimi olan diplomatik ilişkilerini sarstı ve derin stratejik işbirliğini tehdit etti. Türkiye, İslam dünyasının öncü sesi olmayı arzuladığından dolayı Yahudi devletiyle ilişkilerinin öncelikle de çözümsüz kalmış İsrail-Filistin meselesi üzerinden soğuması belki de kaçınılmaz bir şeydi.
Bugünün Türkiyesi'nin önceki Türkiye hatta birkaç yıl öncesinin Türkiyesi olmadığına şüphe yok ve bu durum hem iç gerilimlere hem de uluslararası komplikasyonlara yol açıyor. Fakat bu gerçek mâliyetlerin, Türkiye'deki değişimin hem bölgeye hem de ABD'ye sunacağı potansiyel kazançları gölgelemesine izin vermemeliyiz.
AK Parti'nin yükselişi kısmen de diğer siyasi şıkların, buna Kemalizm de dâhildir, iflasını yansıtmaktadır. Bu yükseliş, Türkiye'nin devam etmekte olan demokratikleşmesiyle ille de bağdaşmaz gibi de görünmüyor. Hakikat, Erdoğan hükümetinin, ihtiyaç duyulan adli reformlarla, anayasa reformlarıyla demokratikleşme sürecini derinleştirdiği savunulabilir. AK Parti, otonomi mücadelesi son yirmibeş yılda yaklaşık kırkbin cana mâl olan huzursuz azınlığa verdiği küçük ama sembolik tavizlerle, Kürt çatışmasını çözme yolunda önceki hükümetlere nispetle en cüretkâr adımları da attı.
Türkiye'nin İran ve Suriye'ye yaptığı teklifleri "Şer Eksenine" katılma arzusunun göstergesi olarak görmek yerine, biz, ABD'dekiler, bunu İslam Cumhuriyeti'nin sunduğuna alternatif olacak, İslami değerlere dayalı ama demokrasi ve serbest ticaret gibi modern dünyanın ilkelerine de bağlı bir model sunarak İran'ın bölgedeki nüfuzunu etkisizleştirme çabası olarak görürsek daha iyi yaparız.
Türkiye'nin ABD'deki imajının, onun bölgedeki diğer Amerikan müttefiki İsrail'le ilişkileri üzerinden şekillenmesi kaçınılmazdır. Washington'daki İsrail yanlısı lobinin - Ermeni soykırımı gibi hassas meselelerde Türkiye adına işe karışırdı - bir zamanlar sevgilisi olan Türkiye, bölgesel diplomasisindeki değişim onu geçmişe nazaran daha iddialı bir Filistin yanlısı duruşa sevkettiğinden dolayı Yahudi devletinin destekçilerince artık yeriliyor.
Ancak her ne yaparsa yapsın, Türkiye'yi Amerika'nın Yahudi devletine sorgusuz sualsiz destek standardıyla yargılamamız hata olacaktır. Evvela, Türkiye'de ve bölgede (dünyanın geri kalanını söylemeye bile gerek yok) kamuoyu kanaatine ayak uydurmayan, tarafsızlık değil, aslında bu standarttır. Amerika'nın İsrail'e verdiği tarafgir desteğin barış sürecine öyle pek katkı sağlayıp sağlamadığı da belli değildir, ki barış süreci en nihayetinde Türkiye'nin, bölgenin, ABD'nin ve de bizzat İsrail'in çıkarınadır.
Eğer bir kimse Obama yönetimi gibi İsrail-Filistin çatışmasının çözümünün, bölgedeki Amerikan çıkarları adına atılacak en önemli adımlardan biri olduğuna inanıyorsa bilsin ki Türkiye'nin Filistin self-determinasyonu adına ve lehine sergilediği daha iddialı duruş, iki devletli çözümde ilerleme kaydedilmesine Aaron David Miller'in yerinde ifadesiyle "İsrail'in avukatı" olarak çalışan şu bildik stratejimizden daha fazla katkı sunmaktadır.
Bu yeni gerçekliğin hem yurtiçinde hem de yurtdışında Türkiye için durumu karmaşıklaştıracağını inkar etmek saflık olur elbet. Ancak sadece komplikasyonlara odaklanıp Amerika'nın Türk tecrübesinin başarısında yatan menfaatlerini gözardı etmek daha büyük bir hata olur.
Oysa vaadi gerçektir: Eğer Türkiye, İslam ile siyasi ve ekonomik moderniteyi telif etmeyi başarır ve sonra İslam dünyasının geri kalanının da bu sentezi yapmasına yardım ederse, Bush yönetiminin ve onun Yeni-Muhafazakar (neocon) müttefiklerinin saptırıcı Irak savaşında uğruna çabaladıkları ama başaramadıkları bölgesel çaplı dönüştürücü etkiye sahip olacaktır. Başkan Obama'nın geçen yıl kaydettiği gibi, "Türkiye'nin hukukun üstünlüğüne saygı duyan - ama aynı zamanda çoğunluğu müslüman bir ulus olan - seküler demokratik devlet tarihine bakınca, sadece kendi civarında değil dünyada da karşılıklı anlayışın, istikrarın ve barışın şekillenmesine yardımda kritik bir rol oynadığını düşünüyorum."
Modern Türkiye'nin gerçeği, İstanbul'da gördüğüm sokak tablosu kadar girifttir. Hem başörtüsü hem de mini etekleri var; hem İran ve Suriye'ye uzanıyor hem de AB'ne yakınlaşıyor; İslami mirâsını yeniden talep ederken modern küresel ekonomiyle bütünleşiyor. Demokratik, küreselleşmiş ve ılımlı İslamcı bir Türkiye, ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarlarına bizim doğrudan yapabileceğimiz başka herşeyden daha çok katkıda bulunmaktadır. Türkiye'nin tecrübesinde yatan menfaatimiz işte budur.
Kaynak: National Interest
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın