Anayasa Mahkemesi önceki gün cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini de öngören Anayasa değişiklik paketinin iptaline ilişkin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP tarafından yapılan başvuruları reddetti.
Şüphe yok; bu, önemli, çarpıcı ve siyasi dengeleri etkileyebilecek bir gelişmedir…
Karara iki açıdan değinmekte fayda var.
Bu karar Türkiye'nin cumhurbaşkanını doğrudan seçmesinin önünü geri çevrilmez bir biçimde açmıştır. Ve bu çerçevede Türkiye şu ya da siyasi rejimiyle ilgili köklü bir değişiklik yaşayacaktır.
Her şeyden önce bir “iflas tescil edilmiştir”. 1982 Anayasası'nın “askeri vesayet modeli”ni garanti altına alan, devlet ve siyaset iktidarı arasında keskin bir ayrımı öngören iki başlı yürütme modeli devrini tamamlamıştır.
Nitekim bu değişikliği muhtemelen bir dizi önemli tartışma ve yeni değişiklik izleyecektir. Referandumdan çıkacak sonuç cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde olursa, bu yeni durumun, şu iki farklı güzergâhtan birine rehberlik yapması şaşırtıcı olmayacaktır: Ya başkanlık modeline kapı aralayacak ya da cumhurbaşkanın yetkilerinin elden geçirilmesini ve sınırlanmasını beraberinde getirecektir…
Öte yandan kabul etmek gerekir ki “yeni süreç” başlamıştır ve bu süreç Anayasa'nın topyekün değişimine giden yolu da açmıştır.
Bu sürecin bir anlamı da, Türkiye'nin iki başlı yürütme modeline son verme ihtimali yüksek bir karar alarak “toplumsal ve siyasal gelişmelerle kurumsal yapı arasındaki tezatı azaltacak bir adım” atmasıdır.
Gelelim ikinci yöne…
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın soluduğumuz siyasi krizi ve içinde bulunduğumuz siyasi dengeleri nasıl etkileyeceği meselesi önümüzdeki temel sorudur.
Şunu görmek gerek:
Anayasa Mahkemesi'nin aldığı bu karar, bundan önce verdiği kararı adeta tashih etmiştir. Yüksek yargının devletin beklentisi çerçevesinde 367 kuralıyla tahkim ettiği düzen ya da tıkandığı sistem, verdiği son kararla görece de açılmış, Meclis iradesi yargının siyasi kural koyuculuğuna galebe çalmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin özrü olarak da yorumlanabilecek bu gelişme Türk demokrasisi açısından sevindiricidir.
En azından şu an itibariyle “yüksek yargı ve bürokrasi ilişkilerinin siyasi rengi soluklaşmış ve sistemi otoriterleştiren, otoriterleşmeyi meşrulaştıran bir bağ zayıflamıştır”.
Peki seçimlerden sonra ne olacak, bu karar kısa vadede siyasi ve anayasal dengeleri nasıl etkileyecek, daha doğrusu 11. Cumhurbaşkanı kim tarafından seçilecek?
Her şey kurala uygun ilerler, AK Parti başka olmak üzere siyasi partiler ve güçler mevcut akışı değiştirmeye yeltenmezlerse, 11. Cumhurbaşkanı TBMM tarafından seçilecektir.
23 Temmuz sonrası TBMM önce Meclis başkanını, ardından cumhurbaşkanını seçme işine girişecektir. Ve burada kural Anayasa Mahkemesi'nin daha önce koyduğu zorunlu uzlaşma, yani 367 kuralıdır. Ve 21 Ekim'de yapılacak referandumdan evet kararı çıkarsa, 2014 yılında cumhurbaşkanını ise halk seçecektir.
Bununla birlikte siyasi oyunun farklı gelişmesi mümkündür.
Bu ise seçim sonuçlarıyla yakından ilgilidir.
AK Parti anayasal değişiklik yapacak bir güce sahip olursa, referandum tarihini öne çekmekten, cumhurbaşkanlığı seçimini bloke edecek bir güce kadar geniş bir eylem alanına sahip olacaktır.
AK Parti 300 civarında bir milletvekili sayısına ulaşırsa bu eylem alanı biraz daralmakla birlikte, hâlâ geniş olmayı sürdürecektir…
Bekleyelim, görelim…
Kaynak: Yeni Şafak