Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” cümlesinin özeti gibiydi 28 Şubat günü Fatih sokakları... Ümraniye’den Üsküdar’a, Eminönü’nden, Sultanahmet sırtlarından, Fatih’e... Dalga dalga okunan selaların içinde akarak yürüyorduk. Hoca’ya yetişmek için...

İnsanlar kamyonların arkasına, minübüslere, bulabildikleri vasıtalara atlayarak koşup gelmişler... Eminönü’nden sonrasını yaya olarak ama Hoca hayattayken yaptığı toplanmalar ve mitinglerde olduğu gibi, emin ve hızlı adımlarla yürüyorlar...

Yürümek... Erbakan’ın hareketinin özü gibi. Ne olursa olsun, önüne hangi engel konursa konsun, illa yürümek.

Kalabalık, onun açılmış vasiyeti gibi adeta...

Kader okunun tam da 28 Şubat’ı işaret ettiği bir gün, başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere, yetiştirdiği tüm talebeler, dava arkadaşları sanki 28 Şubat’ın kara talihini örtmek, silmek iptal etmek için koşup gelmişler... Dile kolay 1968’den beri süren bir maratonun koşucuları onlar...

İradenin Davası dedikleri bu olsa gerek... Çelik gibi bir inançla, rüyadan, tahayyülden, fikirden vücut bulan bir “Büyük Türkiye” aşkı ve bu azmin yetiştirdiği kadrolar...

Devlet törenini değil de milletin kalbinin attığı menşei seçmek kendi vedasına... 28 Şubat’ta Ankara’dan İstanbul’a akan bir yıldız gibi Hoca’yı seyretmek, Hoca’nın vedasını ...

Urfa’dan, Sakarya’dan, Danimarka’dan koşup gelmiş insan öbeklerinin içinden yol bularak geçmeye çalışıyoruz. Kalabalık birer balgömeci gibi selaların arasında birbirine omuz omuza yaklaşıyor. Tüm nizalar, tüm hay huylar terkedilmiş, herkes koşup yetişmek için vasiyetin bir ucundan tutuyor... Sarıgüzel mahallesinde, bir dar sokakta, turşucu dükkanı ile gömlek diken bir terzihanenin arasında tekbir getiriyoruz... Önümde gençten bir kuryeci, kaskını çıkarıyor, bir de seyyar helvacı var, bir tepsiye dizdiği susamlı koz helvalarını bismilah deyip önüme bırakıyor... Helvacının sırtında paltosu yok, kuryecinin çorapları delik... Ne D8’ler gibi devasa bir dünya projesi, ne Ağır Sanayi... Garip gureba, fakir fukaranın en çok sevdiği söz: “ Mücahid Erbakan”... Selam verir vermez, kambur kumbur küçük tepsisini kavrayıp avurtlarını doldurarak Tekbir getiriyor helvacı, hiç üşümüyor, burada ne arıyor, neyi buluyor; “Mücahid Erbakan” diyor o kadar...

Yıllar yılı itilip kakılanlar, dışlananlar, metastas yapmış habis ur denilenler, inançlarına, değerlerine topyekun savaş açılmışlar, paltosuzlar, kamyonların arkasına doluşup; “Hak yol İslam” diye marş söyleyenler... Koşup gelmişlerdi işte vedaya, vasiyete , selama ve helalleşmeye...

Her ismin bir kader taşıdığını söyler büyükler... Necmeddin... Yıldız... Seher yıldızı gibi, karanlığın en karanlık olduğu günlerde doğmuştu semaya... Geceyi gündüze bağlayan vefakar ve sabırlı bir yıldız gibi gündoğumundan bahsetmişti sabahı bekleyenlere... Seher Yıldızı gibi, geceyi sabaha bağlayarak akıp geçti Hoca da haritanın diğer yüzüne...

Sabah namazına acaip bir rüyadan kalkarak girmiştim o gün... Bütün nehirler, Harem-i Şerif’e akmak ister diye bir cümle söyleniyordu düşümde. Unutma ikazı ile birkaç kere tekrar edildikten sonra güzel bir hattı şerif ile Harem-i Şerif yazısına bakıyordum hayran hayran... Rüyamın devamını, İstanbul sokaklarından akan binlerce nehirle tabir edilir görünce hayret ettim... Siyaseti bir köşeye bırakınız... 28 Şubat günü, halk, nehirler gibi akarak bir sandığın başına toplanmıştı... Bu Hoca’nın yeryüzündeki final sandığıydı... “Helal Olsun” diye haykırıyordu herkes... Helal Olsun... 

Halk, 28 Şubat günü, Hoca’sını devlete bırakmadı... Aldı, kalbine yatırdı...

Onun en büyük eserleri ise başta Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere, tıpkı rüyasını gördüğü gibi “Yeniden Büyük Türkiye” hedefini ikmal eden kadrolardır... Allah rahmet eylesin...

Kaynak: Star