Mısır halkının fırsatı elinden kaçırmasını istiyorsa tepesine dikileceğiz. Aranızda muhalefet edenlere saygı duyuyorum. Bütün Mısırlıları temsil eden bir anayasa yapma hayalini kuruyorum. Yasama, yargı ve yürütme olmak üzere üç bağımsız kuvvet bulunuyor. Gelecekte çok hayırlar görüyorum. Allah bu devrimi korusun. Allah sizi zafere erdirsin.."
Mısır'ın ilk seçilmiş sivil Cumhurbaşkanı, Mısır halkının geleceğine ilişkin çok önemli hedeflere ulaşmak için kendisine neredeyse mutlak bir güç ve yetki sağlayan kararları bu konuşmasıyla gerekçelendirdi. Ancak, hem devrimci güçler içerisindeki gruplardan hem de Hüsnü Mübarek rejiminin kalıntılarından büyük bir muhalefetle karşılaştı.
Hedeflenen neydi?
Yeni anayasa ilanı ve devrimi koruma kanunu; Mısır Devrimi'nin yaralılara ve şehitlerin ailelerine verilecek maaşlarla ilgili kararlar, yargıdaki eski rejimin kalıntılarının temizlenmesini, eski rejimin önde gelen yöneticilerinin yeniden yargılanmasını, Hüsnü Mübarek'in devrildiği güne kadar 18 gün boyunca meydana gelen çatışmalarda hayatlarını kaybeden insanların ailelerine maaş bağlanmasını öngörüyordu. (Bu çatışmalar şunlardı: Askerlerin idareden elini çekmeleri ve başkanlık seçimlerine ilişkin bir tarihin belirlenmesinin istendiği gösterilerin düzenlendiği birinci Muhammed Mahmud olayları, Hıristiyan Kıptiler'in gösteri yaptığı Masbiro olayları ve son olarak Bakanlar Kurulu olayları).
Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için başkanın uygun gördüğü yöntem, -ki bu kararlar devrimcilerin haftalar önce talep ettikleri soylu hedeflerdir- yargı kurumunun yeniden yapılandırılması yönündeki kararını sağlamlaştıracak şekilde kendisinin şu an sahip olduğu yürütme ve yasamaya ilişkin yetkilerinden daha fazla yetkiler vermesidir. Zira Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcılığında halen diktatör Hüsnü Mübarek döneminde tayin edilmiş olan yargıçlar görev yapmaktadır.
Bu kararların amacı (Parlamento'nun üst kanadı) Şura Meclisi'ni ve Anayasa Kurucu Konseyi'ni daha güçlü hale getirmektir. Birincisi seçilmişler, ikincisi parlamentonun atadığı kişilerden oluşan bu iki kurum, İslamcıların yoğun olarak bulunduğu kurumlardır. (Yüksek Askeri Konsey, Anayasa Mahkemesi'nden çıkan -laik güçlerin istediği ve İslami grupların da daha sonra desteklediği şekilde- seçim kanunun geçersiz olduğu yönünde bir kararla bu iki kurumu lağvetmiştir.)
Devrim şehitlerinin ailelerine ve bu süreçte sakat kalanlara maaş bağlamaktan Kurucu Konsey gibi demokratik kurumları korumaya kadar bu hedefler devrimci hedeflerse ve burada alınan kararların hedefi Hüsnü Mübarek yönetiminde etkin olan yolsuzluğun ve baskı sisteminin sembol isimleriyse bu çatışmaların ve İhvan'ın karargahının yakılmasının anlamı nedir?
Başkan Muhammed Mursi'ye muhalif olanlar, birbirinden farklı ideolojik ve siyasi gruplardır. Paylaştıkları şeylerden daha çok konuda anlaşmazlık içerisindedirler. Örneğin Dr. Muhammed Baradey liderliğindeki Anayasa Partisi'yle ne eski rejimin destekçileri; ne de Yargıçlar ve savcılar Yüksek Kurulu Başkanı Ahmed ez Zened gibi Yüksek Askeri Konsey'i destekleyenler bir çok konuda birbirleriyle anlaşabilirler.
Bununla birlikte Başkan'a muhalif devrimci ve reformcu güçler, "temizlik"in bedelinin yüksek olduğunu, Mursi'nin aldığı yasama ve yürütme yetkilerini kendi elinde toplayan, onun ilan ettiği anayasa ve yargı gücünü feshetme yetkisini kendisine veren son kararlarının tek kişi diktatörlüğüne yol açacağını düşünüyorlar.
Aynı şekilde muhalifler, başkanın bu kararlarının Müslüman Kardeşler'in Mısır siyasi hayatı üzerinde hakim olması anlamına geldiğini de belirtmeden geçmiyorlar. Başkan'la muarızları arasındaki ideolojik farklılık herkesin bildiği bir husustur.
İslamcıların çoğunluğu, farklı derecelerde de olsa Başkan'ın kararlarını desteklediler. Laiklerin çoğu da yine farklı düzeylerde buna karşı çıktılar. Ancak kararlar, Mısır siyasi arenasında fırtınalar estirdi. Korkulan ise merkezi olmayan güçler arasında meydana gelen kutuplaşmaların (özellikle de laik taraftakilerin) iki tarafın radikal kanatları arasında sokak çatışmalarına yol açmasıdır.
30'lu yıllarda İspanya'daki, 70'li yıllarda Türkiye'deki, 90'lı yıllarda Tacikistan'daki olayların bize öğrettiği, iç savaşların ve askeri darbelerin bu şekilde başladığıdır. Doğal olarak bu kutuplaşma ve beraberinde getireceği olaylar, temizlik ücretinin üstüne ilave edilecektir. Bu kararlar kaçınılmaz mıydı?
Nedenler ve sonuçları
Başkan'ı bu kararları almaya iten bir çok neden bulunmakta. Bunlardan biri, başta parlamento olmak üzere seçilmiş kurumları lağvetme kararlar alan Yüksek Anayasa Mahkemesi'ndeki yargıçlar grubunun tarafsız hale getirilmesine mecbur kalması –ki parlamentonun feshinin ardından Şura Meclisi ve Anayasa Kurucu Konseyi'ne ilişkin kararlar da ardından gelecekti. Bu durumda ülke kısır bir döngüye girecek devrimin sağlamlaştırılmasına yönelik her adım engellenecekti.
Bir başka neden ise işkencecilerin ve devrimcilerin katillerinin hesap vermesi noktasında yeterli gücün olmayışı Cumhuriyet Savcısı'nın ise Mübarek dönemi İçişleri Bakanı Habib Adli konusu hariç, bu ve buna ilişkin bütün konularda başarısız olmasıdır. Mübarek'in diğer generallerine gelince, yargıçların gözünde suçsuzdular. Lağvedilmiş İç Güvenlik Kurumu Başkanı Hasan Abdurrahman, Merkezi Kuvvetler Komutanı Ahmed Remzi, Kamu Güvenliği Müdürü Adli Fayed, Kahire Emniyet Müdürü İsmail eş Şair, Cize Emniyeti Genel Müdürü Üsame el Merasi, Sitte Oktaber (6 Ekim) Genel Müdürü Ömer el Fermavi gibi isimler bu yargıçlar tarafından yargılanmış ve göstericilerin öldürülmesi suçlarından beraat ettirilmişlerdir.
Beraat yönünde verilen kararlar istisnai kararlar olmayıp bunun öncesinde de bu yargıçların bir çoğu devrimcilerin öldürülmesine ilişkin yargılananlara onlarca beraat kararı vermiştir. Örneğin bu tür beraat kararları Kaylubiyye Emniyet Şefi Yarbay Faruk Laşin ve onunla birlikte yaklaşık 20 Mısırlının öldürülmesine neden olan üç Yarbay'la ilgili devam eden davaları da kapsamıştır. Zira bu generallerin kurbanlarının çoğu devrimcilerdendi ve İslamcıydı. Başkan az bir farkla seçimi kazanmış olduğu için (%51.7) kendisine oy veren insanlara (devrimcilere ve İslamcılara) karşı yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda hissetmesi, şehitlerin kanını yerde bırakmaması ve adaleti sağlaması kadar doğal bir şey olamazdı.
Başkan'ı bu tür kararlar almaya zorlayan nedenler bir kenara, kendisine ve Müslüman Kardeşler'e yönelik güven eksikliği, bu kararların kolayca yürürlüğe konmasına izin vermeyecektir. Özellikle de anayasa ilanı kararları içerisindeki 6. madde kararı, en çok itiraz edilen karardır. Bu maddeye göre "25 Ocak Devrimi'ni, halkın hayatını ya da ulusal birliği veya vatanın selametini veyahut devlet kurumlarının görevini yerine getirmesini engelleyen herhangi bir tehdit meydana gelirse, Başkan bu tehdite karşı mücadele etmek için kanunun düzenlediği çerçeve içerisinde gerekli tedbirleri alabilir ve uygulamalarda bulunabilir." Bu karar, kötü şöhretli Olağanüstü Hal Kanunu'nu çağrıştıran yönlere sahiptir.
Başkan'ın önünde başka alternatifler var mı?
Temizlik isteyen ve devrimi devlet kurumlarına dönüştürme düşüncesini destekleyen muhaliflerin çoğunun sorduğu soru ise devlet kurumlarını yolsuzluklardan, baskıdan ve eski rejimin artıklarından temizleme kararlarının özünde, demokratik dönüşümün en önemli sacayaklarından biri olan güçler ayrılığının geçici olarak askıya alınmasının yatmakta oluşudur. Bir çok benzeri olayda (geçici dahi olsa) güçler ayrılığı prensibinin askıya alınması, Cemal Abdünnasır dönemi Mısırı'nda olduğu gibi özgürlüklerin ve demokrasinin rafa kaldırılmasıyla sonuçlanmamıştır. Başkanların geniş yetkilerle donatıldığı Güney Kore, Venezüella ve Gürcistan gibi ülkelerde bu durum demokratik dönüşümü aksatmamıştır.
Şayet durum bu kadar riskliyse, öyleyse alternatif nedir? En açık alternatif Başkan Mursi'nin yargı ve Cumhuriyet Savcılığı'nda temizlik yapılmasına imkan veren kararlarıydı. Bir başka alternatif ise anayasadaki bazı maddelerin özellikle de iki ve altıncı maddelerin değiştirilmesiydi. Değişiklikler, Başkan'ın atadığı Cumhuriyet Savcısı'nın anayasanın yazımı bitene kadar geçici Başsavcı olarak kalmasını öngörüyordu. Ardından yeni yıl için Yüksek Yargı Konseyi (Yargıtay) tarafından yeni Başsavcı seçilecekti (bu şekilde güçler ayrılığı prensibi işlerlik kazanmış olacaktı). Cumhuriyet Savcısı'nın başkan tarafından seçilmesi ve süresi dolana kadar görev başında kalması, muhaliflerin başkan Mursi'nin ve taraftarlarının niyeti konusundaki şüphelerini tetikliyor. Bunu güçlerin ayrılığı prensibi konusunda doğru işaretler olarak görmüyorlar.
Ancak her halükarda Başkan, kararlarını aşırı politize olmuş Anayasa Mahkemesi'nden koruyamadığı taktirde kararlarının mahkeme tarafından iptal edilmesi ve anayasa uygun olmadığı yönünde hüküm çıkması kaçınılmaz olacak, ülke yeniden kısır döngü içerisine girecektir. Bu da anayasanın 2. maddesinin çıkarılmasını zorunu kılmıştır: "Anayasa ilanları, kanunlar ve başkanlık makamına oturduğu 30 Haziran 2012 tarihinden yeni anayasanın yürürlüğe girdiği ve yeni bir parlamento seçilerek işbaşına geldiği ana kadar aldığı bütün karar ve çıkardığı kanunlar, nihai, uygulanabilir ve kesinlikle yargıya götürülemez kararlardır. Aynı şekilde bunlara ilişkin yürütmeyi durdurma veyahut yürürlükten kaldırılma gibi kararlar da alınamaz. Bununla ilgili herhangi bir yargı kurumunda görülmekte olan bütün davalar da düşer."
Güvenlik Birimleri ve mevcut kriz
Güvenlikle birimlerine özellikle de İçişleri Bakanlığına bağlı olan güvenlik aygıtlarının mevcut krizdeki yerine ilişkin tablo halen net değildir ve bunlara ilişkin bir şey yapılamamaktadır. Bir bakımdan işkencelerin, baskı politikalarının arkasında yatan neden bazı yargıçların yolsuzlukları olmayıp temelde İçişleri Bakanlığı'na bağlı güvenlik aygıtlarında çalışan subayların davranışlarıdır. Muhammed Mahmud caddesinde gençler ile serserilerin güvenlik güçleriyle girdiği çatışmalarda Mısır sokaklarında şu sorular sorulmaktadır: Adalet tahakkuk etmez ve güvenlik güçleri sorgulanmazsa demokrasinin yerleşmesi nasıl mümkün olur?
Bu çıkmazın pratik ve pragmatik yanına bakarsak: İyi ve kötü yönleriyle Emniyet Müdürlüğü tehdit altında olduğunda nasıl olur da Başkan, kararlarının uygulanmasını ve başka ülkenin aygıtlarının reforme edilmesini ister? Halbuki şu ana kadar Başkan, güvenlik kurumuna ilişkin hep tedbirli ve aşamalı bir tutum takınıyordu.
Bu, sistemi top yekun değiştirip bunun bedelini ödemek yerine mevcut kanunlar çerçevesinde hareket etme yönünde bir tercihtir. Bunun en açık örneği, Başkan Mursi'nin geçen Ekim ayında Yarbay Halid Servet'i Ulusal Güvenlik Aygıtının başına tayin etmesidir. Yarbay Servet, lağvedilen Devlet Güvenlik Tahkikatı Bölümü'nden gelmektedir. Daha önce İç Faaliyetler Genel Müdürlüğü'ne başkanlık etmekteydi ki bu bölüm, sivil toplum kuruluşları, medya ve siyasi partilerin kontrolü ve gözetlenmesinden sorumluydu. Daha önce de "Müslüman Kardeşler Faaliyetleriyle Mücadele" grubunun başında bulunmaktaydı.
Son olarak, anayasal meşruiyete rağmen Başkan, neredeyse mutlak yetkilerle donatılmış devrimci bir yöntem izlemiştir. Başkan'ın bu çetrefilli yollarla temizlik operasyonuna başvurması, en iyi durumda temizliğe en kötü durumda ise diktatörlüğe yol açacaktır. Her halükarda demokratik dönüşüm, yargının bağımsızlığı sağlanmadan ve devlet, eski rejimin kalıntılarından temizlenmeden, işkencelere son verilmeden, bu işkenceleri yapanlar kovuşturmaya uğramadan gerçekleştirilemez. Bu, gerek Mursi'nin başkanlığı gerekse demokratik dönüşümün içinden geçeceği zor sınavlardan biri olacaktır.
Dünya Bülteni için el Cezire internet sitesinden çeviren: Faruk İbrahimoğlu