İhsan Bal ve Süleyman Özeren'in derlediği, USAK yayını "Uzakdoğudan Yeni Kıtaya Terörle Mücadele" başlıklı kitapta Japonya, Sri Lanka, Kolombiya ve Peru gibi terör-terörizm konularında Türkiye'de çok tanınmayan ülkeler ile İngiltere, Fransa ve İspanya gibi Avrupa ülkeleri, ABD ve tabii Türkiye konu edilmiş.

Çalışma, öncelikle adı geçen ülkelerde terörizme kaynaklık eden sorunların kökenini ele alıyor, ardından terörizme başvuran grupların nitelik, nicelik, ideoloji ve geçirdikleri evreler hakkında bilgi veriyor. Dolayısıyla adı geçen ülkelerdeki terörizm sorununun temel bilgilerine ulaşılabiliyor, hepsi bir arada okunduğundan çeşitli karşılaştırmalar yapılmasını da mümkün kılıyor. Hemen tüm ülkelerde terörizm 11 Eylüle kadar olan-olmayan türünden bir ayırıma tabi tutulabilir. Yine hemen her örnekteki terörizmin kökeninde, iktidarların uyguladığı ayrımcılık, şiddet ve tarihsel hatalar bulunuyor.

Örnekler, genel olarak etnik ve dinsel motifli terör gruplarının aynı tarih aralıklarında benzer ideolojileri ve eylem türlerini benimsediklerini gösteriyor. Etnik-dinsel milliyetçilik ile sosyalizmin karması biçiminde başlayan hareketler, 1960'ların ortasında "özgürlük" için, 1970'lerde "devrim" için, 1980'lerde "ayrılmak" için 1990'larda da iktidarları "yönlendirmek" için eylemler yapmışlar; benzer hedef ve araçlar kullanmışlar. Mali kaynakları, eleman kazanma yöntemleri, çalışma ve eğitim biçimleri ile geçirdikleri tarihsel süreçler birbirine çok benziyor. Hatta örgütlerin iç çatışmaları, liderlik kavgaları ve bölünme biçimleri bile neredeyse aynı.

Dünyanın farklı yerlerindeki ülkelerde bu kadar benzer olgularının bulunması, ya tüm örgütlerin aynı yerden yönlendirildiğini, ya küreselleşme denen durumun aslında çok öncelerden başladığını ya da benzer durumların benzer sonuçlara yol açtığını düşündürebilir.

Kitap sadece terör örgütlerini değil aynı zamanda ülkelerin terör-terörizmle mücadele biçimlerini, yasalarını, kurumlarını ve yöntemlerini de anlatıyor. Hemen tüm örneklerde devletin askeri-polisiye güçleri, istihbarat ve kontrgerilla kuruluşları başlangıçta terörizmle değil terör ve teröristle mücadeleyi seçmiş. Çoğunda şiddete, şiddetle karşılık verilmiş, insan hakları ihlalleri yapılmış, örgüt ve örgütle ilişkilendirilen halk bir tutulmuş, geniş kesimler potansiyel terörist olarak değerlendirilmiş. Bu yöntem iktidarları perişan ederken terör örgütlerinin güçlenmesi ve büyümesine yol açmış.

Zaman içinde bazı devletler terör yerine terörizmle mücadele etme stratejisine dönerek meselenin sadece şiddet üzerinden görülemeyeceğini anlamış. Ekonomik, sosyal ve siyasal boyutları ele alınmaya başladığı gibi, örgütlerin siyasal kanat-askeri kanat olarak ikiye ayrılmaları konusunda çabalar sarf edilmeye başlanmış. Bu çabalar, terör gruplarının içinde de "şiddet yapma-siyaset yapma", "etnik-dini milliyetçilik-demokrasiyi savunma" türünden tartışmaların yaşanmasına yol açmış. Kısacası, terörizmle mücadele konusunda devletler daha az otoriter yöntemler kullandıkça, örgütler de giderek siyasal parti benzeri yapılara dönüşme eğilimine girmişler. Biri değiştikçe, diğeri de değişmeye başlamış.

Hedef kesimin siyasal ve askeri liderleriyle görüşmeyi, pazarlık yapmayı bir zaaf değil başarı olarak gören devletler, ülkelerindeki şiddetin azalmasını sağlamışlar. Siyasi çözümlere ağırlık verenler, terörizmin tümüyle engellenemeyeceğini bilerek ve terörizmle mücadele adı altında vatandaşların bir kısmıyla mücadele etmekten vazgeçenler, halkların kazanılmasında başarı göstermişler.

Türkiye ise, geç öğrenen ülkelerden biri olmuş.


Kaynak: Star