Uzun yıllardır İsrail-Türkiye ilişkileri üzerine çalışıyor, o güzel ülkeyi sık sık ziyaret ediyor, onun hakkında yazıyor, orada pek çok arkadaş ediniyorum. Yöneticisi olduğum Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA) İsrail-Türk akademik diyalogunda öncü bir kurum; amacı İsraillileri Türkiye ve Türkiye'nin stratejik önemi hakkında bilgilendirmek için sempozyum ve konferanslar düzenlemek.
Türk akademisyenler, gazeteciler, politik ve dini liderler bu güne kadar BESA tarafından konuk edildi. Ben, İsrail ve Türkiye arasındaki stratejik işbirliğinin, her iki ülke ve Batı için hayati bir öneme sahip olduğuna inanıyorum. Türkiye'yi bu denli sevdiğim için bazı İsrailliler adımı 'Bay Türkiye'ye çıkardı bile.
Türkiye'nin gerçek bir arkadaşı olarak büyük endişeler de taşımaktayım. Görünen o ki benim hayranlık duyduğum Türkiye yanlış bir yola girmiş durumda.
AKP'nin yükselişi
AKP'nin İslamcı bir görüşü savunduğundan şüphelenen Batı'daki pek çok kişinin aksine ben AKP'nin Türk politikasındaki yükselişini olumlu karşıladım. Türkiye'nin zengin dini gelenekleri ve modernliği arasındaki hassas sentezin oluşması için geleneksel Kemalist sekülerleşmenin dini bir düzelticisinin olması gerektiğini savundum. AKP yönetimindeki Türkiye'nin, modernliğin getirdiği engellerle başarısızca boğuşan İslam dünyası için ılımlı İslam'ın gerçek modeli olacağına inandım.
Bugün, AKP'nin iç ve dış politikasını incelediğimde ise beni memnun etmeyen, yanlış olduğumu gösteren bir tabloyla karşılaşıyorum.
AKP yönetimindeki Türkiye İslamcı tahriklere boyun eğiyor; Batı ile olan kültürel ve siyasal bağlarını ikincil plana itiyor. Örneğin Türkiye, Ağustos 2008'de gerçekleşen resmi ziyaret çerçevesinde İran'ın faziletsiz Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ı ağırladı. Başka herhangi bir Batılı ülke İran liderine benzer bir davette bulunmadı.
Ayrıca, Batılı müttefiklerinin aksine Ankara, İran'ın nükleer emellerinin engellenmesi yönünde herhangi bir adım atmayacağını açıkladı.
Benzer bir şekilde Türkiye, savaş suçu işlemek ve soykırım gerçekleştirmek ile suçlanan Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan El-Beşir'i davet ederek Batı mutabakatından ne kadar uzaklaştığını göstermiş oldu. Uluslararası
kamuoyu tarafından dışlanan isimlerle arkadaşlık kuruyor olması Ankara'nın ahlaki duruşunu da derinden yaraladı.
İç politik talepler
Türkiye'nin bir terör örgütü olan Hamas'ı savunması da ilkel bir Müslüman örgüt uğruna ahlak pusulasından ne denli saptığının örneğini oluşturuyor. Batı yanlısı Arap ülkeleri dahi İsrail'in Hamas'a karşı mücadelesini desteklerken Türkiye'yi temsil eden en üst düzey yetkilinin İsrail'i Dökme Kurşun Harekâtı için şiddetle ve derinden aşağılamış olması da kulağa pek hoş gelmiyor. Bu yergiyi sırf iç politikaya ve kamuoyunun taleplerine bağlamak da gerçekçi değil.
Osmanlı ve Türk toleransı yerini hızla İslami törelere ve hükümet politikalarına uygun hareket etme baskısına bırakıyor. Örneğin, iş dünyasındaki pek çok arkadaşım kamusal alanda rakı içmenin devlet ihalelerine katılımı zorlaştırdığını belirtiyor.
Türk kamuoyu, dikkatini 2007'den beri devam etmekte olan ve hükümet yetkilileri, gazeteciler, işadamları ve akademisyenlerin de suçlandığı sansasyonel Ergenekon davasına yönlendirmiş durumda. Bu dava, siyasi rakiplere de gözdağı veriyor.
Benzer bir biçimde, bazı hükümet-destekli aktivitelere eleştirel yaklaşan Doğan Medya Grubu'na getirilen 2.5 milyar dolarlık ceza, basın özgürlüğüne darbe vuruyor. Akademik kurumlardaki meslektaşlarım, durumun daha kötüye gitmesi durumunda ülkeyi terk edebileceğini belirtiyor.
Demokratik kurallar
AKP hükümeti, oyunu hâlâ demokratik kurallar çerçevesinde oynuyor. Seçimde oyların yaklaşık yüzde 35'ini toplayabildi ve Kemalist cephe, daha iyi bir liderin altında tek çatıda toplanabilirse, güç dengeleri değişebilir. Fakat bu senaryo, 2009 yerel seçimlerinde AKP'nin oy kaybetmesine rağmen yakın gelecek için pek de olası gözükmüyor.
Türkiye'nin iç de dış politikasındaki menfi eğilimler onu Batı'dan uzaklaştırıyor. Türkiye, gerçekten de Ortadoğu ülkelerine benzemek mi istiyor? Bu gidişi durdurmak, Türkiye'de siyasetin içindeki tüm arkadaşlarımın sorumluluğunda olmalı.
Türkiye, Müslüman geçmişi ve 21. yüzyılın getirdiği zorluklar arasında bir kimlik çıkmazı içine düşmüş; tarihsel bir dönemece giriyor. İslami gericiliğin tüm sinyallerini veriyor olsa da umuyorum ki doğru yolu seçmek için henüz çok geç değildir.
Laik, gelenekselci ya da dinine bağlı, hükümetinin içinde bulunduğu tehlikeli suların farkında olan tüm Türk arkadaşlarımla benzer duyguları paylaşıyorum. Umarım Türk demokrasisi, yalnızca Batı çıpasıyla edinilebilecek ilerici ve refah dolu bir geleceği tercih edecek kadar güçlüdür. Türkiye'nin İslamcılığa boyun eğmesi, İsrail ve Batı için de büyük bir darbe anlamına gelecektir. Fakat unutulmaması gerekiyor ki her şeyden evvel bu durum, Türkler için büyük bir trajediyle sonuçlanacaktır.
Efraim İnbar: Bar-Ilan Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü ve Begin-Sadat (BESA) Stratejik Araştırmalar Merkezi direktörü; Kaynak: Hurriyet Daily News. Çeviri: Oğuz Alyanak
Kaynak: Radikal