Seçimle iktidara gelmiş AKP'ye açılan kapatma davası konusunda fazla ses çıkarmayan AB liderlerine göre, artık Türkiye için riske girmeye değmiyor. Bazıları, Ankara'nın üyelikten kendi kendine vazgeçmesini umuyor
Türkiye, şu ünlü 'mahallenin delisi' hikâyesi misali, AB hükümetlerinin bugünlerde hiç bulaşmamayı tercih ettikleri bir konu. Fakat AB ülkeleri dikkatli davranmazlarsa, günün birinde o delinin iyice kafayı yiyerek mahallenin bir mensubu olmak istemediğine kanaat getirdiğini göreceklerdir.
Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Avrupa Siyaset Merkezi'nin pazartesi günü düzenlediği bir tartışmada bu mesele bana hatırlatıldı. Dinleyicilerden biri bana ve diğer panelistlere, AB'nin yeni teklif ettiği 'Akdeniz Birliği'nin Türkiye'nin AB üyeliği sürecine zarar verip vermeyeceğini sordu.
Başta soruya, "Akdeniz Birliği projesinin (ki bu fikir Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy'nin başının altından çıktı) bugüne kadar zarar vermiş olduğu tek şey Fransa'yla Almanya arasındaki ilişkiler ve AB'nin birliğidir" diye cevap vermeye meylettim. Fakat daha sonradan, geçen hafta Brüksel'de düzenlenen AB zirvesinde, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun bana söylediği garip bir şeyi hatırladım.
Zirvede Türkiye'nin adı geçmedi
Barroso, AB liderleri perşembe günkü akşam yemeğinde Akdeniz Birliği meselesini tartışırken, tek bir liderin bile ağzından 'Türkiye' kelimesinin çıkmadığını söylemişti. Buna şaşırdım, zira AB'nin resmi üyelik adaylarından biri ve önemli bir bölgesel güç sıfatıyla Türkiye'ye söz konusu projede önemli bir yer biçileceği muhakkak görünüyordu bana. Dahası, bütün bu süreçte üstü kapalı ifade edilen kuşkulardan biri, Sarkozy'nin Akdeniz Birliği projesinin Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin ikâmesi olmasını umduğu yönündeydi. Belki de bu nedenle zirvede Türkiye'nin hiç adı geçmemişti.
Gerçek mesele şu: Birçok AB lideri Sarkozy'nin Akdeniz Birliği projesine mesafeli bakıyordu, fakat Türkiye'nin AB'yle entegrasyonunu hararetle destekleyen bir açıklama yapmanın da kendilerine siyasi fayda getirmeyeceğini düşündüler. Türkiye artık uğruna kellenizi ortaya koymanıza değecek bir dava değil.
Türkiye'nin potansiyel olarak çok ciddi bir siyasi istikrar sınavıyla yüz yüze bulunduğu ve AB'den alabileceği azami desteğe ihtiyacı olduğu bir dönemde, bu en hafif ifadesiyle hayret verici bir tavır. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, demokratik seçimler sonucunda iktidara gelen AKP'nin kapatılması talebiyle açtığı davadan söz ediyorum. Başsavcı bununla da kalmayıp Başbakan Tayyip Erdoğan'a beş yıl boyunca siyaset yasağı getirilmesini istiyor.
AB, Erdoğan'a da zarar veriyor
Başsavcı, yüzyılın büyük bölümünde Türkiye'deki siyasi hayata egemen olan yerleşik laik yapı adına hareket ediyordu. Ordunun da desteğini arkalarına alan laik kesim, İslamcı bir tehdit olarak gördükleri (ki öyle değil) AKP'den nefret ediyor. Laikler AKP'nin yönetme hakkına meydan okuyarak, partiye değil kendilerine ve ülkelerine zarar veriyor.
AB Erdoğan'a, AKP hükümetine, Türk demokrasisine ve Türkiye'nin AB üyeliği adayı olarak sahip olduğu statüye tam destek vermek durumunda.
Avrupa Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Olli Rehn, onun yanı sıra Almanya ve İsveç hükümetleri başsavcının dava açmasını eleştirerek övgüye değer bir tavır sergilediler. Fakat bu yeterli değil. AB'nin ortaya koyduğu yarı gönüllü tepki, Erdoğan'ın katı laiklerle partisi AKP'nin tabanındaki eylemciler ve destekçiler arasında sahip olduğu manevra alanını daraltıyor.
Kamuoyu desteği azalmaya başladı
Erdoğan şu an için Türkiye'nin AB'ye entegre olma kararlılığını canlı tutmaya çalışıyor. Fakat başbakan ve destekçileri AB'den güçlü destek almazlarsa, gayet haklı olarak işin peşini bırakacaklar ve AB'yi, Türkiye'ye dürüst ve eşit muamele edeceğine dair verdiği sözleri acı bir şakadan ibaret olan bir kurum gibi görecekler. Bu da AB'yle Türkiye arasında sağlıklı bir ortaklık kurulmasına yönelik umutları yerle bir edecek.
Türkiye kamuoyu AB üyeliği konusunda zaten, müzakerelerin başladığı 2005 yılına kıyasla çok daha az istekli. AB Türkiye'deki en son siyasi tehditlere güçlü bir tepki vermeyi başaramadığı takdirde, üyeliğe verilen kamuoyu desteğinin daha da azalacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Fakat belki de AB içindeki bazılarının gizli gizli can attığı şey tam da budur, ne dersiniz?
Kaynak: Radikal