Size Suriye'den yazıyorum. Zafer günü henüz gelmedi. Ancak özgürlüğün sancağı gerçekten kaldırıldı. Bunu okullarının duvarlarına kral çıplak yazan, sessizlik yasasını çiğneyen çocuklar kaldırdı.Sonuç: Bunların onlarcası Şam'da, Deraa'da, Halep'te zindana tıkıldılar; yüzlerce yetişkin tutuklandı ya da katledildi; askerler 1963'ten beri yürürlükte olan olağanüstü hali çiğneyen göstericilerin üzerine ateş açmayı reddetti. Kısaca kral çıplak ve sonuna doğru ilerliyor.

Ancak kral o kadar sona yakın değil. Çünkü Arap dünyasındaki büyüklerinin aksine, Suriye cumhurbaşkanı 2 bedene sahip: Tiran bedeni ve direnişçi bedeni. İlki ölmekte, Bin Ali ve çevresini etkileyen hastalığa tutuldu. Ancak, Ortadoğu'yu yeniden düzenleyen 1916 Sykes-Picot antlaşmalarıyla parçalanan doğal sınırları içindeki Suriye özlemiyle beslenen ulusal özlemin vücut bulmuş hali olan ikincisi etkisini sürdürüyor.

İlki baskıyı katliamcılığa ve yolsuzluğa kadar ilerleten bir rejimle birleştiği oranda utanç verici, oysa ikincisi ulusal gururun nesnesidir. 1967 yenilgisinin getirdiği aşağılanmadan doğan mavi gözlü şefi, yaşlı haçlı şefi George W. Bush'a kafa tutmaya muktedir tek Arap liderini gurur kaynağı haline getirdi. Esed aynı zamanda, Kudüs'ün istiklal yolunu açmayı vaat eden Hizbullah ve Hamas'ın intihar gerillalarına destek veren, tek ve bölünmez, Siyonistlerin varlığından kendisini kurtarmış Arap ulusunu oluşturma iddiasında olan tek Arap liderdir.

Kral ölüme yakın değil. Yapması gereken, hasta tiran vücudunu kendine göre hazırladığı Suriye Massada'sı içinde kuşatılmış direnişçi kisvesi içinde saklamak. Herkesin çıkarı için bir kez daha herkesin kendisine yardıma gelmesini dert etmelidir. Amerikalılar, Libya cephesi açılmışken, Avrupalılar ve İsrailliler Tahran-Hizbullah-Şam cephesi tarafından bölgenin yangın yerine çevrilmemesi için diplomatikliği ve hizmet etmeye eğilimliliği kullanacaklardır. Suriyelilere gelince Esed rejiminin ancak tek bir bedel karşılığında, 1941'de Fransız koloni gücü tarafından oluşturulan Suriyelilerin o zamandan beri ulusal özlemlerine kısmen cevap veren yaşayabilir bir ulus oluşturmak için sırtladıkları Suriye cumhuriyetinin parçalanması pahasına yıkılabileceğinden kaygılandıklarından boyun eğmeliler.

Yönünden çevrilen, doğası bozulan, değeri düşürülen bu ulusal özlem Suriyelilerin ruhunu isyan ettirmiyor. Onları, ruhlarını yitirmek pahasına Baas Partisi diktatörlüğüne boyun eğmeye yönelten buydu. Ancak Baas darbecilerinin geçen yüzyıldan kalma olağanüstü haline karşı çıkan, Suriye rejimi kadar onun İsrail-karşıtı işbirlikçileri İran ve Hizbullah'ı ifşa eden genç göstericiler, sloganlarına inanacak olursak, onlar babalarından daha az teslim olacağa benziyorlar. Ancak yanılmayalım! Aynı gençler, gayrimeşru bir rejimi savunmak için Golan cephesini terk ederek orduyu da yüksek düzeyde ihanet etmiş olmakla suçluyorlar.

Kral ancak değiştirebileceği yeni bir vücudu kalmadığında, işgal altında olan bazı toprakları özgürleştirme bahanesine sığınamadığında, kutsal birlik talebinde bulunma hakkını yitirdiğinde gerçekten ölebilir. Tüm bunlar babadan kalma iradi kölelik zincirlerini kırma inisiyatifi almış olan çocuklara bağlı değil. Peki, kime bağlı? General Pétain'in milislerinden Fransa'nın çocuklarını kurtarmak için hayatını riske atmış olan Suriyeli bilge Musa Abadi bu soruyu şöyle cevaplıyor: "Arayın bulacaksınız!"

Size Fransa'dan yazıyorum. Burada zafer günü çok uzun zaman önce geldi. Ancak Akdeniz'in öte yakasında krallarının çıplak olduğunu fısıldayan çocukların sesleri duyulmuyor. Burada acaba bu çocuklar sakallılar mı değiller mi, acaba bizim kampanyalarımıza yakınlar mı değiller mi, Akdeniz İçin Birlik projesine yandaşlar mı değiller mi diye soruluyor. Yine bu coğrafyada daha dün Rafale ve Areva santrallerini sattıkları Libya tiranına karşı adil bir savaş başlatarak vicdanlarını rahatlatıyorlar.

Suriye'nin tiranına gelince, o konuda fikir değiştirmeden önce daha bir süre beklenecek. Çünkü görüyorsunuz Doğu'nun işleri görüldüğünden çok daha karmaşık. Ve biz Fransa'nın tiranlığını daha iyi ifşa etmek için Suriye'ye seyahat eden Aydınlanmacıların zamanında yaşamıyoruz. Le Monde 1 Nisan 2011.

Kaynak: Zaman