Sayın Süleyman şapkayı alıp gittiği yıllarda da, bugün de, darbe
ufukta belirdi mi şapkayı alıp gitmekle suçlanır.
Tayyip Bey ise, darbe hissedersem, şapkayı alıp gitmem, gereğini yaparım!" diyor.
Demirel, "Ben 1971'de parlamentoyu açık tutabilmek için gittim!" yanıtını veriyor.
Buna Allende'yle,
örneğin Neville Chamberlain farkı diyebilir miyiz?
Salvador Allende, Şili'de darbecilere karşı direndi; Cumhurbaşkanlığı önünde, elinde silahı kimsenin hâlâ unutamadığı bir yiğitlik gösterisi sergiledi ve darbecilerin kurşunlarıyla öldürüldü.
Chamberlain ise, İngiltere
Başbakanı'ydı.
Sırasıyla Sudetenland, Ruhr Bölgesi ve en vahimi bağımsız bir devlet olan Çekozlovakya'yı, altın bi tepsi de Nazilere teslim etti. Avusturya'nın zorla Almanya'ya ilhak edilmesi karşısında, "Ne yapalım efendim? Bu ülkelerin ikisinin de ortak dili Almanca... Kültürleri bir. Biz ne karışırız..." dedi. Ve sonuçta yüz milyona yakın insanın hayatını yitirdiği İkinci Dünya Savaşına gidildi. Chamberlain ve Fransız Başbakanı Deladier, biraz cesaretli davransalar, zamanında "hayır!" diyebilseler, belki Nazi'ler al aşağı edile
cek, demokrasi Almanya'ya egemen olacak ve milyonlar canını yitirmeyecekti. Acaba Süleyman Bey, 1971'de direnseydi, Tağmaç, Gürler, Batur ve Eyicioğlu Paşaları emekli etseydi darbe gerçekleşebilir miydi? Belki de Süleyman Bey'i silah zoruyla al aşağı ederlerdi. Bilemem... Siz de bilemezsiniz. İşte şapkayı alıp gitmekle direnmek arasında, böylesi uzun ince bi yol var. Kimi rahatca geçebiliyor kimi, belki de yapısının gereği, erkekliğin onda dokuzuna sığınıyor. Hangisi daha doğru? Siz karar verin!
TÜRKİYE-RUSYA SAVAŞI KAPIDA MI?
Rusya'da yayınlanan Askeri-Uzay Savunma Dergisi etnik çatışmalar, toprak iddiaları, enerji kaynaklarını ele geçirme savaşımları ya da ayrılıkçı akımların, Rusya'nın Güney'inde, çok sayıda ülkenin katılacağı savaşlara yol açabileceğini öne sürdü. Ve üç değişik senaryo verdi:
1.Ayrılıkçılık, terör, etnik çatışmalar, Azeri-Ermeni sorunu ya da bölgede sivil Rusların öldürülmesi üzerine başlayacak savaşta Azerbeycan ve Gürcistan, Türk bayrağının altında toplanırken, Rusya'yla Ermenistan bir araya gelecek. Türkiye'nin önderliğindeki güçlerin 500'den fazla savaş uçağı, Rusya'yı Kafkasya'dan uzaklaştırmak, ekonomik gücüne büyük zarar vermek ve bazı bölgeleri ele geçirmek için, Rusya'nın Güney bölgelerini 10 gün süreyle bombalayacak.
2. Bölgedeki etnik çatışmalar ya da İran'dan kaynaklanan dinsel ya
yılma, Rusya'nın İran, Azerbeycan ve Gürcistan'la savaşmasına yol açacak. Çatışmalara 250 savaş uçağı katılacak ve çatışmaların bir amacı da Hazar'daki petrol havzalarını ele geçirmek olacak.
3. Ayrılıkcılık, terör, yitirilen toprakların yeniden ele geçirilmesi ya da Kafkasya'da etkinlik kazanma niyetinin yol açacağı savaşta, Rusya'nın tek müttefiği Ermenistan olacak. Karşı cephedeyse, ABD destekli Türkiye ve Gürcistan yer alacak. Savaşa, büyük bir olasılıkla, Azerbeycan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan, Türkiye'nin yanında katılacak. Rus topraklarını 1000'den fazla Türk, Türkiye'deki üslerden ve Akdeniz'deki uçak gemilerinden havalanacak ABD ve
NATO uçakları bombalayacak. Rus Hava Gücü birkaç saatte yok edilecek. Ardından kara harekatı başlayacak, Kuzey Kafkas Cumhuriyetleriyle Ermenistan işgal edilecek...
Şimdi, bu senaryolar durup dururken yazılmıyor herhalde. Ya da söz konusu derginin genel yayın yönetmeni, tuvalette otururken çala kalem döktürmüyor bu yazıları. Bunların, yani Rusya'yla Türkiye'nin savaşmasından bir şeyler umanlar var. Bunlar hem Türkiye'de hem Rusya da alttan alttan çalışıyorlar. Çünkü huzurlu bir Türkiye, bazı çevreleri çok rahatsız ediyor arkadaş!
'Kiliselerin kapısına asma kilit takarım'
Hepiniz bilirsiniz, çok ünlü bir sözlük
vardır. Larousse. Bu sözlükte de bi kelime var. "décapiter".
Bu kelime, 1931 yılındaki sözlükte 'boyununu vurmak; kelle kesmek' olarak belirtiliyor. Kelimenin başka bi anlamı daha var : Kazığa oturtmak. Dahası, kazığa oturtmanın anlamını açıklamak için de sözlükte şöyle deniyor:" Türkler bugün bile esirlerini kazığa oturturlar!"
Atatürk, bunu öğrenir öğürenmez, Fransız Büyükelçisini yemeğe çağrıyor. Elçi'nin havasından yanına varılmıyor artık. Diğer Büyükelçilere "Atatürk beni yemeğe davet etti!" diye böbürlenip duruyor.
Elçi köşke geliyor; yemekler yeniyor. Atatürk, bi süre sonra elçiye, bu kelimenin anlamını soruyor. Elçi de "Boyun kesmek", diyor. Atatürk soruyor yine: "Peki başka bi anlamı daha yok mu bu kelimenin?"
Fransız Büyükelçisi az biraz düşünüyor, sonra da sözlüğe bakması gerektiğini söylüyor.
Atatürk hemen Larousse'u getirtip adamın önüne koyuyor.
"Demek biz Türkler, bugün de esirlerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi? Bakın sözlüğünüze böyle yazmışınız!"
Büyükelçi, sözlüğü karıştırıyor... Kem küm ediyor... Sonra bi kaçamak nokta yakalıyor aklınca: "Efendim bu sözlük Katalok Kilisesi'nin matbaasında basılmıştır. Biz, Laik bir ülkeyiz. Kilisenin yaptıklarının bizimle bi ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız!"
Atatürk başını sallıyor:
"Öyle mi? Siz laik bir ülkesiniz ve kiliselere karışmıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından tezi yok İsyanbul'daki bütün kiliselerin kapılarına asma kilit takıyorum!
Büyükelçi ayağa fırlıyor:
"Bunu yaparsanız Fransz olarak sizi protesto ederiz!" Atatürk bi kahkaha atıyor:"
"Hani sizi ilgilendirmiyordu? Karışmıyordunuz kiliselerin yaptığı işlere?!" Ondan sonra da yaverine dönüp: "Büyükelçi'ye yol gösterin. Yemeği bitti!" diyor sert bir sesle.
Sonra mı ne oluyor? Fransız hükümeti laiklik söylemlerini bi yana bırakıp; hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında Türklerle ilgili cümle çıkartılıyor.
(Sayın Namık Kemal Zeybek'e teşekkürlerimle)
Kaynak: Star