Suriye'de yaşanan olaylar ülkedeki Müslümanları ikiye böldü. İlk grup isyancıların tarafında yer alıyor ve bunların çoğunluğu selefilerden oluşuyor. İkinci grup ise isyancıları ABD'nin "kuklası" olarak gören gelenekselcilerden oluşuyor.
Suriye'de yaşanan gelişmeler genel olarak üç ana başlık altında değerlendiriliyor:
1- Esad rejimine karşı başlatılan isyanlar, Batılı istihbarat örgütleri, Körfez ülkelerindeki monarşiler ve bunlara destek veren Türkiye tarafından tahrik ediliyor. Bu açıdan baktığımızda Suriye'deki ayaklanmanın dünya çapındaki jeopolitik oyunun bir parçası olarak ortaya çıktığını ve asıl amacın önce İran daha sonra ise Rusya'nın bölge üzerindeki etkisini azaltmak olduğunu görürüz. Bunun yanı sıra İsrail'in memnun kalabileceği bir Suriye'nin inşa edilmesinin düşünüldüğünü de hesaba katabiliriz.
2- Suriye'deki ayaklanma iki İslam mezhebi arasında dini çatışmaya dönüştü. Mezhepler arasındaki sorun uzun yüzyıllar boyunca vardı ve zaman zaman silahlı çatışmaya da dönüşüyordu. Yaşanan son olaylar da sadece onlardan birisi olarak görülebilir. Değerlendirme yapan uzmanın kendi bakış açısına göre durum Sünni-Şii çatışması ya da radikal İslami gruplar ile laik rejim ve barış içerisinde yaşamayı kabul eden hoşgörülü İslam anlayışı arasındaki bir savaş olarak da tanımlanabilir.
3- Ayaklanma, Suriye toplumu, otoriter rejimin baskı ve zulümlerinden bıktığı için meydana geldi. Vatandaşlar demokratik değişim talep ediyor ve bu değişim isteği sadece ekonomi ile sınırlı kalmıyor. Beşşar Esad ekonomi alanında reform yapmaya hazır olduğunu gösterdi. Ancak insanlar son 50 yıl içerisinde Suriye'de kurulan siyasi sistemin de değişmesini talep ediyor.
Bu tür iddiaları ortaya atan uzmanların tamamı aslında sadece kendi doğrularını savunuyorlar. Ancak her üç iddianın da doğruluk payının olduğu ifade edebiliriz. Fakat 20. Yüzyılın ortalarında yaşanan olaylar da unutulmamalıdır. Suriye vatandaşları arasında 1940 ve 1960'lı yıllar arasında yaşanan çatışmalar ve bu çatışmaların askeri darbelerle önlenmeye çalışılması günümüz Suriye toplumu içindeki bölünmüşlüğün ortaya çıkmasına neden oldu.
Suriye'nin genç bir nüfusa sahip olduğu da unutulmamalı. Bu topraklarda kadim uygarlıkların bulunduğu hatırlanabilir. Ancak 20. Yüzyılın başlarına kadar bir Suriye milleti mevcut değildi. Osmanlı Devleti tarafından kontrol altında tutulan topraklarda çoğunlukla Arap halkları ikamet etmekteydi. Zaman zaman Türkler aleyhinde sorunlar yaşanıyordu. Ancak sorunlar Türklerin ayrı bir millet olarak kabul edilmesinden dolayı ortaya çıkmamaktaydı. Arap halkları arasındaki ayrım Müslümanlar, Hıristiyanlar, Dürziler, Aleviler ve diğerleri şeklinde yapılmaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Türkiye tarafından kaybedilmesinden sonra Suriye Fransa'nın kontrolüne geçti. Aleviler ise Lazkiye bölgesinde özerklik elde etti. Aynı dönemde Aleviler hem Sünniler hem de Şiiler tarafından İslam mezhebi olarak kabul edilmiyordu.
Müslümanlara karşı olan fakir Hıristiyanlar Fransızların bölgedeki destekçileri haline dönüştü. Bu Hıristiyanlar 1926 seçimlerine aktif bir şekilde katılım kararı almıştı. Diğer gruplar ise seçimi boykot kararı aldı.
Fransızlar'ın Troupes Spéciales du Levant adlı sekiz birliğinin çoğunluğu Alevilerden oluşmaktaydı. 1945 yılının ikinci yarısına kadar Troupes Spéciales du Levant Fransız komutanlarına sadık kaldı. Alevi polisler Sünnilerin gösterilerine müdahale ediyor, isyanlar ve eylemlere engel oluyorlardı. 1925-1927 yılları arasında Fransa'nın Suriye komutanlığını yürüten Anri de Yuvenel hatırasında şöyle yazmaktaydı: " Alevi siyasilerden biri bana şöyle dedi: Son üç dört yıl içerisinde önceki üç dört yüzyıldan daha fazla mesafe kat ettik. Bizim sadece bir talebimiz var. Bu durumun devam etmesi..."
Fransa yanlısı görüşler özellikle 1936 yılında daha fazla ortaya çıktı. Kısa bir süre içerisinde Suriye'de Alevi özerkliği kurulmuştu. Aleviler Sünnilerle birleşmeyi köleliğe geri dönüş olarak görüyordu. Alevi bir siyasetçi Fransa başbakanı Leon Blyum'a yazdığı mektupta şöyle diyordu: " Alevilerle Sünnileri ayıran büyük farklılıkları size hatırlatmak isterim. Birleşme hayal edilemeyecek derecede büyük bir trajediye neden olacaktır." Daha sonra Alevilerin önde gelen altı lideri daha birlikte Blyum'a mektup gönderdi. Mektupta şu ifadeler yer aldı: "Aleviler hem tarihi hem de dini bakımdan Sünnilerden ayrıdır. Aleviler, Suriye Sünni bir devlet olduğu için bu devletle birleşmeyi kabul etmiyor. Onlar bizi kafir olarak görüyor."
Fransa'nın Suriye'deki manda yönetiminin sona ermesi Aleviler açısından hayati tehlikenin başlaması anlamına gelmekteydi. Dini feodalizm ruhu Suriye'yi kendisini yönetemez durumu sokuyordu. Alevilerin güvenliğini ve bağımsızlığını sadece Fransızlar'ın Suriye'de kalmaya devam etmesi temin edebilir."
1946 yılında Fransa'nın manda yönetimi son buldu ve siyasi iktidar Sünnilerin eline geçti. Aleviler ise 1947 ve 1952 yıllarında isyan etti ve her iki isyan da başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine halkın yüzde 12'sini oluşturan Aleviler Sünnilerle entegrasyon konusu üzerinde düşünmeye başladı. Belirtilen dönemde "ülkedeki azınlıkların toplandığı yer" olarak bilinen ordu Aleviler için temel bir dayanağa dönüşmeye başladı. Fransızların bulunduğu dönemde Aleviler ordu içerisinde etkili bir konuma sahipti. Ayrıca Sünni Arap Selaheddin Bitar ve Hıristiyan Ermeni Mişel Eflak tarafından kurulan Arap Sosyalizm Partisi (BAAS) de önemini artırdı. BAAS partisinin laik özellikler taşıması gayri Müslimlerin Müslümanlarla beraber hareket etmesine yardım etti. Ordu içerisinde etnisitelerin etkili olması ile beraber azınlıklar yükselmeye başladı. Bunun ilk yansıması olarak Kürt Albay Hüsni ez - Zaym askeri darbe yaptı ve kendisini 1948'de Devlet Başkanı ilan etti. Ancak bir yıl sonra öldürüldü. Çok sayıda askeri darbe düzenlendi. Ancak bunların tamamının incelenmesi konumuz dışında kalıyor. Suriye'de çeşitli grupların desteği ve ideolojik nedenlerle çok sık olarak darbeler yapılıyordu. Ancak konumuz açısından BAAS partisinin 1963 yılında iktidara gelmesi önem arz etmektedir.
8 Mart Devrimi'nde Aleviler kilit rol üstlendi ve doğal olarak BAAS yönetimi ve ordu içerisinde üst düzey görevlere gelebildiler. Özellikle de Lazkiyeli aleviler olan Salih Cedid ve Hafız Esad'ın belirtilmesi gerekiyor. Hafız Esad belirtilen tarihte albay rütbesi almış ve Suriye Hava Kuvvetleri komutanlığı görevine yükselmişti. Devrim sonrasında yapılan tasfiye çalışmaları 700 subayın ordudan atılması ile sonuçlandı. Bu sayının yarısı kısa süre içerisinde Aleviler tarafından işgal edildi. Sünniler önemli engellerle karşılaştı. Bazı subaylar askeri okulları bitirmelerine rağmen birliklere gönderilmemekte ya da siyasi hayatın uzağında kalan bölgelerde görev almaktaydılar. Muhammed Umran gibi önde gelen Aleviler ise sadece Alevilerden oluşan özel birlikler kurdu. Sünni generallere sembolik görevler verilmekte, gerçek askeri kontrol ise Alevilerin elinde tutulmaktaydı. Aynı süreç BAAS partisi içerisinde de devam etti. Burada da Sünniler saf dışı bırakılmaktaydı. Aleviler ise köy köy partiye üye edilmekteydi. Parti büyük bir hızla sol görüşe doğru kaymaktaydı. Kolektifleşme ve millileşme programları gündeme taşındı. 1964 Hama isyanı yaşanan gelişmelere tepki olarak ortaya çıktı. Hama'daki isyan Müslüman Kardeşler adlı Sünni hareket tarafından organize edilmişti.
1966 askeri darbesi sadece devlet içerisindeki bir darbe olarak değil parti içerisindeki bir darbe olarak da tanımlanabilir. Salih Cedid ve Hafız Esad liderliğindeki sol (Alevi) cenah Selaheddin Bitar ve general Amin el-Hafız başkanlığındaki milliyetçi cenaha karşı darbe yapmıştı. Darbe Şam, Halep, Lazkiye, Deyr ez-Zur gibi bölgelerde kanlı çatışmaların yaşanmasına neden oldu. Aleviler ordu içerisinde temizliğe başladı. Önce Sünniler daha sonra ise Dürziler ve İsmaililer temizlendi. BAAS bölge komutanlığı içerisinde 1966-1970 yılları arasında Şam, Halep ve Hama gibi Sünni bölgelerden hiçbir temsilci bulunmamaktaydı. Komutanların yüzde 63'ü Lazkiye doğumlu Alevilerden oluşmaktaydı. 1970 olayları ise Cedid-Esad ikilisi arasındaki çelişkiler sonucunda ortaya çıktı. Neticede Suriye lideri Salih Cedid 23 yıl hapis cezası ile cezalandırıldı. Hafız Esad ise onun yerine geldi. 1973 yılında hukuk oyunu oynandı. Suriye Anayasa'sına göre sadece Müslümanlar devlet başkanlığı görevine gelebilirdi. Aleviler Şiiliğin bir kolu ilan edilerek sorun çözüldü. Bununla da Esad yasalara aykırı eylem içerisinde olmadığını göstermiş oldu. Otuz yıllık egemenlikleri döneminde, yüzde 12 nüfusa sahip olan Aleviler hükümet, ordu ve istihbarat birimleri içerisindeki koltukların yüzde 90'nını ellerinde tuttular. Aleviler "seçilmişlerin gölge kulübünü" (Yüksek Alevi Konseyi) kurdu. En önemli sosyo-ekonomik ve siyasi kararlar onlar tarafından alındı.
Forbes dergisi tarafından ilan edilen Rus milyarderler gibi Suriye yönetiminin Alevilerden oluşması dikkat çekmekteydi. Bu durum doğal olarak dini sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. Yaşananlara tepki olarak Sünni muhalefet ortaya çıktı. Rejimi destekleyenlerin sayısının artmasına paralel olarak dini sorunlar da arttı. Muhalifler çoğunluğun dini duygularına hitap etmekteydi. Muhalifler Arap milliyetçiliği ve sosyalizm düşüncelerinin sadece Aleviliği örtbas etmek maksadıyla kullanıldığını belirtmekteydi. Şu anda yaşanan gelişmelerin çok daha kanlısı seksenli yılların başlarında yaşanmıştı. Sünni isyanın bastırılması sırasında şu anda ölenlerin sayısından üç kat fazla insan öldürülmüştü.
Netice itibariyle şu anki isyanının otuz yıl öncesinde olduğu gibi milli ve dini çoğunluğun etnik ve dini azınlığa karşı başlattığı bir isyan olduğu belirtilmeli. Bu azınlık Müslüman olarak da kabul edilemez. 1973 yılında Alevilerin Müslüman Şiiler olduğu yönünde alınan karar önemsenemez.
Alevi azınlık iktidarı şimdiye kadar diktatörlük yöntemleri ile elinde tutabildi. Bu durum göz önünde tutulduğu zaman isyancılar içerisinde Suriye'nin demokratikleşme sürecine destek veren güçlerin de olduğu söylenebilir. Suriye'deki olaylarda dış müdahalenin bulunduğuna dair iddiaların da gerçeklik payı bulunmaktadır. Ancak dış müdahalenin öneminin büyütülmesi sadece siyasi amaçlarla yapılıyor. Tıpkı Putin taraftarlarının gösteri yapan muhalifleri ABD'ye hizmet etmekle suçlaması gibi... Suriye dışındaki güçler ise yalnızca yaşanan gelişmeleri kendi lehlerine kullanma çabası içerisindeler...