Muhalefet lideri Mehdi Kerrubi’nin kurban rolünü oynama ısrarını hariç tutarsak, İran’da muhalefet devrimin 31. yıldönümünde beklenenin aksine kalabalık gösteriler düzenlemedi. Hazirandaki seçimlerden sonra onlarca kişinin ölmesinin, yaralanmasının, yüzlercesinin hapishanelere tıkılmasının ve bazılarının idam edilmesinin sekiz ay sonrasında, muhalefet yeniden tanımlanmaya ve hedeflerini belirlemeye muhtaç görünüyor.
Tahran ve İran’ın diğer kentlerindeki gösteriler sistemin meşruiyetinin aşındığını, şiddet eğilimi gösterdiğini ve seçim sonuçlarının reddedilmesiyle başlayan trajedide çözüm yolu olarak diyaloğu reddettiğini ortaya çıkardı. Fakat muhalefetin yaptıkları kesin olan birşeyi de teyit etmiş oldu: 1999 ve 2003’teki öğrenci gösterilerindekine benzer yöntemlerle bastırılan bu gösteriler, rejimin sınırlı diyaloğu bile reddeden tutumunu savunurken işi hangi noktaya kadar vardırabile-ceğini gösterdi.
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın devrimin yıldönümünde yaptığı konuşmaysa, İran’ı pusuda bekleyen ezeli ‘düşman’lara ışık tutma noktasında açıktı. İran, uranyumu nükleer silah üretebilecek derecede zenginleşti-rebileceğini ilan etti. Bu arada iç siyasi krizin sesi, füzelerin kükremesinin ve santrifüjlerin arkasına gizlenmiş oldu. Fakat bu durum İran’a iç istikrar geldiği anlamına gelmez.
İranlıların çoğunluğu, başta Şah’a karşı devrim olmak üzere birçok münasebette halkçı politikaları kabul etmeye hazır olduğunu göstermiştir. Bu çoğunluk rejimin hâlâ kendisini yenileme gücünün bulunduğuna da inanıyor. Totaliter rejimlerin kendi etkinliklerine katılımcıları yığmak için bazı araçlar kullandığı bilinir; Ahmedinecad’ı dinlemeye gelen kalabalığa da, İran’ın nükleer programının sonuna kadar götürülmesinin toplumun yaşadığı zorlukların aşılmasına bir giriş kapısı olduğuna inanan İranlılar olarak bakıldı.
Tahran’ın artan ekonomik sorunların sihirli çözümü ve istikrarı garanti edecek caydırıcılığın parçası olarak sunduğu ‘nükleer dönem’ çok fazla ilgi görüyor. Çoğu uzmansa İran’ın nükleer devlet olmasının ülke gerçeklerini kökten değiştirme-yeceğini düşünüyor. Nüfusu 80 milyona yaklaşan bu ülke en az 10 nükleer tesise ihtiyaç duyarken, bu tesisleri inşa etmekte kararlı olduklarını söyleyen yetkililer Buşehr’deki ilk tesisi bile çalıştırmakta henüz başarılı olamadılar.
Dışarıya petrol ihracatını artırmak ve kalkınmaya daha fazla para ayırmak amacıyla nükleer kaynaklardan enerji sağlanması, İran’ın yüksek teknolojiyle nükleer enerji üretimi sürecini başlatma gücünün önündeki engeller gözardı edilerek basit bir plan olarak görülüyor. Fakat bu hedefin zaruri kaldıraçları nükleer programla sınırlanamaz. Söz konusu hedef hem eğitim sisteminde, hem mali sistemde hem de dünyaya yönelik tutumda büyük bir reform gerektiriyor.
Bu meselenin siyasi açıdan içeriye ve dışarıya karşı çift yönlü olarak kullanıldığına dair giderek artan bir izlenim de bu ironiyi güçlendiriyor. Çok yönlü kullanılan bu program İran politikalarının direği haline geldi. Başarılı olmuş devrimler tarihte gelecek için büyük planlar vaat etmiştir. Ancak bu dev projeleri başlatıp siyasi ve mali bedellerini ödemekle, projelerin başarısı ve halklara aktarılıp aktarılmaması arasında hiçbir bağlantı olmayabiliyor. İran’ın geleceğini, Azadi meydanındaki gürültü ve dünyanın küstah liderlerine yönelik konuşmalar belirlemeyecek. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 14 Şubat 2010)
Kaynak: Radikal