Irak ve buna bağlı olarak İran ile ABD'nin durumuna ve Irak'ın iç sorunlarına yanıt aramak için uluslararası bir dayanışmanın oluşturulması kaçınılmaz hale geldi. Söz konusu uluslararası dayanışmanın "Batı" ayağının güçlendirilmesi olasılığı düşük. İngiltere bile Irak'taki askerlerinin sayısını kademeli olarak düşürüp ağırlığını Afganistan'a kaydırırken ABD'nin yeni "Batı"lı müttefik bulma olasılığı zayıf. Irak'a NATO'yu dahil edip kendisini rahatlatacak bir durum yaratması olasılığı ise, hem NATO müttefiklerince sıcak bakılan bir proje değil, hem de Irak'taki farklı kesimlerin beklentilerine uygun değil. Gerek Irak gerek İran sorunsallarına askeri çözüm arayışlarında ısrar etmek de çok anlamlı değil. Irak'ta çatışma sürdüren taraflara verilen uluslararası desteğin kesilmesi, liderleriyle diyalog kurulması, beklentilerin siyasal yapı içerisine yerleştirilmesi ile İran'da siyasal ve ekonomik pazarlık sürdürülmesi ihtiyacı doğmuş durumda. Durum doğrudan bölgenin iç dinamiklerine yoğunlaşılmasını gerektirince, doğal olarak ve geç kalmış bir biçimde, bölgede rol oynayan diğer ülkelerle somut işbirliklerine olan ihtiyaç arttı. Bu ihtiyaç ABD için olduğu kadar bölge ülkeleri için de geçerli. ABD, bir yandan kendisinin Irak'taki varlığını konsolide edecek; ama bir yandan da radikal direniş gruplarını pasifize edip yeni bir Irak oluşturmaya yönelik projesinden vazgeçmediği için, bölge ülkelerinden siyaseten ABD çizgisinde bulunduğunu farz ettiği ülkelerle işbirliğini geliştirme yollarını zorlamakta. Bir yanda ABD, İngiltere ve İsrail öte yanda Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan olmak üzere bir Amerikan yanlısı ittifak oluşturulmasının ihtimalleri deneniyor. Söz konusu türden bir işbirliğinin, Ortadoğu'ya istikrar sağlayıcı faaliyetlerde bulunacağına şüpheyle bakmak gerek. Öncelikle belirtmek gerekir ki, iki kutuplu dönemden beri yapılagelen bir hatanın tekrarı niteliğindeki bu girişim, ABD yanlısı ittifak karşısında Amerikan karşıtı bir diğer ittifakın kurulmasının yolunu açabilir. 1955'te Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere arasında kurulan Bağdat Paktı'nın Nasır dönemi Mısır ile Suriye, Yemen ve hatta Suudi Arabistan ile nasıl karşı bir pakt kurmasına ve Irak'taki monarşinin devrilmesine yol açan süreçte de bu ikili yapının nasıl rol oynadığı hatırlanabilir. Üstelik Sovyetlerin çevrelenmesi amacıyla kurulan Bağdat Paktı'nın, karşı kampların kurulmasıyla hiç de amacına hizmet etmediği de hatırlatılmalı. Soğuk Savaş yıllarında ABD'nin halklara değil ülke yöneticilerine bakarak politika geliştirdiği, yöneticilerin uygulamaları beğenilmediğinde bunların devrilebileceği ve ABD ile işbirliği yapacak kadroların iktidara getirilebileceği gibi eğilim söz konusuydu. Bu politika kısmen başarılı da oldu. Bugün halkları dikkate almaksızın yönetici kadrolara dayanarak kalıcı politikaların sürdürülmesi olasılığı ise düşük. Mısır yönetiminin ABD ile yakın güvenlik ilişkileri bulunsa da, Mısırlıların ABD ile uzlaşı içindeki politikalara ne denli uzak olduğu biliniyor. Mısır'daki anti-Batıcı eğilimin İslam ile beslendiği ve eğer bir ittifak kurulacaksa bunun İslam ülkeleri arasında olması gerektiğini savunan kesimler küçümsenmeyecek kadar kalabalık. Mısır'da şimdiki iktidara bakarak pozisyon almak zor, iktidarın iktidarı ciddi sallantıda ve önemli bir muhalefetle karşı karşıya. Ürdün ise, büyük ölçüde Filistin-İsrail sorunu çerçevesinde Filistin ülkesi içine dahil olmama kaygıları taşıyan bir ülke. Toprakları ve sınırlarıyla ilgili sorunlar dışında, yönetimin meşruiyeti bakımından da sorunlar yaşanıyor. "Batı" ile olan sıkı bağlar, Kraliyet ailesinin yapılanması, İsrail ile yakın ilişkiler tüm Ürdünlüler nezdinde o kadar da makbul durumlar değil. Kapalı kutu Suudi Arabistan ise, toplumsal gerginlikler bakımından en riskli ülke durumunda. Yönetim kadrolarının şeriat kurallarından saparak ülkeyi yönettiğini savunan önemli bir kesim var ve bunlar S. Arabistan'ın ABD'nin Ortadoğu'daki en yakın müttefiki olmasından rahatsız. Bölge ve dünya siyasetinde çok önemli bir ağırlığı bulunan S. Arabistan'ın rejim bakımından gevşemesini talep eden liberaller de önemli bir muhalif grubu oluşturuyor. S. Arabistan yöneticileri de, ABD ile ilişkilerinde iç dengelerini gözetmek zorunda. ABD, İngiltere ve İsrail'in işbirliğinin Batı kanadı olmaları, adı geçen ülkelerdeki muhalif grupları daha da hareketlendirecek nitelikte. Irak ve Lübnan'daki durumların düzeltilmesi ve ABD'nin bölgedeki varlığına istikrar sağlanması amacıyla atılacak adımların, Şii-Sünni ya da Farsi-Arap bölünmesini körükleyebilecek olması, aslında İran'ın ve S. Arabistan'ın o kadar da beklentileri arasında değil; ama esas telaşın İran'da olduğu söylenebilir. Ortadoğu'nun bu iki büyük petrol üreticisi ve iki stratejik oyuncusu tarihsel olarak hep rakip durumda kaldı. "Batı" ülkeleri nezdinde aynı tarafta yer aldıkları dönemlerde bile İran ile S. Arabistan, Ortadoğu dengelerinde çatışan tarafları karşılıklı olarak desteklediler. Bunun en fazla açığa çıktığı yer Yemen oldu, Irak-İran Savaşı'nda S. Arabistan açıkça Irak'ı destekledi, ardından Lübnan'da kendisini gösterdi, şimdi Irak'ta gösteriyor ve yarın da Orta Asya'da gösterecek. Bu rekabetin dengede kalması, her iki ülke bakımından da tercih edilen bir durumdu. Taraflar birbirlerini tehdit göstererek, hem Ortadoğu'daki çeşitli kesimlerde etki kurmayı başarabiliyor, hem de içeride otoritelerini güçlendirmeyi başarıyordu. İran ABD'yi, S. Arabistan da Sovyetleri düşman görürken bu denge işliyordu. Ancak, bugün gelinen noktada "düşmanlar" ayrışmış durumda. İran'da rejim, S. Arabistan'da ise çoğunluk "Batı" karşıtı bir eğilimde. Üstelik Suudilerle İranlıların desteklediği taraflar Irak'ta çıkmaza girmiş durumda. Dolayısıyla kazananı olmayan bir mücadeleye sürükleniyorlar. İşte bu nedenle İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Kral Abdullah ile Irak'taki ayrılıkçı şiddeti, Lübnan krizini ve İran'ın nükleer programını görüşmek üzere S. Arabistan'ı ziyaret ediyor. Bu görüşmeler sonrasında İslam'ı bölmek isteyenlere karşı ortak bir tavır alınması türünden açıklamalar yapılsa da, İslam zaten bütünleştirici bir harç olarak Irak'ta yarar getirmekten çok uzak. Bu tür bir açıklamanın arkasında, büyük ölçüde Irak'taki çatışmaları azaltacak yönde ortak tavır alınıp alınamayacağı aranacak ve gayet tabii ekonomik ve siyasal pazarlık zeminleri yoklanacak. Ülkelerin tavırlarını ortaya koyması, sıkıntılarını ifade etmesi anlamlı. Bununla birlikte, artık dünyadaki hiçbir sorunun "öteki"ni dışarıda bırakacak biçimdeki arayışlarla çözümlenmesi de mümkün değil.