Sarkozy'nin Fransa Cumhurbaşkanı olması Türkiye'yi üzdü ama soğukkanlı olmakta fayda var. Sarkozy ABD'ye yakın bir siyasetçi. ABD ile Fransa arasında zamanla sağlam bir ilişki doğacaktır. Sarkozy Washington'dan Türkiye konusunda gelecek tavsiyelere kulağını bütünüyle tıkamayacaktır
Fransa'da yeni bir dönem başlıyor. Her ne kadar Türkiye, Sarkozy'nin seçimleri rahatça kazanmasını üzüntüyle karşılamış olsa da, soğukkanlı olmakta yarar var.
Fransa'da açılan bu yeni siyasi sayfa ne getirecek henüz belli değil. Ancak şurası kesin: Paris-Washington ilişkilerinde ciddi bir düzelme olacak. Chirac döneminde yaşanan sorunlar bir çırpıda sona ermeyecek tabii ki. Mesela Irak ve Afganistan konusunda Sarkozy Washington ile mesafesini koruyacak. Öte yandan, tıpkı Angela Merkel gibi Sarkozy de ABD ile iyi geçinmek isteyecek ve transatlantik ilişkilere önem verecek.
Bu açıdan bakınca tipik bir Gaullist politikacı değil Sarkozy. Siyasi refleksleri anti-Amerikan değil. Tam tersine ekonomi ve finans alanlarında Amerikan modeline yakın reformlar yapmak isteyen bir lider.
Elize sarayındaki bu zihinsel değişim, zamanla Washington ile Paris arasında çok daha sağlam bir ilişkinin doğmasını sağlayacaktır. İşte bu durum Türkiye açısından ciddi bir avantaj. Zira, Sarkozy Washington'dan Türkiye konusunda gelecek olumlu tavsiyelere kulağını bütünüyle tıkamayacaktır. Evet, mucizeler beklememek gerekiyor. Ancak Paris'ten gelen ilk sinyaller Sarkozy'nin herkesi şaşırtma yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor.
Mesela seçtiği Dışişleri Bakanı, Bernard Kouchner, Fransa'nın ABD'ye en yakın politikacısı. Irak ve Afganistan savaşlarını desteklemiş bağımsız biri. Aynı zamanda Türkiye'nin AB üyeliğini savunan sosyalist geçmişi olan bir siyasetçi. Bütün bunlar Chirac dönemine oranla ABD'ye çok daha yakın bir Fransız dış politikasının ilk sinyalleri. Bu durum potansiyel olarak Türkiye için Chirac döneminden daha iyi olabilir.
Chirac ABD'ye kulak asmazdı
Hatırlanacağı üzere Chirac, ABD'den Türkiye konusunda gelen tavsiyelere son derece soğuk bakıyordu. İstanbul'da düzenlenen 2004 NATO zirvesinde George W.Bush, Türkiye'yi AB içinde görmeyi arzu ettiğini söylediğinde, Chirac'tan gelen cevap kolay kolay unutulacak türden değildi: "Biz ABD'nin Meksika ile ilişkilerine nasıl karışmıyorsak, ABD'de Avrupa'nın işlerine karışmasın." Gene unutmamak gerekiyor ki, sözde Türkiye yanlısı olan Chirac, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda Fransa'da referandum yapılması için kanunları değiştirdi. Birçok Fransız analist Chirac'ın bu hamlesinin Türkiye'nin şansını sıfıra indirdiği konusunda hemfikir. O halde Sarkozy'ye bakıp, Chirac nostaljisi içine girmemize hiç gerek yok.
Sonuç olarak bilinmesi gereken bir gerçek var. Türkiye'nin AB konusundaki şansı Avrupa ve Fransa'daki gelişmelerden çok Türkiye'nin kendi performansına bağlı.
İşte zaten tam da bu nedenle 27 Nisan muhtırasının Türkiye-AB ilişkilerine getireceği uzun dönemli zarar, Fransa'daki siyasi gelişmelerden çok daha büyük olacaktir. Asker-sivil ilişkilerinde yaşadığımız bu son sorun, Türkiye'nin zaten pek parlak olmayan demokratik imajını yerle bir etmiş durumda. Türkiye'yi dışlamak için zaten fırsat arayanlara müthiş bir malzeme vermiş durumdayız.
Muhtıra işlerine yaradı
Şimdiden hazırlıklı olmakta yarar var. Önümüzdeki dönemde Türkiye'ye
'imtiyazlı ortaklık' önereceklerin sayısı oldukça artacaktır. Sarkozy'nin zaten bu konuda Merkel ile aynı frekansta düşündüğü malum. 27 Nisan muhtırası şimdi bu Sarkozy-Merkel kampına güçlü bir zemin kazandırdı. Haklı olarak birçok AB ülkesi Türkiye'nin Kopenhag Kriterleri'ne artık uymadığını iddia edecektir.
Bu durum haliyle Sarkozy'nin ekmeğine yağ sürecektir.
İstediğini elde eden Sarkozy için bir sonraki aşama 'imtiyazlı ortaklık' konusunda ABD'yi ikna etmek olacaktır. Normal şartlarda Fransa'nın başındaki lider ABD'nin Türkiye konusunda ne düşündüğüne pek aldırmaz. Belirttiğimiz üzere bunu Chirac örneğinde gördük. Ama Sarkozy Chirac değil. Bu nedenle Sarkozy muhtemelen ABD'yi bütünüyle dışlamak yerine 'imtiyazli ortaklık' fikrini Washington'da savunacaktır. Zira Türkiye'nin Fransa-ABD ilişkilerinde pürüz yaratması Sarkozy'nin hoşuna gitmeyecektir.
İşte bu durum Washington'a Fransa üzerinde belirli bir manevra alanı sağlayacaktır. Hatta Fransa-ABD ilişkilerinde önümüzdeki dönemde bir Türkiye pazarlığı bile söz konusu olabilir.
Peki Sarkozy 'imtiyazlı ortaklık' konusunda Washington'u ikna edebilir mi? ABD'nin kararında birçok faktör rol oynayacaktır. Bu faktörlerden en önemlisi ABD-Türkiye ilişkilerindeki genel gidişat olacaktır. Türkiye'nin siyasi ve ekonomik performansı da ABD açısından önemli tabii ki. Demokrasiden uzaklaşmış bir Türkiye'yi savunmak çok daha zor. Fakat unutmamak gerekiyor ki, ABD için, Türkiye'nin Avrupa hedef ve heyecanını koruması stratejik bir gereklilik. Zira, AB'den uzaklaşan bir Ankara'da milliyetçilik son derece yükselecek ve Türkiye'nin Kuzey Irak'a
askeri müdahale ihtimali büyük oranda artacaktır. Bu durum, yani Kuzey Irak'a bir Türkiye müdahalesi Washington açısından tam bir kâbus senaryosu.
O halde, ilk bakışta Washington Sarkozy'nin 'imtiyazlı ortaklık' teklifine soğuk duracaktır denebilir. Ancak Sarkozy zeki ve sinsi bir stratejist. Kolay kolay pes etmeyecektir. Benim tahminim Sarkozy'nin Ukrayna, Gürcistan ve Türkiye'yi bir şekilde aynı torbaya koyarak, imtiyazlı ortaklık teklifiyle Washington'u zayıf olduğu Rusya cephesinden vurmak isteyeceğidir.
Bu ne demek? Gayet basit. Rusya güçlendikçe Washington'un rahatsızlığı artıyor. ABD, Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş başlamadan Ukrayna ve Gürcistan'ın bir an evvel NATO ve AB'ye bağlanmasını istiyor.
Eğer Sarkozy, AB'nin bu tür bir gelişmeyi ancak ve ancak Türkiye'nin de dahil olacağı bir esnek ortaklık yapısı içinde kabul edeceğini belirtirse, Washington'u zayıf olduğu noktadan vurabilir. Washington'da çok güçlü bir Gürcü ve Ukrayna'yı destekleyen Polonya lobisi olduğu unutulmamalı. Bu tür bir Fransa-ABD pazarlığı haliyle bize yapılmış büyük bir haksızlık olacaktır. O nedenle şimdiden bu senaryolara hazırlıklı olalım. Sonuç olarak Sarkozy'ye ve 'imtiyazlı ortaklık' kampına koz vermemek bizim elimizde.
Dört elle demokrasimize ve ekonomik kalkınma programımıza sarılmamız gerekiyor. Ukrayna'dan daha demokratik ve 'Avrupalı' olduğumuzu
kanıtlamak bizim elimizde. Tabii eğer, paranoya yaratıp, irtica geliyor, şeriat kapıda, muhtıralar devam etsin, asker-sivil ilişkileri bozulsun diyorsanız, iş başka...