Türkiye’nin iddialı dış politikası ve Batılı olmayan hükümetlerle, bilhassa da İran’la yakınlaşması ABD ve Avrupa’da artan bir endişeye yol açıyor. Fakat Türkiye’nin kararlarına Batı siyasetini reddetmekten çok hırsı ve ekonomik hevesleri yön veriyor.

Türkiye bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olma çabasında büyük ölçüde jeopolitik avantajlarına, ekonomik gücüne ve Müslüman dünyayla bağlarına yaslanıyor.

ABD endişeli
Yeni pazarlar oluşturmak, mevcut olanları derinleştirmek ve ticari fırsatlardan azami şekilde yararlanmak da Türkiye’nin dış politikasına yön veriyor. Ülke ekonomisi ihracata dayanıyor ve Türk şirketleri yeni pazarlar yaratmakta hükümetten yardım etmesini istiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a verdiği desteği iki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek için kullanma kararının sebebi buydu.

Haliyle Washington’daki siyasi karar mercileri Türkiye’nin Doğu’ya kaymasından ve ABD çıkarları aleyhinde faaliyet göstermesinden endişeli. Aslında Türkiye bir yere gidiyor falan değil. Türkiye’nin bölgedeki mevcut konumu, Washington’la bozuştuğunun düşünülmesi durumunda büyük zarar görecektir. Her iki ülkenin birbirine ihtiyacı var.

Yeni Türkiye’yi kabul etmeli
İki ülkenin asıl sorunu aralarındaki iletişim eksikliği. ABD, AKP iktidarındaki Türkiye gerçeğine ayak uydurmak, Ankara da Washington’la, en ücra yerlerde çok çeşitli çıkarları olan ve sadece Türkiye’nin bölgesine odaklanmayan küresel bir güç olarak iştigal etmeyi öğrenmek zorunda. ABD, Türkiye’nin iç dönüşümünü ve bunun ikili ilişkilerde tezahür etme biçimini kabul etmeli.

Türkler kendi paylarına, Washington’a daima ilkel ve komplocu bir yaklaşım sergilemiştir. Bu da onların Amerikan çıkarlarını yanlış yorumlamasına yol açtı. Bunun en iyi örneği, Türkiye’yle Brezilya’nın İran’ın nükleer programıyla ilgili arabuluculuk çabalarından kaynaklı son krizde görüldü. Ankara, Obama yönetiminin nükleer silahların yayılmasını önleme çabalarına dair endişelerinin yanı sıra nükleer silahların sayısını azaltma ve Rusya’yla START anlaşmasını imzalama arzusunu tamamen yanlış okudu.

Ankara uluslararası planda pekâlâ daha saldırgan bir yaklaşım içinde olabilir, fakat bunun yararı olduğu kadar zararı da var. Kendini daha güvende hisseden bir Erdoğan gelecek yılki seçimlere daha rahat gidecek ve popülist, milliyetçi ve yaygaracı politikalar takip etmeye daha az meyilli olacaktır. Washington’la ilişkileri germenin ona hiçbir faydası dokunmayacaktır, zira Türk seçmenler dış politikada daha az savaşçı, daha olgun ve daha yapıcı bir liderlik istiyor.

Gücünü abartıyor
Avrupa da bu yaklaşımı memnuniyetle karşılar. Türkiye reformlara devam ettiği, zorlu meselelerini çözdüğü, iç politikasını daha hoşgörülü olma ve otoriter eğilimlere direnme yönünde değiştirdiği takdirde, AB üyeliği için daha iyi bir konumda olacaktır. Üyelik süreci 20 yıl, belki daha fazla süre gerektirecek, fakat bu meselelerle şimdi başa çıkmaya başlamak Türkiye’nin çıkarına.

Yıllarca gerçek gücünün epey altında bir tutum sergileyen Türkiye, şimdi de gücünün çok üzerinde davranıyor. Dinamizmi ve uluslararası arenada ağırlık koyma isteği, ona hatırı sayılır bir güç sağladı. Şimdi bu gücü akılcı kullanmak Türkiyeli liderlerin elinde. Aksi takdirde değişen jeopolitik ortamda bu gücü artırmak mümkün olmaz. (Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda misafir öğretim üyesi, 30 Kasım 2010)

Kaynak: Radikal