ABD'nin inanması zor 'İran'ın füze tehdidi' karşısında Doğu Avrupa'ya kurmak istediği füze kalkanı Soğuk Savaş'ın caydırıcılık politikasını hatırlatıyor. Terörle savaşın ideolojisi Soğuk Savaş'ınkini kopyalayacaksa, sahte caydırıcılığa dayanan aynı kısır yola gireceğiz demektir.

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ülkesinin uranyum zenginleştirme yeteneğiyle böbürlense de bizler Britanya'da sükûnetimizi koruyabiliriz. Zira yeni Soğuk Savaş muhafızlarımız işbaşında ve Fylingdales'teki radar tesisleri de İran'dan gelecek füzelere karşı bizi korumak için modernize edilmekte. Söz konusu bilginin kaynağı konumundaki ABD Füze Savunma Dairesi Başkanı Henry Obering, 'Britanya'daki radarları değiştirmenin gelişen İran tehdidine' karşı kalkan oluşturmak için atılan ilk adımlardan biri olduğunu söyledi.

ABD Savunma Bakanlığı'nın internet sitesinde de Bakan Yardımcısı Eric Edelman Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ne yerleştirildikten sonra Britanya'daki Fylingdales ve Grönland'daki Thule radar istasyonlarından destek alacak yeni füze savunma sisteminin arkasındaki stratejik düşünceyi açıklıyor.

Asıl tehditleri unutturuyorlar

Edelman, füzelerin yayılma tehlikesinin giderek büyüdüğünü ve halihazırda yaklaşık 20 ülkenin balistik füze teknolojisi geliştirmeye çalıştığını söylüyor. Buna göre Kuzey Kore ve İran özellikle endişe yaratıyor. İran'ın füzeleri muhtemelen 2015'e kadar 'tehdit' oluşturur konuma gelecek. Bu yüzden Rusya'nın itirazlarına bakılmaksızın 'Avrupalı dostlarımız ve müttefiklerimizin ve muhtemelen kendi birliklerimizin saldırı ve şantajın nesnesi olacağı' bir durumu engellemek için yeni sistemi yürürlüğe sokulmalı.

On yıllar önce de yine aynı noktadaydık ki, füzeler ya da nükleer silahların karşı tarafın elinde bulunması -bizim elimizde bulunmaları değil tabii ki- otomatik biçimde tehdit ve şantaj kaynağı olarak algılanıyordu. 1964'te Çin ilk atom bombasını yaptığında komşularına karşı 'nükleer şantajda' bulunacağına, 'Hindiçin'deki pirinç tarlalarının üretim fazlasını kapacağına' ve etkinliğini Güneydoğu Asya'da domino tarzında artıracağına yönelik dehşetli öngörüler mevcuttu.

Stratejistlerin en kötü senaryoları dillendirmeye hakkı var, zira bu onların işi. Ancak tehlike yaratan bunların siyasilerin eline düşüp, akılcı düşüncenin yerini alması. İran'ın füzelerle 'Avrupa'yı tehdit ettiği' inandırıcı bir senaryo üretmek, geçmişteki Çin veya Varşova Paktı'na ilişkin senaryolara göre çok daha zor. Eğer terörle savaşın ideolojisi basitçe Soğuk Savaş'ın ideolojisini kopyalayacaksa, o zaman sahte caydırıcılıktan ve gerçek gerilimden müteşekkil aynı kısır yola süreklenmeye mahkûmuz demektir.

Mantıklı gözlemcilerin sunduğu makûl reçetelere dair bir eksiklik çekilmiyor. Sorun bunların hükümetler tarafından dikkate alınıp alınmayacağı. En son tavsiye 'Terörün Ötesinde' diye yeni bir yayın yapan Oxford Araştırma Grubu'ndan (ORG) geldi. ORG eldeki kanıtların uluslararası terörün dünya güvenliğine yönelik en büyük tehlike olduğu iddiasını desteklemediğini belirtti. Buna karşılık söz konusu iddia dikkatimizi iklim değişikliği, kaynaklar için rekabet, dünya nüfusunun çoğunun marjinalleşmesi ve küresel militarizasyon gibi daha büyük tehditlerden alıkoyuyor. Bu saydığımız tehditlerden hiçbiri yeni değil 'ama hâlâ üzerlerinde düşünülmüyor ve siyasi gündemin alt sıralarında yer almayı sürdürüyorlar'.

ORG güvensizlik kaynaklarını kontrol altında tutarak statükoyu sürdürmeye çalışan 'denetim paradigması' dediği şeyle, semptomlarla savaşmak yerine hastalığı tedavi etmemiz gerektiği önermesine dayanan 'sürdürülebilir güvenlik' yaklaşımı arasındaki tezatı ortaya koyuyor.

Buna göre hükümetler olsa olsa kalkınma ve yardıma dair yeni bir gündemi kabul edip, diğer yandan güvenliğe ilişkin eski gündeme sadık kalır ki, bu işlevsel olmayacak ve fayda sağlamayacaktır.

ORG 'Eğer halkın böyle yapılmasını istediğini bilmezlerse hükümetlerin bahsettiğimiz büyük sorunlara yönelecek iradeyi kolayca bulamayacağı' sonucuna varıyor. Bu durum güvenlik, terör, yoksulluk, çevre ve barışa dair endişeleri aynı çatı altında toplayacak yeni bir kitlesel hareket gerektiriyor.

Soğuk Savaş bittiğinden beri küresel çatışma ve eşitsizliğin temel sebeplerini ortadan kaldırmak için yeni bir yaklaşım bulunması çağrıları yapılıyor ama bunlar nazikçe dinlenip görmezden geliniyor.

Barışın sağladığı ekonomik getirinin küresel kalkınma için kullanılmasını tavsiye eden 1991 tarihli ilk BM Kalkınma Programı İnsani Kalkınma Raporu'nu kim hatırlıyor? Veya 1995'te Küresel Yönetişim Komisyonu'nun belirlediği 'yeni küresel etik'i hatırlayan var mı?

İran'la yakınlaşma şart

Buna karşılık belki de Irak Savaşı'na ilişkin fiyaskodan ve terörle savaşın başarısızlığından dersler çıkarıldı ve ORG'ninki gibi alternatif fikirlere artık daha açık bir ortam oluştu.

Hal böyleyken iyimser biçimde gözlemlenecek gelişmeler de yok değil ki, etkin bir kuruluş olan ABD Dış İlişkiler Konseyi'nin yayını Foreign Affairs dergisinin son sayısındaki başyazı 'İran'la Yakınlaşma Zamanı' başlığını taşıyor, bir diğer başyazıya da 'ABD Irak'taki İç Savaşı Kazanamaz' diye başlık atılmış.

Bu yazıya göre "İran'ın artan gücünü ehlileştirmek için Washington askeri seçeneklerden, şartlı görüşme fikrinden ve rejimi kuşatma girişimlerinden sakınmalı. Bunun yerine yeni yakınlaşma politikası benimsemeli".

Bu sonuncusu 'nükleer şantaj' kâbusundan söz etmekten daha umut verici görünüyor.