Amerikan kuvvetleri, Saddam Hüseyin'i hızla devirdikten sonra kendilerini Irak'ta güçlenen bir ayaklanmanın ortasında bulduklarında akla ilk gelen benzerlik ilişkisi Vietnam oldu: Bir işgal ordusu, evinden çok uzakta, karanlık bir düşman tarafından kuşatılmış. Fakat İndependet ve Counterpunch Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn, artan kargaşanın Güneydoğu Asya'daki o savaştan ziyâde Boer Savaşına benzediğini söylemişti.

Çoğu Amerikalının hakkında hiçbir şey bilmediği, 18'nci yüzyıldan 19'ncu yüzyıla geçilen dönemeçte Hollandalı yerleşimcilerle İngiliz İmparatorluğu arasında Güney Afrika'da geçen bir savaştır bu. Fakat bu benzerlik, Türkiye gibi bir ülkenin artan nüfuzu ve Washington'ın bölgesel ve küresel siyasete artık niçin hâkim olamayacağı hakkında da çok şey anlatır.

Türkiye-ABD ilişkilerinde İran ve İsrail çevresinde gelişen gerilimi ele alın.

Türkiye-Brezilya'nın İran'la ortak barış planı ve Gazze Filosuna yapılan son saldırı dolayısıyla Ankara ve Tel Aviv'in bozuşması hakkında Amerika'da yapılan en yaygın yorum, Türkiye'nin “doğuya bakıyor” oluşu. Yükselen İslamcılıktan ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in Batı'nın Ankara'nın AB'ye katılımını engelleyerek Türkiye'yi yabancılaştırdığı açıklamasına kadar çok çeşitli gerekçeler sunuluyor. Türkiye'nin yükselişi, bu ülkedeki iç gelişmeleri yansıtırken, artan nüfuzu, Amerikan gücünün çöküşünü yansıtmaktadır ki Washington'ın Ortadoğu ve Orta Asya'da izlediği yıkıcı politikaların bir sonucudur.

Ankara'nın bakış açısından, Türkiye, Irak'taki kargaşının, İsrail hükümetinin saldırgan politikalarının ve İran nükleer programı üzerinde artan gerilimlerin hesabını ödemektedir. USAK başkanı Sedat Laçiner'in New York Times'a söylediği gibi, “batılı ülkeler bir şeyler yapıyor, bedelini Türkiye ödüyor.”

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Soğuk Savaş bitti ama “yeni bir küresel” düzen ortaya çıkmadı diyor. O “mekanizmalar” ortaya çıkana dek, “küresel siyasi, iktisâdi ve kültürel kargaşayı karşılamak ve çözümler bulmak, büyük ölçüde ulus devletlere düşmektedir.”

Davutoğlu'nun “yeni bir küresel” düzen gözlemi, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'den oluşan beş büyük gücün hâkim olduğu BM Güvenlik Konseyi'nin üstü örtük eleştirisidir. Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler, mevcut kurulumdan gitgide daha fazla mutsuz oluyorlar ve masada yer istiyor yahut Konsey'in gücünün azaltılmasını talep ediyorlar. Son İran'a müeyyide kararı, Konsey'de 12 evet, 2 hayır bir de çekimser oyla geçti. Halbuki Genel Kurul'da geçirilemezdi.

Türkiye, iç siyasetinde, evi düzene sokmaya bakıyor. Dört darbe gerçekleştiren muktedir orduyu kışlasına gönderdi; gücü, İstanbul'daki seçkinlerden Türkiye'nin orta ve doğu kesimine kaydırdı; iç baskıyı gevşetti; ve hatta Kürt azınlığıyla anlaşmaya bakıyor. Meclis'in önündeki tasarı, Kürt azınlığın Kürtçe televizyon kanalları kurmasına izin verecek ve ayrımcılıkla mücadele komisyonu kuracak.

Türkiye dışarıda ise Davuroğlu'nun “komşularla sıfır sorun” politikasını izliyor. Böylelikle, Suriye'yle karşılıklı olarak baltalar toprağa gömüldü ve Türkiye, Irak Kürtlerine erişti. Kuzey Irak'ta faaliyet gösteren 1.200 şirketin yarısı Türk şirketi ve sınır ticaretinin bu yıl 20 milyar doları bulması bekleniyor. Kürtler de Ankara'nin istediği bir şey var: 45 milyar varil petrol rezervi ve bol miktarda doğalgaz.

Türkiye, İran'la ilişkilerini genişletti; enerji ve ticaret konularında Rusya'yla yakın işbirliği yapıyor. Ermenistan'la ilişkilerde buzların çözülmesi için bile çalıştı. Şam ve Tel Aviv arasında, Irak'taki sünniler ve şiiler arasında, Balkanlar'da Boşnaklar ve Sırplar arasında aracılık yürüttü ve Kafkasya'daki gerilimi azaltmak için çabaladı. Afirka'da 15, Latin Amerika'da 2 büyükelçilik açtı.

Ahmet Davutoğlu, Türk dış politikasının “çok büyutlu” olduğunu söylüyor yani “Rusya'yla iyi ilişkiler, AB ile ilişkilerin alternatifi değldir” ki Soğuk Savaş'ın vasfı olan sıfır toplamlı oyun diplomasisinin açıkça reddedilmesidir.

Türkiye'nin artan nüfuzu, kısmen de Ortadoğu'daki siyasi boşluğun yansımasıdır. ABD'nin Mısır, Ürdün, S. Arabistan gibi geleneksel müttefikleri gitgide tecrit içine düşüyorlar, ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor, iç muhalefete karşı paranoyak davranıyor ve İran'a karşı öfkeleniyorlar.

Türkiye'nin artan nüfuzu, ABD tarafından hoşça karşılanmadı özellikle de nükleer takas anlaşması. Ancak Türklerin bakış açısından, nükleer uzlaşma, istikrarsız bir muhitteki gerilimi azaltma çabasıydı. Türkiye, İran'ın nükleer silahlara sahip olması noktasında ABD'den daha hevesli değil fakat Laçiner'in de dediği gibi “bir diğer Irak istemiyor.”

Burada bir özçıkar da var elbet. Türkiye, doğalgaz ve petrolünün yüzde 20'sini İran'dan alıyor ve Tahran, daha değerli bir ticari ortak halinen geldi. Esasen, Türkiye, İran ve Suriye, Irak'ı da ihtiva edecek bir ticari grup oluşturmayı düşünüyorlar.

Ankara ve İsrail'in bozuşması, İslam'ın büyümesine atfediliyor ama Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Adâlet ve Kalkınma Partisi'nin İslamcı bir damarı varsa da Türkiye'nin İsrail'e kızgınlığı dini değil siyasidir. Şu anki İsrail hükümetinin Filistinlilerle çatışmayı çözüme kavuşturmada çıkarı bulunmuyor ve Netanyahu hükümetinin önde gelen üyeleri, İran, Suriye ve Lübnan'ı savaşla tehdit ettiler. Bu ülkelerden her hangi biriyle yapılacak bir savaş bölgesel çatışmaya dönüşebilir ve İsrailliler, konvansiyonel silahlarla muhaliflerinin üstesinden gelemeyeceklerini anladıklarında nükleer bir savaşa bile dönüşebilir bu.

Ankara'nın savaştan kaybedeceği çok şey varken bölgesel ticari anlaşmaları beslemekten ve siyasi istikrarı inşa etmekten kazanacağı çok şey var. Türkiye, dünyanın 16'ncı, Avrupa'nın ise yedinci büyük ekonomisidir. Türkiye, uluslararası gerilimin azalmasında çıkarı olan diğer uluslarla da yakından çalışmaya başladı. Ankara'nın Brezilya ile ortaklığı kaza değildir. Türkiye gibi Brezilya'nın da ekonomisi kıpır kıpır; Brezilya, Mercosur'la birlikte dünyadaki üçüncü en büyük ticari örgütü oluşturan kilit aktördür. Güney Amerika'nın dünyanın en barışçıl bölgelerinden biri olması için azımsanmayacak bir rol oynamaktadır. ABD ise Honduras hükümetine verdiği destekten dolayı, Kolombiya'daki askeri üslerini genişletmesi ve rağbet görmeyen uyuşturucuyla mücadelesi dolayısıyla kızgınlığa yol açıyor. Eğer dünyanın büyük bir kesimi, Türkiye ve Brezilya gibi bölgesel güçlerin istikrar merkezi olduğu hükmüne varırsa, ABD gittikçe ağır elli ve etkisiz olurken, hiç kimse onları suçlayamaz.

İngiltere en nihayet Boer Savaş'ında (1889-1902) zafer elde etti ama dünyanın en büyük ordusu için kolay bir iş gibi görülen şey İngiltere'nin en uzun ve en pahalı sömürge savaşına döndü. İngiltere, ancak ve ancak Boer kadınlarını ve çocuklarını temerküz kamplarına toplayarak işin sonunda kazandı; bu kamplarda 28.000 kişi açlık ve hastalıklardan dolayı hayatları kaybettiler. Tüm dünyada sömürge halkları bir şeyi fark etmişlerdi: Ayaktakımından bir gerilla kuvveti, Britanya'nın byük ordusunu açmaza itmişti. Boer Savaşı, İngiliz İmparatorluğunun temel bir zayıflığını ispatlamıştı tıpkı Irak ve Afganistan'ın, güçlü ülkelerin bir bölgeye ya da küreye hâkim olmak için kuvvet kullandığı dönemin sona erdiğini ispatlamış olması gibi.

Bilgi Üniversitesi'nden Siyaset Bilimcisi Soli Özel'in Financial Times'a dediği gibi “dünya, son iki veya üç yüzyıldır onu yöneten güçlerin diktalarını kabul etmeyecek.”

Kaynak: Counterpunch

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı