Memlekette siyasi ortamın değişmesi bir sanatçının ülkeyi terk etmesine gerekçe olabilir mi? Dahası memlekette "azınlık durumuna düştüğü"nü söyleyen bir sanatçı hangi ülkede yaşamak istemektedir? Memleketi yerine yaşamayı tercih edeceği ülkede çoğunluğun bir parçası olduğunu mu düşünmektedir?

Bu tür sorular çoğaltılabilir.

Mesele, memleketi terk etmek isteyen sanatçının gösterdiği gerekçede düğümlenmektedir. Hatta sanatçının söyledikleri ya da söylemedikleri üzerinden medya ortamında koparılan fırtına seçkinler zümresinin bu topraklarla kurdukları aidiyetin muhtevasını ele vermektedir.

Sorun olarak gösterilen "azınlık hale düşme"nin dışa vurduğu psikoloji "ele geçirilme" kaygısı bizdeki seçkin duruşunun koordinatlarını vermektedir.

Bir kere "azınlık hale düşme" ve 'azınlık halde olma' durumundan söz etmek daha açıklayıcı olurdu. Türk seçkinlerinin, kültür elitinin diyelim, bu memleketle ilişkilerini derinden derine bu azınlık olma hali belirler. İçten içe bu yalnızlığı yaşar Türk aydınları. Bu nedenle "dünyanın en yalnız aydn" tipi"dir Türk aydını.

Memleketin ne kültürüyle, ne tarihi ile ne de halkın değerleriyle oldum olası arası barışık değildir bu aydın tipinin. Bu 'barışık olmama' halinin batılı entelektüel tipin en belirgin özelliği olarak öne çıkan muhaliflikten kaynaklandığı sanılmamalı. Bilakis son derece statükocudur, sistemle içli dışlıdır. Zaten yalnızlığını umursamıyor oluşu, dert edinmeyişi de bu uyumlu konumundan, konforundan kaynaklanıyor. Yoksa ne zaman bu toplumun değerleriyle barışık oldu, ne zaman halkı temsil eden, onun adına soluk alıp veren bir sanatçı tipi oldu sorusu, çok haklı bir sorudur.

Azınlık hale düşme psikolojisi zaten toplumsal olmaktan çok siyasal bir durumdur. Yalnızlığını bastırdığı, (kendini yalnız bırakan halkı) önemsemediği köşesinde rahatsızlık vermeye başlaması tam bu noktada başlıyor zaten.

Türk aydınının muhteşem ve acınası yalnızlığını çekilmez hale getiren de Türk seçkinlerinin elindeki ayrıcalıkların teker teker çıkıyor olmasıdır. Yeni gelenlerin ne türden bir şey oldukları ayrı bir konu. Ancak seçkin dayanışmasının bir tür aşiret ilişkisine dönüştüğü bir ülkede, yeni ilişki ağlarının kurulması, aşina ilişkilere "öteki"lerin nüfuz etmesi son derece sıkıntı verici olsa gerek.

Gerçekten bu seçkinler ülkenin modernleşmesi, seküler bir topluma dönüşmesi, batılılaşması konusunda "samimi" olsalardı, daha önce taşralı gözüyle hatta "Ortaçağ karanlığı"nı temsil ettiğini düşündükleri kitlelerin gittikçe sisteme eklenmesinden, dini ölçüleri bir kenara bırakıp sekülerleşmesinden, din anlayışlarının gittikçe protestanlaşmasından hoşnut olmaları gerekirdi.

Oysa sorun, aydınlanmacı bir idealizm sorunu değil. Konforun (kafa, konum) kaybedilmesidir. Konumlarındaki ayrıcalığı yitiren seçkinler zümresi bir sanatçının şikayetnamesi üstüne vandal biçimde atlayarak kamplaşmadan pay çıkarma peşindeler. Benzer biçimde, ülkesinden şikayetçi olan Nobel ödüllü bir yazarı vatan haini ilan edenler memleketi terk etmek isteyen başka sanatçıya sahip çıkması başka nasıl açıklanır ki.

Türk seçkinlerinin dışa vurduğu 'yalnızlık sendromu'nun psikolojik ve siyasal boyutuna dair söylenebilecekler ne kadar uzatılırsa uzatılsın asıl soruya gelmeden mesele konuşulmuş olmaz.

Neredeyse asırlık batılılaşma maceramızdan beri kendini hep bir kenara itilmiş hisseden sessiz çoğunluk nereye gitmeli/ydi?

Ya da seçkini olmayan bu halkı hangi seçkin zümre temsil etme cesaretini gösterebilirdi.


Kaynak: Yeni Şafak