İşçi Partisi lideri Ed Miliband, eylül ayındaki son konferansını, kapitalizmin daha adil ve daha insani türü için çağrıda bulunmak üzere kullandığı zaman yaygın bir alay ve istihzayla karşılandı. Ama üzerinden dört ay geçince şimdi İngiltere’de önde gelen her siyasetçi çaresiz bir şekilde Miliband’ın yolundan gidiyor. Daha adil bir toplumu neyin oluşturacağı artık akademik teorisyenlerin bir meselesi değil. Bu aniden siyasetteki en sıcak mevzu oldu.
Sebebi basit: Sıradan insanların hayatlarını etkileyen sınırlamalardan muaf olduğu görülen yeni süper zengin sınıfa karşı giderek büyüyen halk öfkesi. Üst düzey bankacılar, özel sektörün önde gelen şahsiyetleri ve yatırım fonları yöneticileri, bizden kopmuş görünüyorlar. Bunlar genelde hep bizden az vergi öderler ya da hiç vergi ödemezler, yoğun şekilde korunan meskenlerde yaşarlar ve bunlardan bazılarının İngiltere’ye gerçek bağlılıkları ya hiç yoktur ya da çok azdır. Çoğu zaman bunların servetlerinin kaynağı gizlidir ve servetlerinin kendilerine bırakılan mirasla alakasız olduğu görülür. Bu vahşi zenginler bir şekilde, toplum için ağustos ayında Londra sokaklarında soygun ve yağmalamalar yapan isyancılar kadar tehlikelidirler.
Vergi mükellefleri, City bankacılarını iflastan kurtarma paketi kapsamında 60 milyar sterlin ödediler. Bu bankacılar, nedamet ya da minnet duymak yerine milyonlarca sterlinlik maaş, çoğumuz için hayal edilmesi dahi mümkün olmayan miktarda paralar almaya devam ediyorlar.
Adaletsizlik çok dikkat çekicidir. Özellikle de hayat standartlarının düştüğü, işsizliğin arttığı bir zamanda. "Biz hep birlikteyiz" iddiasında bulunmaktan hoşlanan David Cameron, beklendiği üzere bu hafta "sorumlu kapitalizm" olarak adlandırdığı kavramı tarif etmeye çalıştığı konuşmasıyla tartışmaların içine girdi. O, önde gelen Cumhuriyetçi başkan adayı Mitt Romney tecrübesinde ispatlandığı olduğu üzere Doğru'nun muazzam derecede kırılgan bir konu olduğu hissindedir.
Romney, iş hayatı sırasında, özel sermayesi ve mali mühendislik dışında, vergi muafiyetlerinden istifade ederek tahminen 250 milyon dolarlık bir servet elde etti. Onun, kârının yüzde 15'i nispetinde vergi ödediği bildirildi. Bu, çoğu Amerikalıya göre önemli derecede düşük bir orandır.
Bazıları için bu, Mitt Romney'i bir kahraman yapar. Ama diğer çoğu kişi için, tarihçi Niall Ferguson'un çarpıcı ibaresini aktarırsak, o “zengin ve fakir Amerika arasındaki ayrılığı temsil etmek" için geldi.
Amerika Birleşik Devletleri, süper zenginlerden kibirli ve halktan kopmuş "üst sınıfın" ortaya çıkışını İngiltere'den daha fazla tecrübe etmiştir. İktisatçılar, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki süper zenginlerin şimdi 30 sene önce olduklarından yedi kat daha iyi durumda olduklarını söylüyorlar. Rahatsız edici şekilde, servetteki bu büyük büyüme, doğrudan sıradan insanların pahasına meydana geldi. İstatistikler Amerika Birleşik Devletleri'nde çalışan erkeklerin ortalama gelirinin 1970'lerden bu yana öldüğünü gösteriyor.
Servetteki bu keskin bölünmeye çok daha rahatsız edici bir olgu eşlik ediyor: ABD'de sınıflar arasında bölünmeler genişlerken kurucu babaların idealleri yıkıldı. Amerikalı sosyolog Charles Murray'ın, yeni ve harikulade kitabı Dağılma'da (Coming Apart) sergilediği üzere toplumsal hareketlilik durma sürecindedir.
Murray, Amerika Birleşik Devletleri üst tabakasının, ki bunu “zihinsel seçkinler” olarak tanımlar, mesleki olarak üst görevler ve yönetim pozisyonlarını kalıtımsal olarak nasıl ele geçirdiklerini açıklar. En parlak insanlar, çocukları en iyi okul ve üniversitelere gitsin diye birbirleriyle evlenme eğilimindedirler. Bunun sonucunda, Murray'dan aktarırsak: "Üst-orta sınıftaki ebeveynler şimdi aşırı sayıda en zeki çocuklar üretiyorlar."
Sonra bu yaldızlı aileler birlikte sosyalleşirler, aynı bölgelerde yaşarlar ve Murray'ın “süper posta kodu” olarak yaftaladığı kavramı meydana getirirler. Amerika Birleşik Devletleri'nde en zekiler ve en zenginlerin toplandığı 800'den fazla en zengin ve en arzu edilen posta kodu… Versailles 18. asır Fransa'sında neyse bu akıllı posta kodları da 21. asır Amerika’sında odur.
Murray, bu "kalıtımsal" seçkinlerin Amerika Birleşik Devletleri'nde toplumsal bağları ortadan kaldırdığını savunur. Amerikan efsanesinin temel parçası, fakir de olsa dezavantajlı da olsa çocukların en tepeye çıkabilecekleri fikriydi. Ama şimdi bu terakki caddeleri kapalıdır.
Bu sadece kısmen, yeni seçkinlerin en iyi işler ve üniversitelerde piyasayı ele geçirmelerindendir. Amerikan rüyası, düşük gelirli bölgelerde iş ahlakının, inanç ve aile değerlerinin çökmesiyle öldürülüyor. Yarım asır önce genç erkek ve kadınlar, hırs ve çok çalışmayla fakirlikten kurtulmaya teşvik edilirlerdi. Şimdi bunlar zenginlik ve miskinliği hayat tarzı olarak benimsiyorlar.
Amerika ne yaparsa çoğu zaman İngiltere de onu takip eder. İngiltere'nin de bazı kısımları - Kensington, Chelsea, Oxfordshire ve Gloucestershire'ın bazı kısımları - süper zenginlere mahsus yerler oldu. Bunlar, İngiltere'yi yurt olarak görmek yerine onu bir oyun sahası olarak kullanırlar. Alelade nüfusun aksine, bu imtiyazlı zümre, okullar, hastaneler ve refahın sağlanması için devlete bağımlı değildir.
Tahminen 500 milyon sterlin değerinde serveti olan bir finansçı, geçenlerde bana, "Devleti kullandığım tek zamanlar, şoförümün beni arabayla City'den alıp umumi yollardan evime götürdüğü zamanlardır. Bundan hoşlanmıyorum ama başka çarem yok" itirafında bulunmuştu.
Bu arada Amerika Birleşik Devletleri gibi, İngiltere'nin de bağımlı ve bazen de suçlu refah sınıfıyla birlikte yaşaması gerekiyor. Eski Başbakan Gordon Brown tarafından yontulmuş bozuk vergi sistemi, milyonları başıboş bir hayat ve düşük öz saygıya mahkum ederek çalışmanın para getirmediği mesajı verdi. Geçen senenin isyancıları bu ahlaksız sistemin sonuçlarından biridir.
Burada korkunç bir paralellik var. Hem çok zengin - “üst sınıf” - hem çok fakirler - “alt tabaka” - arasında sorumluluk, görev, yurtseverlik, komşuluk fikri tahrip edildi. Hem zenginler hem de fakirler, toplumun diğer kesimlerinden tamamen tecrit edilmiş hayatlar yaşamaya doğru gidiyorlar. Ve bu iki grup arasında Ed Miliband'ın “ezilmiş orta sınıf” diye telaffuz ettiği, toplumun vergisini ödeyen, aldatmayan, her zaman doğru şeyi yapmaya gayret sarf eden ve İngiliz siyasetçilerinin onayladığı kesimi var.
Resesyonun etkileri ve yazın meydana gelen isyan olayları problemi gün yüzüne çıkarmış olsa da bir şeylerin korkunç derecede kötü gittiği yıllardır aşikardı.
David Cameron için problem, özellikle ciddidir. Çünkü onun siyasi itibarı bir çözüm bulunmasına dayalıdır. Keza bizzat o, Charles Murray'ın yaldızlı seçkinlerinin İngiltere'deki denginin bir ürünüdür. Belki de onun İngiliz toplumunda giderek artan bölünmeyle mücadelede çok ağır davranmasının sebeplerinden biri de budur.
Adil olmak gerekirse Başbakan, perşembe günü yaptığı ve geç gelen konuşmasında, bununla mücadelede yapabileceğinin en iyisini yaptı. O, doğru bir şekilde, suistimalleri kınarken kapitalizmi dünyadaki en iyi ekonomik sistem olarak müdafaa etti. Ama Bay Cameron'un problemi, yaklaşık iki senedir görevde olması ve devlete ait Lloyds ve RBS bankalarında muazzam maaş ve ikramiye ödemelerinde olduğu gibi en feci suistimallerden bazılarının onun gözlerinin önünde cereyan etmesidir.
Ed Miliband'ın ise başka bir problemi var. O, Yeni İşçi Partisi'ni dilimlere ayırmadan ve Blair'cileri kızdırmadan ahbap-çavuş kapitalizmini kınayamaz. Bunların hükümet sistemlerinin iskeleti, büyük iş adamları ve özel sektörün önemli isimleriyle yapılmış bir dizi ittifakla çizilmiştir.
En önemlisi, her iki parti lideri bir açmazla karşı karşıyadır. Her ikisi de, çok çalışma ve gayreti ödüllendiren, sadece birkaç kişiye değil çoğu kişiye fayda veren ”ahlaki” kapitalizmi destekliyor. Ama bunlar aynı zamanda suistimallerin önlenmesinde de kararlıdırlar.
Her ikisi de - yazar JK Rowling ve yatırımcı Sir James Dyson örneklerinde olduğu türde - becerileri ve çok çalışmalarıyla servet kazanan erkek ve kadınlara, servetlerini elde etmelerine izin verilmesinin doğru olduğunu savunuyor. Mesele, gayeye ulaşılması için, açgözlü ve muhterisleri cezalandırırken bu gayeye ulaşılması için kurallar dizisinin nasıl oluşturulacağıdır. İki lider de parmaklarını cevabın üzerine koymadı.
Kaynak: The Telegraph
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas