Son birkaç gündür İran'ı sarsan gösteriler İslam Cumhuriyeti'nin sürekliliğine dair bir kez daha soru işaretleri yaratıyor. Son olaylar 1979'da monarşiyi deviren devrimi ürkütücü biçimde hatırlatıyor: Acımasız fakat kararsız bir adamın liderliğinde bölünmüş, gayrımeşru bir devlet, aniden tam olarak kavrayamadığı bir muhalefet hareketiyle yüz yüze geliyor.

Teokratik rejimin kısa sürede yok olacağını iddia etmek için erken. İran pekâla uzun bir karmaşa ve şiddet dönemine giriyor olabilir. Ne var ki son karışıklıkların hemen sonrasında şurası açık: İslam Cumhuriyeti'nin ömrü ciddi biçimde kısalmış durumda.

Geriye dönüp bakıldığında rejimin en ciddi ve vahim kararı, hazirandaki hileli cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası öfkelenen bir ulusa hiçbir uzlaşma önermemesiydi. Müesses nizamın eski cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsancani gibi simalarının ılımlı talepleri (sözgelimi siyasi mahkumların salıverilmesi ve halkın güveninin, hukukun üstünlüğüne saygı ve medyanın özgürleştirilmesi gibi önlemlerle yeniden tesis edilmesi), gücünden kuşku duymayan kibirli bir rejim tarafından geri çevrildi.

İslamcı yapı bile reddedilir oldu
Hayal kırıklığıyla sokaklara dökülen seçkinler ve protestocular, Ruhani Lider Ayetullah Ali Hameney'in bir sonraki seçimin adil ve özgür olacağını, daha kapsayıcı bir hükümet kurulacağını ya da Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın yetkilerine sınır konulacağını taahhüt etmesiyle birleştirilebilir veya öfkeleri yatıştırılabilirdi. Bugün bu tür tavizler bir zayıflık işareti olarak görülecek ve muhalefeti güçlendire-cektir. Rejimin artık çıkışsızlık dışında bir siyasi rotası yok. İronik olan şu ki, Şah'ın ikilemi de buydu; iktidarını tahkim edecek ve hükümetinin toplumsal tabanını genişletecek tavizleri vermekte çok geç kalmıştı.

Bir başka ironi de şu: İslam Cumhuriyeti'nin önderliğini bugün en az Şah kadar bocalayan bir siyasetçi yapıyor. Hameney'in sert görünümünün altında kararsız bir kişilik yatıyor. Şah gibi Hameney de binlerce protestocunun yargısız infazını ve rastgele vurulmasını getirecek büyük bir ezme harekâtını başlatmaya gönülsüz görünüyor. Rejimin güvenlik güçlerinin böyle bir tutum sergilemek yönünde stratejik derinliği ve isteği olup olmadığı da meçhul. Bu nedenle şu ana dek rejim bir caydırma stratejisini tercih etti: Besiç milislerini dövmek ve yıldırmak üzere protestocularının üzerine salarken, eski yandaşlarının birçoğunu tutukladı.

Ancak bu strateji gösterileri bastıramamakla kalmıyor, sürekli vatandaşlarıyla göğüs göğüse gelmek gibi moral bozucu bir görevle iştigal eden güvenlik güçlerinin sadakatini de aşındırıyor. Bu arada hareket resmi makamlara meydan okumayı sürdürdükçe, radikalleşmesi ihtimali de artıyor. Böyle bir militanlığın işaretleri çoktandır ortada: Bazı göstericilerin sloganları adil seçim talebinden bütün İslamcı yapının reddine doğru değişmiş durumda.

1979'dan farklı olarak bugün din adamları devleti, ahenkten ve öne çıkmış liderlerden yoksul olan bir muhalefet hareketiyle mücadele etmenin lüksünü yaşıyor. Ahmedinecad'la cumhurbaşkanlığı yarışına giren Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi gibi adaylar, son olayların beyninden ziyade şaşkın seyircileri izlenimi veriyor. Ancak rejim o kadar da rahat olmamalı, zira hareket ne kadar ayakta kalırsa, kendi liderlerini çıkarma ihtimali o kadar artacaktır.

İran'da hazirandan bu yana yaşanan olayların en dikkat çekici yönü, muhalefetin ulusal bir örgütsel ağ, iyi kurulmuş bir ideoloji ve karizmatik liderlerden yoksun olmasına rağmen kendisini sürdürme ve geniş çaplı gösteriler düzenleme kabiliyeti. Başka bir deyişle, İslam Cumhuriyeti bir çıkmaz noktasına gelmiş durumda; ne muhalefeti yatıştırabiliyor ne de
zor kullanarak bastırabiliyor.

ABD ve müttefikleri İran'ın nükleer programı meselesiyle uğraşırken, politikalarını bina ettikleri bağlamın değişimlere uğradığını idrak etmeli. Obama yönetimi eski başkan Ronald Reagan'dan ders almalı ve sürekli olarak teokratik rejimin meşruiyetine itiraz edip insan hakları ihlallerini teşhir etmeli. Sert bir dilin nükleer bir anlaşmayı engellediği düşüncesi yanlış. 

ABD sağlam durmalı
Bu konjonktürde, Tahran'ın nükleer meselede bir anlaşmaya yanaşmasının tek sebebi, bir yandan içerdeki isyanla uğraşırken uluslararası baskıları hafifletmek istemesi olabilir. Rejim nükleer programıyla ilgili uluslararası kaygılara kulak verse bile, ABD insan haklarına destek olmanın yanı sıra Devrim Muhafızları ve diğer baskı aygıtlarına karşı ekonomik baskı uygulamak konusunda sağlam durmalı. Ve Tahran'ın din adamı muktedirleri de bunun böyle olacağını kesin olarak bilmeli. Reagan bir yandan Kremlin'le silahların kontrolüne dair anlaşmalar bağlarken, Sovyetler Birliği'ni 'kötülük imparatorluğu' diye kınamakta hiçbir beis görmemişti.

İslam Cumhuriyeti de Sovyetler Birliği gibi gelip geçici bir fenomen. Amerika'nın bireyin egemenliğine duyduğu inanç, İran'ı tarihin doğru tarafına yerleştirecektir, zira devran kaçınılmaz şekilde dönüyor. (ABD'deki etkin düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi'nin üyesi, 31 Aralık 2009)

Kaynak: Radikal