Bir haber okudum:
Diyarbakır valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun eşi, her gün üç yoksul ailenin evini ziyaret ediyormuş. Bu ziyaretler medyaya haber verilmeden yapılıyormuş.
Mezralara kadar yol ve sağlık hizmeti götürülüyormuş.
Kasım ayında Aksiyon dergisi "Hükümet Gibi Kadınlar" başlığı altında bir kapak yapmıştı. Bir başka başlık "Anadolu'nun Devlet Anaları" şeklindeydi. 25 ilçedeki kadın kaymakamları konu ediniyordu. Onlardan birisi "Bazen çamura batmayı seviyorsanız, kaymakamlık mükemmel bir meslek" şeklinde konuşuyordu. Çamura bata çıka, "Sahipsizlerin sahibi" olmaya çalışıyorlardı.
Doğu'da, batı'da, Kuzey'de Güney'de...
Şimdi bunları nasıl değerlendirmeli?
Kömür kamyonunda kömür dağıtan Vali'den, günde en az üç yoksul aileyi ziyaret edip dert dinleyen Vali eşinden, çamura batıp çıkarken Hazreti Ömer duyguları yaşayan bayan kaymakamdan nasıl bahsetmeli?
"Ak Parti'nin ince taktiklerini uygulayan kamu görevlileri" diye mi?
Yoksa halka hizmet için seferber olmuş gönül adamları diye mi?
Bir sorunun siyasi boyutunu çok önemsediğinizde, insani boyutunu ihmal etmeye başlayabilirsiniz.
Mesela "Proletarya diktatörlüğü" ana davanız olmuşsa, işçinin sömürülmesi, ezilmesi, sizi hedeflerinize daha çabuk götürecek bir zemin gibi görülebilir. O zaman da, işçiye verilecek her hakkı, onun uyutulması ve istismarı gibi algılayabilirsiniz. Hatta "Daha çok sömürü, daha çabuk iktidar" projesi gibi algılanabilir. Sonunda işçilere "Zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz ne var?" sorusunu sormak "devrimci mücadele"de önemli bir safhadır.
Aynı şekilde "Alevilik"le ilgili siyasi duruşlar, o alandaki sorunları çözmek için atılacak adımları engelleme refleksine yol açabilir.
Ve Kürt meselesi... Bir kesim ısrarla ve en yüksek tondan sesleniyor:
"Önce siyasi talepler verilsin!"
Böyle bir yaklaşım, bölgeye verilecek tüm hizmetleri, "siyasi talepleri öteleyen" girişimler olarak damgalama ve dışlama sonucunu doğurabilir. Şu ifadeler hiçbirimiz için çok yabancı değildir:
-Halk kömürle aldatılıyor.
-Halk yol ile, sağlık ocağı ile, eğitim imkanları ile aldatılıyor...
-Halk devlet adına şefkat gösterilerek uyuşturuluyor.
-Halkın siyasi talepleri söndürülmek isteniyor.
Oysa, bir kamu görevlisi köylüye dışkı yedirse, ceza evinde işkence ve ölümler olsa, Kürtçe derdini dile getirene "Git Türkçe öğren gel" denilse, Vali'nin yanına dizler titreyerek girilse, kaymakamın veya askerin ilk işi, kadınları nasıl modern hale getiririm düşüncesi olsa.... Yani devletle halk ilişkisi, en kaba şartlarda cereyan etse, iş kolaydır.
İşte devlet bu, dersiniz ve halk o ceberut yapıyı görür, öfkelenir...
Şimdi devlet öncelikle kendi ezberini bozmaya çalışıyor.
Yani, bizde örneği asırlarca yaşanan "Kerim devlet" modelini hayata geçirmeye...
Sanki bu ülkede yılların getirdiği sonuçla ortaya çıkan yoksulluğu yok etmek, tılsımlı bir değneğe dokunuşla mümkünmüş gibi "Yoksulluk sürüyor, hükümet sadaka ekonomisi uyguluyor" şeklinde tepkiler ortaya konuyor.
Evet bu memlekette işsizlik var.
Açlık seviyesinin altında yaşayan yüz binlerce insan var.
Yoksulluk seviyesinde bulunan milyonlarca insan var.
Evet bu memlekette hortumculuk ve yolsuzluklar da var.
Ne yapmalı?
Devrim çapında işler yapıp, her şeyi düzeltmeli...
Ah, keşke olsa diyeceksiniz, ama bu maalesef kolay değil. Kurulu düzeni değiştirmek, kaç siyasetçinin hayali oldu ama, kurulu düzen kolay değişmiyor. Kurulu düzen siyasetçiyi yutuyor hatta çoğu zaman kendisine monte ediyor.
Bu iktidar döneminde ne ölçüde köklü değişimler yaşandı, bunu tartışmak mümkün. Bu iktidar için de, düzen değişikliği kolay gözükmüyor.
Ama bu dönemde, devlet adına ezber bozan bazı girişimler olduğunu söylemek mümkün.
Bir Başbakan "Önce insan" diyorsa, bırakınız söylesin. Bu iyi bir şeydir.
Valinin eşi, günde üç yoksul ailenin kapısını çalıyor, çocuklara ayakkabı, patik getiriyorsa, evin hanımı ile kucaklaşıyor, "Sizden farkımız yok" diyorsa, bırakınız yapsın. Bu iyi bir şeydir.
İlçenin çamurlu yollarında bir bayan kaymakam yürüyor, ayakları çamura batıyorsa, bırakınız yapsın. Onu alkışlayın. Onu sevin. Devlet böyle devlet olur, devletin ezberi böyle değişir.
Bir şehrin valisi, kömür kamyonunun içinde kömür tevziatını denetliyorsa, bazen bir kömür torbasını taşıyorsa, bırakınız yapsın, onu yeni bir devlet diliyle karşılaşmış gibi kucaklayın.
Aşırı siyasileşme bazen çok kötü bir ezber haline gelebilir.
Hani insanımız ne der?
-Kasap et derdinde, koyun can derdinde...
Evine ayda yılda bir kilo et girmeyen insan için, çocuklarının karnını doyurmak hayat – memat meselesidir.
Öbürü bütün bunları Kürt devletinin ya da proletarya diktatörlüğünün kurulacağı güne havale eder ve "Militan ol, kurtul" der.
Bu durumlarda bir aklı selim imtihanı geçirir toplumlar.
Şu anda Türkiye'miz devlet olarak da halk olarak da böyle bir sınavdan geçiyor.
Dilerim, herkes kendi hesabına bu sınavı başarı ile verir. Devlet, kerim devlet olma yolunda ilerler, halk da devlette beklediğini bulur.