Uday Fandi Pazar günü Suriye’nin kuzeyinde hareketli bir sokak pazarında aile tezgâhının başında duruyordu. 13 yaşındaki erkek çocuğunun parçalanmış vücuduna beyaz bandajlar sarılmıştı; bilinci yarı açık halde hayata tutunmuş olarak uzanıyordu.
Beşşar Esad’ın savaş uçaklarından biri kalabalık Pazar yerine bomba bırakmıştı. Uday’ın babası İbrahim, bir hastane yatağı bulmak üzere çocuğu acı verici bir seyahatle Türkiye sınırına taşımıştı. İbrahim Fandi “yol boyunca kanama devam etti. Buraya vardığımızda kanaması hala devam ediyordu” dedi.
Suriye kazanının büyük bir kesimiyle kıyaslandığında Fandi ve oğlu Türkiye sınırındaki Kilis’te hiç değilse nispi bir güvenlik bulmuşlardı. Ama gelin görün ki ülkelerindeki savaş onları burada da takip edebilir. Suriye’deki kan banyosu, Kofi Annan’ın Haziran’da yaptığı tatsız kehaneti haklı çıkarırcasına merhametsiz sınırlara doğru yayılıyor. BM eski genel sekreteri Kofi Annan, Suriye’deki ayaklanmanın öteki vahşi rejimlere karşı başkaldırılarda olduğu gibi kuşatılamayacağını söylemişti.”Suriye, Libya değil” diyen Annan “içe doğru patlamayacak, dışa doğru patlayacak/infilak edecek” demişti.
Türkiye’nin Suriye’yle 500 mil uzunluğundaki sınırında yaşayan insanlar bu tahminin doğru olduğunu biliyorlar. Esad’ın kendi sahasındaki masumların hayatına kastettiği gaddar mücadelesi açıkçası bitmiştir. Mücadelesi iç savaşın ötesine tırmandı ve hızla bölgesel bir savaşa doğru seyrediyor. Annan’ın deyişiyle, Suriye gözlerimizin önünde [dışa doğru] infilak ediyor.
En yakıcı delili, Türkiye’nin sınır bölgesinde Akçakale’deki sade bir aile evinin kalıntılarıdır. Duvarlardaki şarapnel parçaları bir anne ve üç kız çocuğu dâhil beş Türk sivilin nerede öldürüldüğünü gösteriyor.
Bu trajedinin sonrasında Çarşamba günü bazı gözlemciler – içlerinde Ankara’daki Batılı diplomatlar da var – Türkiye ve Suriye’nin geri adım atacaklarını ve gerilimin azalacağını öngördüler. İşin aslı, sınırda karşılıklı bombardıman her gün yaşanıyor. Suriye ordusu dün yine Hatay’a havan mermileri düşürdü ve komşusu Türkiye’yi misillemeye mecbur bıraktı. Akçakale’den beri Suriye’nin üçüncü saldırısıydı bu ama neyse ki ölen ya da yaralanan olmadı.
Suriye top ve havan mermileri 2012’nin ilk dokuz ayı zarfında Türkiye’de tam yedi kez patladı. Sadece son altı gün içerisinde ise dört kez. Bu tezat, çok istekli yahut delidolu komutanların değil daha büyük güçlerin kolları sıvadığını telkin ediyor. Çok fark yaratır bu çünkü ayaklanmacılar resmi sınır kapılarını da kontrol ediyorlar ve silah, levazım ve adam geçiriyorlar buradan. Esad’ın bu tehditle başa çıkacağı seçenekleri son derece sınırlı. Ayaklanmacıların kontrolündeki alana saldırı düzenleyebilirdi ancak aşırı gerilmiş ve Halep sokaklarında yıpratma harbindeki ordusu muhtemelen bu görev için yeterli askere sahip değil.
Bu durum onu iki şıkla baş başa bırakıyor: Ya Hür Suriye Ordusunun hâkimiyetindeki sınır bölgelerine duyarsız kalacak yahut da bölgeye top ve havan mermileri yağdıracak hatta ki bu top ve mermilerin Türkiye’ye düşmesi anlamına gelse bile. Sınırdaki karşılıklı bombardıman, Esad’ın diğer şıkkı seçtiğini gösteriyor. Bunların bir dizi yanlış olduğunu söylemek yerine, Türk topraklarına yapılan saldırıların en makul izahı, Suriye diktatörünün bilinçli olarak tırmandırmayı seçtiğidir.
Şaşırtıcı gelmemeli bu. Esad, çatışmanın her bir merhalesinde rejimini koruma operasyonunda kısıtlamaları kenara koymaya istekli olduğunu göstermiştir. Ayaklanmacıların elindeki bölgelere savaş uçaklarıyla düzenlediği hava saldırıları en görsel delildir. Rus yapımı Mig ve Sukhoi uçaklarının tekerleri ayaklanmanın ilk yılında genelde karadaydı; fakat şimdi her geçen gün daha çok uçuyorlar.
Bir sonraki mantıkî adım, Suriyeli komutanların Türkiye’yi vurma riskini göz önüne almaksızın ayaklanmacıların elindeki bölgeleri uzun menzilli füzelerle vurmalarıdır. Son altı gün içerisinde Esad’ın bu operasyonu başlamış görünüyor. Süreç içerisinde daha fazla insan evlerini terk edecek. Suriye “infilak etmekle” kalmıyor; tehlikeli mermiler kelimesi kelimesine komşusuna doğru yağıyor. Suriye, o kadar çok sayıda vatandaşını yerinden ediyor ki diğer devletlerin müsamaha ve misafirperverliğini zorluyor.
Şu an Türkiye’de 13 kampta kayıtlı 93.000 mülteci yaşıyor fakat en az 50-60 bin kişi kayıtdışı olarak Türkiye’de ve muhtemelen ilişkileri sayesinde veya kendi evlerini kiralayarak yaşıyorlar. Geçen hafta, Suriye’den yeni gelenlere karşı Hatay’da gösteri yapıldı; Hatay’da Esad mezhebinden alevilerin sayısı çok ve bunlar, Sünni mültecilere tepkililer.
Ancak Türkiye’deki genel halet-i ruhiyeyi de yansıtıyor değil bu. Kilis’te bir kampta 13.000 kişi yaşıyor ve çoğu kişi Türkiye’nin sağladığı güvenlik ve gösterdiği misafirperverlikten dolayı minnettar. 5 ay önce Türkiye’ye kaçan 40 yaşındaki Sahada Allavi “kendimi burada insan gibi hissediyorum; yakında bir çöp parçası görseler hemen temizliyorlar” diyor.
Kilis’teki mülteciler çadırda yaşamıyorlar; aileler prefabrik evleri paylaşıyorlar. İhtiyaç duydukları tüm gıda; çocukları için okul var ve haftada kişi başına 6 avro alıyorlar. Suriyeliler ve Türkler birbirlerine kan bağıyla bağlılar ve çoğunluğu Sünni İslam’ı paylaşıyorlar.
Türkiye’ye üç ay önce gelen Muhammed Bakır “Türk halkına teşekkür etmeliyiz çünkü ta en baştan beri bize büyük bir misafirperverlik gösterdiler. Onlarla hiçbir sorun yaşamadık” diyor.
Ama gene de tehlike sinyalleri yok değil. Kilis kampı, merkeze uzakta ve Suriye sınırının yanı başında. Tüm mülteciler hareket serbestiyetine sahipler fakat kamp etrafındaki yüksek tel örgüler ve gözcü kuleleri Türkiye’nin onları tecrit etme yahut geri gönderme şıkkını saklı tuttuğunu telkin ediyor.
Bu arada, Türkiye, sınırsız sayıda mülteci kabul politikasına sessizce son verdi. Ülke bugün sadece açılan kampların izin verdiği ölçüde mülteci kabul edecek. Şu an yaklaşık 10.000 kişinin yeni yer açılana kadar sınırın Suriye tarafında yığıldığı haberleri geliyor.
Yetkililer Kilis’teki mültecileri yakından takip ediyorlar ve nitelik bakımından daha aşağıdaki kamplara gönderme tehdidi yöneltebiliyorlar. Bir mülteci kendisine şöyle söylendiğini belirtti: “Eğer sorun çıkarırsan sırf çadırların olduğu Urfa kampına göndeririz seni.” Bunu hep söylüyorlar.” 42 yaşındaki adam kış mevsiminin yaklaştığına işaret etti ve çocuklarını yataksız çadırlara mahkûm etmek istemediğini söyledi.
Mülteci akını şimdiye değin yönetilebilir bir durum olduysa da sonsuza kadar da böyle devam edemez. BM daha fazla sayıda Suriyelinin kaçacağına inanıyor. BM’e göre bu yılın sonlarına kadar tüm komşu ülkelerde 710.000 mülteci olacak. Şimdiki sayının tam iki katı.
93.000 kayıtlı mülteci varken gerilim görülebiliyorsa, bu sayı iki katına çıkınca ne hal alır? Ya süresiz olarak Türkiye’de kalırlarsa?
Türkiye’nin asabi ve duygusal başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Esad’ı gitmeye çağıran ilk bölge lideriydi. Türkiye topraklarına düşen her bir top mermisiyle, gelen her bir mülteciyle, Türkiye’nin Esad’ın devrilmesindeki çıkarı daha bir mücbir oluyor.
Erdoğan’ın bu saldırılara karşı tepkisi şimdiye değin ölçülüydü. Türk topçuları, Suriye bombardımanlarına orantılı karşılık verdiler ve fazlasından uzak durdular. Fakat Türkiye, Hür Suriye Ordusuna üs ve levazım desteği sunarak Esad’a karşı hâlihazırda örtülü bir savaş veriyor.
Çatışma sınır ötesine taştıkça sorular da ortaya çıkıyor: Sınırdaki bu de facto savaş daha ne kadar ilan edilmemiş olacak? Suriye, Annan’ın kehanetinde olduğu gibi “infilak ederken” her bir komşusu, enkaz yığıntısının kendisine çarpması riskiyle karşı karşıya.
Kaynak: Telegraph
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı