I- Tahran'da her yılın Mayıs ayının ilk on gününde Cuma namazlarının kılındığı Musalla Meydanı uluslararası bir kitap fuarı gerçekleşiyor. 22 yıldan bu yana düzenlenen bu fuar, geçen yıl uluslararası bir nitelik kazandığını daha belirgin olarak gösteren panel ve konferans, sinevizyon gösterimi gibi etkinliklere sahne oluyor. Sayısı 2 bini bulan yerli yayınevinin yanında 80'e yakın ülkeden farklı yayınevinin katıldığı fuar, bir kitap şenliği havasını yansıtıyor.  Panelin dördüncü gününde gittiğimde, yerli yayınevlerinin bulunduğu salona girmekte zorlandım, büyük izdiham nedeniyle.  İzdiham salonlardan büyük avluya taşıyor ve poşetler dolusu kitabı taşımakta zorlanan insanlar küçük sohbet grupları oluşturuyor, dinlenme alanlarında.

Türkiye bu fuara açıldığı zamandan bu yana düzenli olarak katılıyor. Geçen yıl fuarda "Türk Edebiyatını Dünyaya Tanıtmak ve ve Yayın Alanında Yeni Görüşler" başlıklı bir panel düzenlenmişti.

Bu yıl fuarın Ehl-i kalem Salonu'nda gerçekleşen "Türk Edebiyatının Dışa Açılmasında Yeni Yaklaşımlar" konulu panelin konuşmacılarından biriydim.

Panelin diğer iki konuşmacısı, Türkiye'den fuar için gelen heyette bulunan  Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Ümit Yaşar Gözüm, diğeri ise çeviri alanında çalışan Dr.  Tevfik Subhani'ydi. Türkiye Kültür Ateşeliği'nin memurlarından Ferzin Tevekkuliyan ise Türkçe sunumları aslına uygun bir dille katılımcılara aktardı.

 Ümit Yaşar Bey, Türk edebiyatının dışa açılması konusunda sürdürülen TEDA (çeviri destek) ve  Her Ülkeye Bir Türkiye Kitaplığı projelerinin uygulanmalarında alınan yolu anlattı. Kültürel dışa açılım projeleri kapsamında yeni bir gelişme olan Yunus Emre Kültür Enstitüleri üzerine de bilgi verdi. 1 Temmuz'da Fransa'da gerçekleşecek olan Türk Mevsimi isimli etkinliğin bir benzerinin Tahran'da gerçekleşmesine ilişkin temennisini dile getirdi. 

Prof. Subhani konuşmasında Mevlana, Hafız ve Sadi gibi iki ülkede de büyük kabul gören ustalarla ilgili yapılmış çalışmalara değindi. İki ülke arasındaki çeviri akışının hızlanması ve güç kazanması için yardımcı olacak sözlükler ve ansiklopediler hazırlanmasının  öneminin altını çizdi.

 Bense iki ülke arasındaki çeviri faaliyetlerinin karşı karşıya bulunduğu güçlükleri çözümlemeye çalıştım. 


II- Panele İranlı kitap dostlarının ilgisi çok büyüktü. Panelin ardından da katılımcılarla söyleşmeye devam ettik.

 Fırsat buldukça standları dolaştım, yayınevi temsilcileriyle sohbet ettim. Yayınevlerinin  ortak görüşü bu sene fuara ilginin geçen senekine göre daha bir artmış olduğu yönünde. Kitaplar daha ucuz, dolayısıyla daha fazla satış yapılabiliyor.

Türkiye standında ise, fuar dolayısıyla İran'a gelmiş bulunan Türkiyeli kültür neferleriyle ve Türkiye'nin Tahran'daki yeni kültürel ateşesi Cahit İscen'in sohbet ettik.

Türk Tarih Kurumu Kütüphane Müdürü Neşecan Uysal, fuarı çok canlı bulduğunu söyledi. "İranlıların çok kitap okuyan insanlar olduğunu düşünürdüm, buraya gelince bu kanaatim pekişti. Çocuk kitapları bölümünde iğne atacak yer yoktu neredeyse. Aileler çocuklarını alıp gelmişler", dedi Neşecan Hanım.

Prof. Dr. Nimet Yıldırım, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Fars Dili ve Edebiyatı bölümünde görev yapıyor. Yenilerde, Türkiye için sahasında bir ilk olan  Fars Mitolojisi Sözlüğü yayınlanmış, Prof. Yıldırım'ın, onun heyecanı içinde.

 Neşecan Hanım gibi Nimet Bey de İran'da kitap yayını alanında gözlemlediği canlılıktan çok etkilendiğini ifade ediyor. Bu bağlamda İsfahan'da geçirdiği 45 günü anlatıyor: "Her gün farklı kitapçılara gidiyor, otele torbalar dolusu kitapla dönüyorduk. Otel görevlileri ellerimizdeki kitap dolu torbaları görünce şaşırıyorlardı. Tahran'da da İnkilap Caddesi'ndeki kitapçılarda ve sahaflarda da "nâyap" denilen, nüshası bulunmayan kitaplar dışında aradığım her kitabı bulabildim."


 III- İranlıların kitaba dönük düşkünlüğünde, kitabi mirasın, kütüphanelerin alfabe değişiminden kaynaklanan bir bölünmeyle ulaşılmaz hale gelmemiş olmasının rolü yok mudur... Bu önemli ayrıntıya panel konuşmamda da değinmiştim. İki ülke, Türkiye ve İran farklı alfabeler kullanıyor. Bu farklılık iki ülkenin modernleşme tekniklerini iki farklı üslup halinde seçmelerinde de ortaya çıkıyor. Yine de denilebilir ki bunca yıldan sonra edinilmiş tecrübelerle gelinen noktada her iki ülke için de geçmişin kültürel mirası, vazgeçilmez bir başvuru kaynağı.

Çeviri alanındaki yetersizlik yüzünden iki ülke de birbirlerinin edebiyat alanındaki verimlerini Batı piyasalarının dolayımıyla izliyor. Türkiye'de dar bir çevreyle sınırlansa da öteden beridir çağdaş İran edebiyatına ve felsefesine dönük canlı bir ilgi olduğunu söyleyebilirim.  Furuğ, Sadık Hidayet, Söhrap Sepehri, eserleri defalarca basılan İranlı şair ve yazarlar arasında başta geliyor.

 İran'da uzun yıllar boyunca solcu çevirmen ve eleştirmenlerin beğenileri Türk yazarlarla ilgili çevirilerde başlıca kıstas olmuştur. Bu nedenle de İranlı kitap okuru Nazım Hikmet'i, Aziz Nesin'i,Yaşar Kemal'i ve giderek de Orhan Pamuk'u iyi tanıyor.

 İran Devrimi Türkiye'de bu ülkenin kültür ve edebiyatına yönelik taze bir merakın uyanmasına kaynaklık etti. Ali Şeriati'nin eserleri 80'li yıllarda Türkiye'de farklı isimlerle defalarca basıldı. Asım Gültekin Kitap Postası'nda Türkçe basılmış Şeriati kitaplarının sayısının 40'a yakın olduğunu yazmıştı.  Fakat bu kitapların, mesela Düşünce Yayınları ve Bir Yayıncılık gibi çeviri alanında titiz olduğu söylenilebilecek yayınevleri tarafından çıkartılanlar bir yana bırakılırsa, önemli bir kısmının çevirisi oldukça bozuk. Fecr Yayınevi'nin Şeriati'nin kitaplarını yeni bir tercümeyle yayınlamaya başlaması, bu önemli düşünüre yapılan büyük haksızlığı telafi eder, dilerim.  


 İran'da da Türk kültürüne ilişkin değerlendirmeler uzun yıllar genellikle Türkiye'nin Batılılaşma çabasına ilişkin uç uygulamalar üzerinden yapıldı. Son yıllarda bu konuda daha farklı bir kavrayış hakim İran medyasına. Türkiye'nin farklı renkleri, geniş katmanları farkediliyor. Dolayısıyla edebiyat alanındaki gelişmeler de hiç olmadığı kadar izleniyor.  Türk edebiyatının önemli isimlerinin başta Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Mehmet Akif Ersoy olmak üzere Farsça'ya kazandırılması umulur bu aşamada.

İran'da bir dönemde hissedilen Türk edebiyatına ve Türkiye kültürürün verimlerine dönük ilgisizlikte psikolojik bir etkenden de söz edilebilir gibi geliyor bana. İranlılar (ve Araplar da)  uzun zaman gerek dilleri ve kültürleri, gerek hayat tarzlarıyla Türkiye'deki gülüyle dikeniyle Batılılaşma taraftarı olan kültürel elit tarafından hor görüldüler. Dil ve alfabeyi de içine alan bu hor görü zaman içinde iki dilin verimleri arasında bir sağır duvarın yükselmesine yol açmıştır.

Devrim'in ardından İran sinemasının gösterdiği gelişmenin, bu gelişmenin uluslararası piyasa (ve elestiri) tarafından onayının ardından, Türkiye'deki kültürel elitin İran'daki sanat ve edebiyat ortamını yeni bir ilgiyle takip etmeye başladıkları söylenilebilir.

 İran ve Türkiye'nin temsillerinin oluşturduğu bir denge var ve İslam medeniyetinin hayatiyeti, kendini tazeleme yeteneği, bu iki kültür arasındaki iletişim kanallarının aktif olmasını gereksiniyor gibi geliyor bana. Fuarlar, ortak mirasın belirginleştiği karşılaşma alanları. Tercüme faaliyetleriyle ise, iki ülke ve iki toplum ortak bir mirasın taze verimlerini birbirine takdim etmiş oluyor.

 Tahran Kitap Fuarı'nda düzenlenen paneldeki konuşmamda vaktin izin verdiği kadarıyla, İran ve Türkiye arasındaki tercüme veya çeviri faaliyetleri bağlamında yukarıda değindiğim hususları açmaya çalıştım.