İslamcılık merkezinde süren tartışmalar "mücahitten müteahhite" özeleştirisinden yola çıktı. Müslümanın para ve mülkle ilişkisi olarak sadeleştirebiliriz bunu.Çıplak anlamda bir servet düşmanlığı değildir bu, paylaşılarak arındırılmış, muharrik, köleliğe sebep olmayacak, onur ve refahın esas alındığı bir ilişkidir bahsolunan. Kuranı Kerim'i okuyan hemen herkesin ana kaideleriyle çıkarabileceği sonuçlardan birisidir: Mülk, Allah'ındır. Eğer evrak üzerinden bir tartışmadan ibaret olsaydı konuşulanlar, bu elbette daha kolaydı. Ama önceki yazılarımda da söz ettiğim İslamcılığın çıkış gailelerinden belki de en önemlisi olan "zaman ve hayat" bağlamı, Kuranı idrak edişin hayati karşılığı konusunda zihin yormamızı icap ettiriyor. Tamam; Mülk Allahındır. Da, biz bu mülke nasıl davranacağız, onunla ilişkimizi nasıl kuracağız?

İslam ve Kapitalizm konusunda Prof. Çızakça'yla yapılan söyleşi İslam dinini ve İslam Peygamberi'ni neredeyse kapitalizmin mucidi olarak işaret ediyor. Arkadaşımız İbrahim Kiras'ın bu konudaki acil ve önemli tashihini dün okudunuz, kendisine teşekkür ediyorum.

Çızakça'nın "Kapitalizm, Müslümanın yitik malıdır" veya "Sünnetli kapitalizm" gibi kaba saba bir halde karikatürize ettiği bu yorumlar "hariçten gazel" hükmündedir, Kuranı Kerim'in vazettiği hukukun maksat, hakikat ve hikmet gayelerinden kopuktur. Hayatı İslam yaşantısının canlı örneği olan Hz. Peygamber'i hatırladığımızda bile mezkur iddia suya düşer. Bugüne değin Hz. Peygamber'e çok şey isnat edilmişti ama kapitalistti diyen çıkmamıştı.

***

Hz. Peygamber evet tüccardı, ama o ve eşi Hz. Hatice, bütün mal varlıklarını hicretten evvelki son üç yıllık ambargo günlerinde ilk müslümanlara infak etmişler, dağıtmışlardı. Hicretten sonraysa yaşam koşulları ambargo günlerinden ileri gitmemiştir. Günlerce yemek pişmeyen bir evin mensuplarıydı onlar. İnsan suresinde anlatılan "ebrar"ın (hakiki iyilik mertebesi) örnekleriydiler. Yani, fazlası veya biriktirdiği olup da ondan verenlerden değil, sevdiklerinden ve kendi yaşamları için gerekli olan zaruri ihtiyaçlarından kısıp verenlerdendi onlar.

"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyen bir peygamberin vazettiği dinden söz ediyoruz. İyilik veya fazilet değildir sadece sözkonusu olan. Maun suresinde bahsi geçen yetim hakkını korumak ve infak bahsinde de perçinlendiği gibi; vermek, paylaşmak, dayanışmak, yoksullukla mücadele, dinin asli hükümlerindendir.Yani insanların vicdanına veya sosyal sorumluluk hobilerine terkedilmiş bir iyilik konusu değildir sosyal adalet.

"Kapitalizmin mucidiydi" diye lanse edilen kişi vefat ettiğinde, zırhı yiyecek karşılığında rehinde tutuluyordu, sevenleri aralarında para toplayıp, zırhından rehini kaldırdılar diye anlatır tarih...

Sadece Tekasür Suresi bile yeter İslamın kapitalizmi önermediğine. Çoklukla övünmenin cehennemlik bir iş olduğunu beş kere yeminle söyler sekiz ayetlik bu kısa surede Rab...

"Rab" kelimesini bilinçli olarak kullandım. Çünkü İslamcı düşüncenin çağımız düşünürlerinden Mevdudi, "Dört Terim" adlı eserinde, İlah, Rab, Din ve İbadet bahislerini tevhidi bilinç olduğu kadar, hayat ve hareket manivelası olarak da ifade eder. Dini ve ibadeti Allah içinleştirmek diyebiliriz bu hulasaya. Yediğinden içtiğinden başlayarak hayata, insana, doğaya, mülke Kurani sorumlulukla yeniden bakmak. Hiçbir şeyin, hiçbir gücün hegemonyası altında kalmadan kulluğu Allah içinleştirmek.

Dolayısıyla bizde iş, sadece kağıt paradan, faiz hadlerinden, borsadan, petrolden ibaret değildir. İktisat ilmi, özü güzel ahlaka dayanmış, güçlünün zayıfı ezdiği değil dayanışmacı, insanları köleleştirici değil hürriyet ve onurla yaşatıcı bir hayat bağlamıdır.

"Paranın, dünyanın ve gücün karşısında ne kadar özgürüz" sorusunu sormadan geçiştirilecek bir iktisat kuramı, ismi ister kapitalizm isterse sosyalizm olsun farketmez, İslamın özünü ıskalamıştır.

Kaynak: Star