Geçmişte ne zaman sivillere bir saldırı olsa (11 Eylül gibi), laf ebeleri suçu hemen Müslümanlara atıyordu. Çoğunlukla delilleri eksik olsa da, suçlamalarını Müslüman karşıtı bağnazlıkla körelmiş kuvvete dayandırıyorlar.
AB’nin yaptığı araştırmanın delilleri gösteriyor ki, 2009-2013 yılları arasında yapılan terör saldırılarının yüzde 2’sinden daha azı din güdümlüydü. 2013 yılında yapılan 152 saldırıdan sadece yüzde biri direk din kaynaklı olup, 2012 yılında yapılan 219 saldırının yüzde 3’ten azı din kaynaklıydı.
Bu yıllarda yapılan terör saldırılarının büyük çoğunluğu etnik milliyetçilik ya da ayrılıkçılık düşüncesiyle yapıldı. 2013 yılında yapılan terör saldırılarının yüzde 55’i etnik milliyetçi ya da ayrılıcı kökenli olup, 2012 yılında yapılan terör saldırılarının dörtte üçünden fazlası (yüzde 76) etnik milliyetçilik ya da ayrılıkçılık tabanlıydı.
Yine de bu gerçekler aksini iddia eden önyargılı bilginleri hiçbir şekilde durduramadı.
13 Kasım Cuma günü, militanlar çirkin bir saldırı silsilesiyle Paris’te en az 127 kişiyi katletti.
Bu korkunç saldırıların yer aldığı geniş bağlamı anlamak için –ve nihayetinde gelecekte olabilecek bu tarz saldırıları önlemek için- kamu reaksiyonunun sınıflandırılması gereken birçok katmanı vardır.
Sağcı sömürü
Haber gündeme düşer düşmez, ortada hiçbir kanıt olmadan ve pratikte saldırganlar ile alakalı bir şey öğrenmeden sağcı uzmanlar, kim kimdir bilmeden Müslüman çoğunluklu ülkelerden gelen Müslümanlar ve mültecileri şeytan gibi göstererek şiddeti derhal üzerlerine tutturmak için bir fırsat olarak gördüler.
Kurbanlar için bir utanç olarak, gerici lafebelerinden oluşan bir gürültü korosu, korkunç saldırıları iç sorunların üzerini örtmek ve konuyu saptırmak için kullandılar. Onlar, Black Lives Matter adlı gruba mensup aktivistlerin kesin bir dille temel sivili ve insan hakları için mücadele ettiklerini, yaşanabilir ücret ve sendikal haklarını arayan fast-food işçileri ile ağır borç yükü altında olan öğrencilerin silah zoruyla rehin tutulmadığı için sorunlarının önemsiz olduğunu savunuyorlar.
Daha sinsice olanı ise, deliller aşırıların saldırılardan sorumlu olduğu düşüncesini öne çıkarırken ve IŞİD saldırının sorumluluğunu üstlenirken, demagoglar ısrarla 1.6 milyar insanın mensup olduğu din olan İslam’ı suçluyor ve ağırlıklı olarak (tamamı değil) Batı’ya iltica eden Müslümanların sadece bu tür saldırıları daha çok gerçekleştirmek için gittiğini söylüyor.
Müslümanlara ve mültecilere yönelik operasyonlar
Ne zaman aşırı İslamcılar bir saldırıyı üstlense, dünya üzerindeki 1.6 milyar Müslümanın toplu olarak özür dilemesi beklenir; bu nokta artık soğuk bir klişe haline gelmiştir.
Müslümanlara ve mültecilere yönelik bu operasyondan kimler nemalanıyor peki?
Başlıca iki gruptan bahsedebiliriz: Bir, İslam’a karşı savaş ilan edilen, seküler Batı’da Müslümanların yeri olmadığını düşünen ve saldırıları bir delil olarak gören aşırı İslamcı grupların ta kendileri; iki, saldırılar neticesinde seküler Batı’da Müslümanların yeri olmadığını düşünen ve saldırıları İslam’a karşı savaş ilan etmek için bir delil olarak kullanacak olan Avrupa’daki aşırı sağ.
Düşman olmalarına rağmen, her iki grup da çıkarlarının denkliğini paylaşıyor. Aşırı sağ, Müslümanları ve Müslüman ülkelerden gelen göçmenleri (Müslüman olmasalar bile), doğuştan şiddet yanlısı teröristler olarak gördüğü için ayrılmalarını istiyor. Aşırı İslamcılar da Müslüman mültecilerin ayrılmalarını istiyor, nitekim bu şekilde onları radikalleştirebilir ve kendi halifeliklerine katabilirler.
Daha spesifik örnek vermek gerekirse, IŞİD ve El-Kaide Müslümanlara ve mültecilere yapılan engellemelerde nemalanacak ve Avrupa’nın büyüyen aşırı sağ hareketi Müslüman karşıtı ve anti-mülteci propaganda ile yeni üye toplamaya devam edecektir.
IŞİD hedefinin “gri bölgeyi” -yani Müslümanların Batı tarafından kabulünü- yok etmek olduğunu açıkça belirtti. IŞİD kendi yayınında “Gri bölge tehlikesi 11 Eylül’deki mübarek saldırılar ile başladı ki bu operasyonlar insanoğluna dünyada biri İslam kampı, diğeri Haçlı koalisyonu olan küfür kampı olmak üzere tercih edilebilecek iki kamp olduğunu gösterdi” yazıyor.
IŞİD, sağcıların ve aşırılık yanlısı İslamcıların mantığının nasıl kesiştiğini, eski ABD Başkanı George W. Bush ve onun inatçı düşmanı, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in ikisi tarafından ironik olarak paylaşılan siyah-beyaz dünya görüşünden alıntı yaparak gösterdi. IŞİD, “Şeyh Usame Bin Ladin ‘Dünya bugün iki kampa bölünmüştür. Bush “Ya bizimlesin ya teröristlerle” derken doğruyu söylemiştir. Yani diyor ki, ya Haçlılarla berabersiniz ya da İslam ile beraber.’ demiştir” beyanında bulundu.
IŞİD’in viralini yaparak, sadece onların sadist hedeflerini gerçekleştirmelerine yardımcı oluyoruz.
Bu arada, Fransa’nın aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi, özellikle kazanmak için direniyor. Bir neo-Nazi tarafından kurulan v eşimdi onun yabancılaştırılmış kızı Marine Le Pen tarafından yönetilen parti, sürekli olarak ikiyüzlülükle Nazi işgalcileri olarak karakterize ettikleri Müslümanlara karşı ağızlarına geleni söylüyorlar. 2014 yılında Paris mahkemesi Milli Cephe’ye “faşist” demenin adil olduğuna hükmetti.
Paris saldırıları öncesinde, Le Pen’in aşırı sağcı hareketi Fransa’nın en büyük ikinci partisiydi. Şimdi birinci parti olabilir.
Göz ardı edilen katliamlar
Avrupa’da her yıl yüzlerce terörist saldırı gerçekleşiyor. Hemen her haberde başlıkları dolduranlar ise sadece Müslümanlar tarafından yapılanlar oluyor –daha sık gerçekleşmesine rağmen etnik-milliyetçiler ya da aşırı sağcılar tarafından gerçekleştirilen saldırılar değil.
Oysa sadece sağcı uzmanlar ve Paris’teki gibi saldırılara daha fazla önem veren medya değil, devlet başkanları bile sık sık bunu yapıyor. Paris’te yaşanan saldırılardan dakikalar sonra Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve ABD Başkanı Obama alenen yas tutarak dünyaya hitap ettiler. John Kerry olanları “iğrenç, kötü, aşağılık eylemler” olarak niteleyerek kınadı.
Sadece bir gün önce gerçekleşen bir başka korkunç terörist saldırıyı çevreleyen resmi sessizlik kayda değerdi. İki IŞİD intihar bombacısı 12 Kasım tarihinde Beyrut’ta Şii Müslümanların yoğun olarak bulunduğu bir topluluğa yaptığı saldırıyla en az 43 kişinin ölümüne, 230 kişinin yaralanmasına sebep oldu. Beyrut’ta son yıllarda yaşanmış en kötü saldırının akabinde Başkan Obama dünyaya seslenip saldırıyı kınamadı.
Aslında tam tersi oldu; IŞİD saldırılarının kurbanları ABD medyası tarafından Hizbullah’ın insan kalkanları olarak addedilerek onların ölümlerinden talihsiz tesadüfe dayalı coğrafi konumlarını sorumlu tuttu. Hatta bazı sağcı uzmanlar IŞİD’i haklı gösterecek kadar ileri gitti çünkü onlar Hizbullah tarafından hedef varsayılmıştır.
Ne de Beyaz Saray Türkiye’de IŞİD tarafından Ekim ayında, yaklaşık 128 kişinin öldüğü ve 500 kişinin yaralandığı, Kürt yanlısı bir siyasi parti tarafından düzenlenen mitingte gerçekleştirilen katliamı açıkça kınamak için haber yayınını kesmedi.
Daha çarpıcı olanı, 28 Eylül’de Batı destekli Suudi liderliğindeki koalisyon 80’i kadın olmak üzere 131 sivil Yemen düğününde öldürülürken devlet başkanları neredeydi? Bu katliam gün yüzüne çıkmadı ve Obama ile Hollande özür dilemedi, sadece zar zor bir trajedi olduğunu kabul ettiler.
Fransızların yaşadıkları Lübnanlıların, Türklerin, Kürtlerin ve Yemenlilerin yaşadıklarından fazla mıydı? Bunlar da “iğrenç, kötü, aşağılık eylemler” değil miydi?
İşin garibi tanıdık
Hepimiz daha önce gördük; bu garip bir biçimde tanıdık olmalı. Ocak 2015’te yaşanan Paris saldırılarına verilen tepki eşit olarak öngörülebilir; İslamofobi refleksi, trajik saldırı için önemli bağlamların görmezden gelinmesine sebep oldu –yani sebebin Charlie Hebdo karikatürleri değil, feci şekilde gerçekleştirilen ABD öncülüğündeki Irak Savaşı’nda Ebu Gureyb’e yapılan işkencenin saldırganları radikalleştirdiği görülmedi. Ayrıca saldırganların, yıllarca Fransız sömürgeciliğinin barbarlığı altında kanları akıtılmış, ancak 1962 yılında gerçekleşen ve çok daha fazla kanın döküldüğü, yüzbinlerce insanın öldüğü kurtuluş savaşının yaşandığı Cezayirlilerin çocukları olduğu görmezden gelindi.
Ocak ayında gerçekleştirilen saldırılardan sonra, dünyanın dört bir yanından liderler –Suudi Arabistan gibi Batı destekli aşırı teokratik tiranlıkların yetkilileri de dahil olmak üzere- sözde dikkatle yönetilen ve alaycı fotoğrafların olduğu ortaya çıkan bir yürüyüşe katılmak üzere Paris’te toplandı.
Ve Müslümanlar bu tür saldırılardan sadece topluca sorumlu tutulmadı, aynı zamanda tepki yüküne de toplu olarak katlandılar.
Ocak saldırılarından sadece altı gün sonra, İslamofobi’ye Karşı Ulusal Gözlemevi, Fransa’da yaşanan İslamofobik saldırılara ve tehditlere yönelik 60 olayı belgelemiştir. Irkçı Müslüman karşıtı saldırıları inceleyen İngiltere merkezli örgüt TellMAMA, aynı zamanda 50-60 tehdit bildirdi.
Ocakta Paris’te yaşanan saldırıların sadece günler öncesinde, küresel toplum korkunç bir trajediyi daha örtbas etti: Boko Haram tarafından 2000’den fazla Nijeryalı’nın öldürüldüğü katliam. Afrikalı kurbanlar için yürüyüş yapılmadı; sadece İslami aşırılığın Batılı kurbanlarına yapıldı.
Batı’nın suçluluğu
Az tartışılan önemli bir gerçek şu ki, İslami aşırılığın kurbanlarının büyük çoğunluğu Müslümanların kendileri olup, Müslüman çoğunluklu ülkelerde yaşamaktadır. 2012 yılında ABD Ulusal Terörle Mücadele Merkezi tarafından hazırlanan raporda, önceki beş yıl içinde dini motifli terör saldırılarının kurbanlarının yüzde 82 ila 97’sinin Müslüman olduğu görülüyor.
Batı sık sık asıl mağdur gibi davransa da asıl gerçek tam tersidir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan neden bu kadar mültecinin kaçtığını kimse sorgulamıyor. Onlar evlerini ve ailelerini terk etmek isteyen milyonlarca insan olarak görülemez, onlar şiddet ve kaostan kaçıyorlar –şiddet ve kaos hemen hemen her Batılı askeri müdahalenin neticesinde olur.
Batılı ülkeler, bilhassa ABD, milyonlarca mültecinin kaçtığı Irak, Afganistan, Libya ve Yemen’deki şiddet ve yıkımdan doğrudan sorumludur:
- Irak’ın ABD önderliğindeki yasadışı işgali, en az bir milyon kişinin ölümüne yol açarak tüm bölgeyi altüst etti ve El-Kaide gibi militan grupların orman yangını gibi yayılması sonunda IŞİD’in ortaya çıkmasına yol açan aşırı koşullar oluşturdu.
- Afganistan’da devam eden ABD öncülüğündeki –Obama yönetimi tarafından ikinci kez uzatılan- savaş ve işgal, çeyrek milyon kişinin ölümüne yol açmış ve milyonlarca Afgan’ı yerinden etti.
- Libya’da ABD öncülüğünde gerçekleştirilen felaket NATO müdahalesi ile hükümet yok edilmiş, ülke aşırılığın yuvası haline döndürülmüş ve IŞİD gibi militan grupların batıya, Kuzey Afrika’ya yayılmasına izin verilmişti.
- Yemen’de ABD ve diğer Batılı ülkeler, sivil alanlara yasaklı misket bombaları dahil bombalar yağdıran Suudi liderliğindeki koalisyona kol kanat geriyor, Ortadoğu’nun en yoksul ülkesini eziyorlar. Ve bir kez daha –hikâye artık tanıdık olmalı- binlercesi öldürüldü ve yüz binlercesi yerinden edilmiştir.
Suriye biraz daha karmaşıktır. Neredeyse beş yıldır süren acımasız savaş neticesinde paramparça edilmiş ülkede birçok mülteci, Esad hükümetinin acımasız baskılarından kaçıyor. Batılı ülkeler ve onların müttefikleri ancak suçun bazılarını paylaştılar. Suudi Arabistan ve Türkiye gibi müttefikler, El-Kaide’ye bağlı el-Nusra gibi radikal grupları destekleyerek çatışmayı çokça alevlendirdi.
Paris’te iddiaya göre saldırıyı yapan IŞİD tarafından aynı terörle yüz yüz bırakılan milyonlarca Suriyeli mülteciye değinmeden geçmemek gerekir. Aşırılık yanlısı grup Suriyeli ve Iraklı mültecilere acımasızca şiddet ile kaçırmak için baskı yaparak, Fransa ve diğer Batılı ülkeler tarafından hâlihazırda şoka uğramış insanların sayısını daha da artıracak.
Suçun yerini değiştirmek
ABD ve müttefikleri Yemen ve Afganistan’daki düğün ve hastaneleri bombalayıp yüzlerce sivilin ölümüne neden olduğunda, “Amerikalılar” Twitter’da en çok konuşulanlar arasında değildi. Ama Parislilerin aşırı İslamcılık yanlıları tarafından öldürüldüğünde, Müslümanlar en çok konuşulanlar arasındaydı.
Emperyalist Batı her zaman suçun yerini değiştirmeye çalışır. Suç her zaman yabancınındır, Batılı olmayanındır, her zaman ötekinin suçudur; aydın Batı’nın suçu asla olamaz.
İslam yeni günah keçisidir. Yıkıcı ulusların Batılı emperyalist politikaları baskıcı diktatörlere yaslanır ve aşırılık yanlısı grupların desteklenmesi rahatlıkla unutulur.
Batı, kendi emperyalist şiddetini ele almaktan acizdir. Bunun yerine kanlı parmaklarıyla dünyada yaşayan 1,6 milyar Müslümanı suçlayıcı şekilde işaret eder ve onların doğal şiddet olduğunu söylerler. Ne yazık ki, Paris’te gördüğünüz gibi trajediler, Fransa, ABD, İngiltere ve daha birçoğu hükümetin politikaları dolayısıyla çok günlük olaylardır. Bizim Batı’da son zamanlarda deneyimlediğimiz korkunç ve haksız terörist saldırılar, bizim hükümetlerimizin vahşileştirdiği bölgelerde gündelik olarak yaşanan bir gerçekliktir.
Bu bizim Paris için yas tutmayacağımız anlamına gelmez; bu saldırılar iğrençtir ve mağdurlar için yas tutulmalıdır. Ama biz aynı şekilde bizim hükümetlerimizin suçlarının kurbanlarına da yas tutulduğuna emin olmamız lazım.
Şayet biz tüm hayatların eşit değerde olduğunu düşünüyorsak, şayet biz Fransız hayatlarının herhangi birinin diğerinden daha önemli olduğunu düşünmüyorsak, tüm ölümlere eşit şekilde üzülmemiz gerekir.
Alışkanlıkların tehlikeleri
Biz bu gibi saldırılara tepkileri biliyoruz. En büyük tehlike onların aynı şekilde devam etmesinde yatıyor.
Hükümetler Ortadoğu’da daha çok Batılı askeri müdahale, daha fazla bomba ve daha fazla silah için çağrıda bulunacaklar. Aşırı sağcı Senatör Ted Cruz, “sivil kayıplara hoşgörü” ile daha fazla hava saldırısı talep etti. Doğal olarak, terör eylemlerine bireysel olarak önerilen “çözüm”, devlet terörünün kampanyaları kadar şahlandırmakta rol oynuyor.
İçeride ise daha çok barikat, daha fazla polis ve daha çok gözetim isteyecekler. Paris saldırılarından hemen sonra Fransa sınırlarını kapattı. Saldırılar gündeme düşer düşmez New York Polis Departmanı, New York’un dört bir tarafında konuşlandı.
Hegemonik “çözüm” ise hem ulusal hem de uluslararası çapta her zaman daha fazla askerileşme oldu. Ancak ilk etapta sorunun nedeni aslında askerileşmedir.
Aşağılık 9 Eylül saldırıları yapıldığı zamanlarda, El-Kaide görece küçük ve izole bir gruptu. El-Kaide’nin metastaz gibi dünya çapında yayıldığı, ABD önderliğindeki savaş ve Irak’ın işgali aşırı şiddet, çaresizlik ve mezhepçilik koşullarını oluşturdu. Batı’nın militarizme olan bağımlılığı, onu aşırılığın eline düşürdü ve bugün o çürük bağımlılık kaynaklı çürük meyveye bakın: IŞİD Batı emperyalizminin Frankenstein canavarı.
Ayrıca Batılı ülkelerin Körfez’de Suudi Arabistan gibi aşırı teokratik monarşiye sahip petrol zengini müttefiklerini desteklemesi, Sünni aşırılığın yayılmasında ana bir faktördür. Obama yönetimi son beş yıl içerisinde Suudi monarşisi ile 100 milyar $ silah anlaşması yaptı ve Fransa, Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi teokratik otokrasileri ile giderek artan miktarlarda muazzam askeri sözleşmeler imzaladı.
Eğer bunlar bizim hükümetlerimizin yürütmeye devam ettiği stratejiler ise, Paris’te olanlar nev’inden saldırılar daha sık olacaktır.
Aşırı sağ büyümeye devam edecektir. Dünyanın en tehlikeli gelişmesi olan neo-faşizm, bugün ivme kazanacaktır. İnsanlar radikalleşmeye başlayacaklar.
Hâlihazırda Avrupa ve Amerikan terörün önde gelen nedeni olan etnik milliyetçilik ya da aşırı sağcı radikallikten esinlenen saldırıların sıklığı daha da artacaktır. Uzmanlar Müslüman karşıtı bağnazlığı artırıyor ve anti-mülteci ateşini besliyor. Bunu yaparken, onlar sadece daha kötüsünü yapacaktır. Paris saldırıları korkunç olduğu kadar, yurt içinde ve yurt dışında hükümetlerin ne yaptığı hususunda kritik yapabilmeyi sağladı. Eleştirel şekilde düşünmezsek, kaprisle ve şiddetle hareket edersek, yaralar iltihaplanmaya devam edecek. Katliam en sonunda hızlanacaktır.
Kısacası bu militarist politikaları teşvik eden, Paris saldırıları dolayısıyla tepki olarak ortaya çıkan Müslüman ve mülteci karşıtlığı bağnazlığı sadece nefreti ve şiddeti daha fazla yayacaktır.
Eğer politik döngü değiştirilmezse, şiddet döngüsü devam eder.
Kaynak: Ben Norton/ Salon.com
Dünya Bülteni için tercüme eden: Caner İlker