19 Ağustos’ta yayınlanan New York Times Magazine’de politik geleceğin ümitsizlik yaratan bir öngörüsü olan “Tanrının Politikaları”ında, Columbia Üniversitesi’nden Mark Lilla, dinler savaşının yeni bir yüzyılı öncesinde seküler liberalizm çaresiz duruyor, ifadesini kullanıyor. (1) Bu; belirsiz bir şekilde kötü bir yemek gibi önümüze sunulan “tarihin sonu” tarzındaki önemli tezlerden biridir. Tez, Times’ın hafta sonu ekinin çoğunu dolduruyor ve bir gazetenin yapabileceği çağrının bütün tafrasıyla sunuldu.
Din savaşından nasıl kaçacağımızı sormaktansa bu tezle en iyi nasıl savaşırız sorusunu soran bir kaçımız için Lilla’nın makalesi çifte onay sağlıyor. O, sadece seküler-liberal konumun altındaki yapının dağıldığını kabul etmiyor aynı zamanda daha iyi bir şekilde başlangıçtan beri bu yapıyı bozan saf ikiyüzlülüğü açıkça ortaya koyuyor. Lilla, Aklı sevmiyor; o, sadece Hıristiyanlıktan nefret ediyor. O, yenilmiştir ve yenilmiş olduğunu biliyor fakat batılı Hıristiyanlara teslim olmaya katlanamıyor; bunun yerine zaferi Müslümanlara özellikle de Prof. Tarık Ramazan’a arz ediyor. Eğer bu çıkarım yanlışsa, bu benim hatam değildir. Sevabıyla günahıyla aşağıda belirttiğim gibidir. Fakat öncelikle buyurun, Lilla’nın başlangıç cümleleri:
Amerikan ve Fransız devrimlerinden, Sovyet komünizminin çöküşüne kadar geçen iki yüzyılı aşkın bir süreden beri dünya siyaseti açıkça politik problemlerin etrafında döndü. Savaş ve devrim, sınıf ve sosyal adalet, ırk ve ulusal kimlik—bunlar bizi bölen sorunlardı. Kendimizi yarışan vahiylerle, dogmatik saflık ve tanrısal görevle ilgili çatışmaların içinde bulduğumuzdan bu gün biz problemlerimizin 16. yy problemlerine benzediği bir noktaya ilerledik. Kendi köktencilerimize sahip olmamıza rağmen biz, teolojik düşüncelerin hala mesiyanik tutkular geliştirmesini ve toplumları yıkım içinde bırakmalarını anlayamıyoruz. Bunun artık mümkün olmadığını, insanoğlunun dini problemleri politik olanlardan ayırmayı öğrendiğini ve fanatizmin öldüğünü farz ettik. Yanılmışız.
Bu yeterlidir ve iddia makamı için Örnek 1; İran devlet başkanı Mahmut Ahmedinecat’tır. Lilla, Ahmedinecat’ın Mayıs 2006’da ABD başkanına yazdığı mektuptan alıntı yapıyor, örneğin, “Liberalizm ve batı tarzı demokrasi insanlığın idealini gerçekleştiremedi. Bu gün bu iki kavram başarısız olmuştur. Basiret sahipleri liberal demokratik sistemlerin parçalanmalarının, ideoloji ve düşüncelerinin düşüşünün seslerini duyabiliyorlar…. İster hoşumuza gitsin ister gitmesin dünya, Allah’a ve adalete inanmaya doğru gidiyor ve Allah’ın dileği her şeye galip gelecektir.”
Lilla, gerçek problemin hiçte İslam Dünyası’nda güçlenen fanatiklik olmadığına, Hıristiyan inancının batıdaki yeni nüfuzu olduğuna inanmamız için yalvarıyor. Bu tuhaf suçlaması için küçük bir delil sunmuyor. Okuyucu, Müslüman fanatizminin kökenleri ile ilgili açıklama için boşu boşuna makaleyi okuyacaktır. Müslüman fanatizminin yerine bütün içerik son yüzyıldan beridir olmayan Hıristiyan fanatizminin tarihinin sunumuna adanmış. Leo Strauss’un bir takipçisi olan Lilla, usta okuyucular mesajı gizleyerek Strauss’un ezoterik yazı adını verdiği türden bir yazı yazmaya çalışmış olabilir. Neden artık her ne ise Lilla’nın argümanı önemsiz ve gülünçtür. Faşizm, komünizm, neo-Ortodoks Protestancılık, Siyonizm—tutku ve vaat veren herhangi bir hareket—gibi hareketlerin hepsi Lilla’nın ithamnamesini duymak için tutuklu locasına çağrılıyorlar.
Lilla, I. Dünya Savaşı’ndan sağ kurtulan nesil diye yazıyor “bütün modern düzenin kurumlarını sallayacak olan yeni bir vahiyden hareketle çok daha kaba bir iman istedi. Ruhları kurtarma için bir tür susamışlıktı bu. Liberal teologların İncil merkezli politikaları canlandırmalarıyla bu tür bir gelişme için aşama kaydedildi. Büyük Savaş’tan sonra kurtarmaya duyulan inanç burjuvanın uygunluğu ve kültürel konjonktür üzerinden zayıfladığında, günün en cesur düşünürleri onu mesiyanik bir kıyamet için bir umuda dönüştürdü—birileri Yahudileri, bireysel Hıristiyan mümini veya alman ırkını veya dünya proloteryasını kutsal ruhla doğrudan bağlantı içine sokacaktı.” Nazi karşıtı İsviçreli teolog Karl Barth ve genç Siyonist Martin Buber en az Marksistler ve Naziler kadar suçludurlar.
Lilla, her şeyden bütün bu berbat insanların politikaya dini tekrar soktuklarını iddia ediyor, 17. yy. İngiliz filozofu Thomas Hobbes hoşgörü ve uzlaşma ile ilgili politik düşünceyi değiştirerek medeniyeti kurtarmıştı:
Sonraki birkaç yüzyıl boyunca John Locke gibi yaklaşımı kabul edilen düşünürler, içinde gücün sınırlandırılacağı, bölüneceği ve yaygın bir şekilde bölüşüleceği; güç sahiplerinin cezalandırılma korkusu taşımadan güçten vazgeçebileceği; kamu hukukunun kişiler ve kurumlar arasındaki ilişkileri yöneteceği; devletin müdahalesi olmadan birçok farklı dinin gelişeceği ve bireylerin, hemcinsleri ile hükümetten koruyacak devrolunamaz haklara sahip olacağı yeni bir politik düzen türü hayal etmeye başladılar. Liberal demokratik düzen bu gün batıda bizim meşru olarak kabul ettiğimiz tek düzendir ve biz onu öncelikle Hobbes’a borçluyuz. Messiyanik imanın yıkıcı tutkusundan kurtulmak için tanrı odaklı politik teoloji insan odaklı olanıyla değiştirildi. Bu, Büyük Ayrılık’tı.
Tam olarak Hobbes’un bütün bunu nasıl başardığı kendilerini çok ciddi bir şekilde adayan siyaset bilimcileri tarafından bilinen bir muammadır. Unutulmamalıdır ki kitleler Başkan Hobbes’tan alıntılar yapan küçük kitapları ellerinde sallayarak halk meydanlarında toplanmadılar. Modern demokratik devlet olarak tanımlanan Birleşik Devletler’in yeni bir Kudüs inşa etmek için Avrupa’dan yola çıkan radikal Protestan mülteciler tarafından kurulduğunu ve tutkulu dini inancın kurulduğundan beri Amerikan tarzını belirlediğini asla aklınıza getirmeyin. Lilla, berbat fanatikler gelmeden önce 18. yy. da kendisi gibi siyaset bilimcilerinin sosyal düzeni tekrardan kurmayı başardıklarına inanmazı arzuluyor. O, Jonathan Swift'in Gulliver'in Seyahatleri adlı eserinde, burnunu havaya kaldırarak gezinen ve bir yerden düşmemek için domuzun şişkin mesanelerine çarpmak zorunda olan aydınlardan birini hatırlatıyor.
Ve böylelikle Lilla’nın insanın kurtarma arzusu gibi korkunç bir gölgenin üzerinde belirdiği 21. yy.lın ilk yıllarına geldik:
Kurtarma düşüncesi, İncil geleneğinin bulaştığı bütün toplumlarda toplum varlığını şekillendiren en muktedir güçler arasındadır. Bu düşünce insanların acılara katlanmalarını, onu aşmalarını ve başkalarına acı çektirmelerini ilham ediyor. Karanlık zamanlarda ümit ve ilham sunuyor; gerçekçi olmayan beklentileri arttırarak ve bu beklentileri dindirmek için kan dökenleri meşrulaştırarak karanlığı arttırmaktadır. İncil’den kaynaklanan bütün dinler kurtarma düşüncesini ve zihinleri ateşleyip inananları aklın sesine karşı sağlam durmaları için geliştiriyorlar… Thomas Hobbes’un Leviathan’ını yazmak için ilk kez oturduğu zaman olan 17. yy.dan beri sanki hiçbir şey değişmemiş gibiydi.
Din Savaşları’nın merkez Avrupa’nın nüfusunun yarısını yok ettiği 17. yy.dan beri hiçbir şeyin değişmediğine Profesör Lilla gerçekten inanıyor mu? Hıristiyan Amerika, 1980’lerde ateist Sovyetler Birliği ne göğüs gerdi ve çatışma çıkmadan Sovyetler Birliği çöktü. Batı açısından fanatiklik, hınç ve kan tutkusu nerdeydi? Bu gün 17. yy. ile kıyasladığımızda önümüzdeki yy.da nüfus azalmasından acı çekecek merkez Avrupa için en büyük tehlike kurtarma anlayışının yokluğudur. Seküler Avrupa yaşama arzusunu ve dini inancın çok fazla bastırıldığı eski komünist ülkelerde çok ünlü bir hastalık olan yeniden üretme tutkusunu kaybetti.
Bundan dolayı batının neresinde açık bir fanatiklik işareti gördü? Önceki papa 15. yy. Protestan isyancı Jan Hus katledilmesinden dolayı özür diledi ve Kudüs’teki doğu duvarında olduğu kadar Roma’daki sinagogda ibadet etti. Kuzey İrlanda dışında Avrupalılar uzun zamandan beridir dini meseleler yüzünden savaşmayı durdurdular; ABD’de İncil dinleri, az veya çok, her zaman iyi geçindiler ve bu gün daha öncesinde olduklarından daha fazla iyi geçiniyorlar birbirleriyle. Kurtarmanın kendini görünür kılması için bu mesiyanik dürtüyü sonlandıran şeye doğru giderken batı için ne tür bir tehlike var? Yine herhangi bir tartışma hattı yok, insanın kurtarma arzusunun bizi din savaşlarının eşiğine getirdiği iddiasını desteklemek için bir tek delil bile yok.
Profesör Lilla’nın makalesinin dikkatli okuyucuları, liberal sekülerizmin tutkulu bağlıları, Hıristiyanlığın düşman olduğunu biliyorlar, ne kadar uslu, barışçı, sakin ve ne kadar tehdit etmez görünse de bu durum değişmeyecektir. Hıristiyanlık temizlenene kadar suçludur; bütün Hıristiyan mezheplerinin, birbirlerine ve Hıristiyanlık dışı dinlere yönelik barışçıl niyetleri Lilla-0’nun fasit bakışında sadece şiddete yönelik bastırılamaz bir maskedir.
İslam’ı liberalleştirme zahmetine girmeyen Lilla ahenkli bir sesle: “dünyanın dört bir yanından bir grup Müslüman düşünür “liberal” bir İslam’ın tanıtımına giriştiler. Onların liberal İslam’dan kasıtları modern hayatın gerektirdikleri ile daha uyumlu, kadın ve çocuklara yaklaşımında daha sevimli, diğer inanışlara karşı daha hoş görülü ve tartışmaya daha açık bir İslam’dır. 19. yy.da pek fazla halefleri olan bu insanlar çabalarından dolayı hapse atılan veya sürgüne gönderilen cesur insanlardır. Fakat şu an geçmişte olduğu gibi onların çabaları, kendilerinin sahip olamadıkları belki de anlayamadıkları daha derin teolojik akımlar tarafından silip süpürüldüler.”
Lilla tıpkı İsviçreli İslamcı Tarık Ramazan gibi şu sonuca varıyor; İslami tarafta tek umut “özgürleştiriciler”de değil “yenilikçiler”dedir. Pozisyonunun kabul edilmiş iflasını düşündüğümüzde Lilla’nın, sekülerizmin kırık kılıcını teslim etmeyi önerdikleri bu İslamcılardır.
Ramazan’ın direnişçilerle olan bağları ve totaliter ideolojisi ile ilgili olarak temel meseleleri Haziran 12 yayınlanan Adını söylemeye cesaret edemeyen iman adlı makalemde özetledim. Lilla aptal değildir; o Ramazan ve onun düşüncesinde olanların dini fetihler doktrinine boğulmuş İslam’ın aşırı muhafazakar bir versiyonunu önerdiklerini biliyor.
Bu gün birkaç kişi İslami politik teolojinin sadece bu tür bir yenilemesi için çağrıda bulunuyor… İsviçre doğumlu din adamı ve Profesör Tarık Ramazan gibi… Onun yazıları, batılı Müslümanlara onların doğru yorumlanmış politik teolojilerini gösteriyor, imanlarıyla güven içinde yaşamaları ve onun bir yabancı “mekân” olarak adlandırdığı yerde kabul görerek varlıklarını devam ettirmeleri için rehber sunuyor. Onların çalışmalarını okumak yenilemenin nasıl riskli bir macera olduğunu hatırlatmalıdır. Bu çaba, Protestan Reformasyonu’nun sonunda yaptığı gibi inananları daha fazla ve daha bilgece politik arenaya davet edebilir: aynı zamanda Din Savaşları’nda olduğu gibi gerektiğinde şiddet üzerinden daha ilkel bir imana dönüş hayallerini de cesaretlendirebilir.
Meselenin bütün açıklığı ve bu tehlikeyi tanımasına rağmen Lilla; direnişçi Müslüman Kardeşler Örgütü’nün kurucusunun torununu dünyadaki din barışı için en iyi umut olarak öneriyor:
Muhtemelen Ramazan bu nedenden dolayı, Batılı entelektüeller tarafından yapılan yoğun ve bazen de sert bir incelemenin bir nesnesine dönüştü. Biz İslami özgürlükçülerle konuşmayı tercih ediyoruz çünkü onlar bizimle aynı dili konuşuyorlar: Büyük Ayrılık’ın entelektüel önyargılarını kabul ediyorlar ve sadece dini ve kültürel yaşam için geniş özgürlük istiyorlar. Politik teolojiyi uygulamıyorlar. İnanan topluluğun içinden konuşmakla yenilikçiler, inananlara imanın gerçek yeniden yorumlamaları için zorlayıcı teolojik sebepler veriyorlar. Ramazan gibi kişilikler tuhaf bir dil kullanıyorlar hatta değerli bulduğumuz değişimleri teşvik ederlerken bile bu dilin tuhaflığı devam ediyor, onların sebepleri bizimkilerle aynı değiller. Fakat eğer biz Büyük Ayrılık’ın ilkelerine kitlesel dönüşüm bekleyemeyeceksek—ki bekleyemeyiz—o zaman barışçı bir aradalığı teşvik eden İslam’ın politik teolojisindeki dönüşümleri hoş karşılamayı öğrenmeliyiz. En iyiler, iyinin düşmanı olmamalıdır.
Sanki Aklın Yüksek Rahip’i tapınağına tırmanıp kendini tapınak inşaatçılarının tanrısına bir kurban olarak sunmuştur. Prof. Ramazan, Lilla’nın nefret ettiği her şeyi yaşıyor ve Lilla bunu biliyor. Fakat Ramazan kendini kurtaracak bir fazilete nasılsa sahip. Çünkü o bir Hıristiyan değildir. Lilla, Aklı sevmiyor; o sadece bütün kalbiyle Hıristiyanlıktan nefret ediyor ve Hıristiyanlığın uygun olabilecek herhangi bir düşmanıyla ittifak yapacaktır.
Lilla'nın makalesi bu ay yayınlanacak bir kitabı özetliyor. Canınızı sıkmayın.
Not:
1. Tanrı’nın Politikaları, New York Times Magazine, Ağustos 19.
Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.