Sevgili okuyucu, bu yazıda geçen sahneyi bir arkadaşım anlattı  bana, bir öykü yazarsın sen artık benim anlattıklarımdan, diyerek. Ben de bunu istedim, fakat  öyküyü yazmak için masa başına oturduğumda,  etkileyici anlatımının kurgusunu değiştirmek gelmedi içimden.  İşte, anonim bir anlatıcı olarak kalmayı tercih eden arkadaşımın diliyle, Filistin'de bir geçiş kapısında yaşanan o sarsıcı sahnelerin hikayesi:

Tam zamanını hatırlamıyorum; Nisan ya da Mayıs 2007 olmalı, pasaportuma baktığımda net tarihi bulabilirim. 12 kişiydik. En gencimiz 21, en yaşlı olanımız ise aramızdan bir arkadaşımızın 85 yaşındaki babasıydı.  Ürdün, Amman ve nihayet Filistin'i kapsayan dört günlük bir geziye çıkmıştık. Yolculuğumuzun sonuncu gününde Amman'dan otobüsle hareket ettik ve Ürdün üzerinden işgal edilmiş Filistin topraklarına giriş yaptık. Geçiş noktaları sıkıntılıydı, rehberimiz bu konuda bize sürekli uyarılarda bulunuyor, her an geri dönme ihtimalinin bulunduğunu dile getiriyordu. İsrailli görevlilerin keyfi uyarıları çok belirgindi çünkü. Biz Hüseyin Köprüsü'nden geçiş yapmıştık. Kapılardan geçmek hiç kolay olmuyordu. Kaldı ki bizler Filistinli değildik. İşgal altındaki topraklarda yaşayanlar için yolculuklar ve bu geçişler ölüm kalım meselesine dönüşüyor. Aşağılanmalar, itilip kakılmalar, ailelerin bölünmesine yol açan alıkonulmalar sıradanlaşıyor geçiş noktalarında. Bazen ailenin bir bölümüne izin veriliyor geçiş kapılarında, diğer yarısı ise alıkonuluyor, ille de makul bir gerekçe ileri sürülmeden.   Bütün bir geçiş süreci, olağanüstü hallere özgü uygulamalarla gerçekleşiyor.  Filistin topraklarında süren işgalin nasıl da büyük bir haksızlık halinde sürüp gittiğini anlamak için sınır kapılarında bekleyenleri izlemek başlıbaşına büyük bir tecrübe...  Onlarca hikaye aktarılabilir o kapılarda, onlarca film senaryosu hazırlanabilir.

İşte o hikayelerden birini anlatacağım sana şimdi. Öyle bir hikaye ki bütün hayatım boyunca unutmayacağımı sanıyorum. İsrail'den Filistin'e geçiş noktalarından birinde, Hüseyin Köprüsü'nde Filistinli bir ailenin maruz kaldığı muamele belki de bütün o geçişlerin barındırdığı sayısız hikayeyi temsil edecek kadar etkileyici geldi bana. Bunu böyle hissetmemin nedeni, yaşananlara tanıklığım da olabilir. Sen dinle ve kararını ver. 

Kısa süren Kudüs ziyaretinin ardından Ürdün geçiş noktasına ulaştık. Rehberimiz pasaportlarımıza vize damgası vurdurmak için kabin görevlilerinin yanına gitmişti. O sırada nasıl bir olay meydana geldi bilmiyorum, pasaportlar henüz kabinde görevlilerin elindeyken, salonda bekleyen bizler ki otuz kişi kadar vardık, İsrail güvenlik görevlileri tarafından dışarıya çıkartıldık.  Elleri silahlı görevlilerce geçiş noktası binasından uzaklaştırıldık. Açık alanda etrafımız kuşatıldı. Hiç bir açıklama da yapılmadı. Yalnız, İsrailliler panik içinde görünüyorlardı. On-onbeş dakika sonra Ürdün'de olabilirdik problem çözüme kavuştuğunda, kabinlerden çıkabilsek, iki üç adımın ardından Ürdün'e ayak basmış olacaktık. Bir açıklama yapılmasını boşu boşuna bekledik. İsrail sınırından geçişler konusunda tecrübeli  olan bir arkadaşımız, bu uygulamanın saatlerce, hatta günlerce sürebileceğini söyledi. Valizlerimiz salonda kalmıştı. Elimizde sadece el çantalarımız vardı. Getirildiğimiz yerde oturma imkânı yoktu. Saatlerce ayakta, aç ve susuz bir vaziyette bekledik. Rahatsız olsak da kaygılanmıyorduk. Bizi herhangi bir nedenle günlerce alıkoyabilirlerdi burada, ama sonuçta yabancıydık, en kötü bir ihtimalle karşılaştığımız muamele uluslararası bir krize dönüşmeden kurtulma şansımız, birkaç Filistinli aile ve münferit yolcuya göre kat kat yüksekti. 

Bulunduğumuz zemin topraktı, temizdi, ama oturmak istemiyordu kimse. On adım kadar ötemizde bir bank vardı, yaşlı amcanın oraya oturabileceğini düşündük. Kızı, yaşlı adamı banka doğru götürmeye çalıştı, ama polisler izin vermedi. Zaman ilerledikçe birer ikişer toprağa oturmaya başladık. Çantalarımızdaki yiyecekleri çıkardık ortaya, sularımızı paylaştık. Az ilerimizde kucağında bir bebek ve yanında da bir çocuk olan genç bir kadın duruyordu. Kadın perişan bir şekilde sürekli ağlıyan çocuklarını susturmaya çalışıyordu. Genç bir arkadaşımız ona yardımcı olmaya çalıştığında, işte o zaman biz kadının yanında birkaç kadın polis olduğunu farkettik. Kadının gruptan ayrı tutulmasının bir sebebi olmalıydı.  Rehberimiz genç arkadaşımıza kadınla ve çocuklarıyla ilgilenmemesini söyledi. Her şey mümkün, diye de bir açıklama yaptı. Çocuklar ağlamaya devam ediyor, kadın da çaresizlik içinde onları susturmaya uğraşıyordu. Çocuklar susamıştı belki de; genç arkadaşımız kalan suyumuzu kadına götürdü. O arada ben de kadın polisler tarafından gözetim altında tutulan anne ile çocuklarına yakınlaşmak istedim. Ola ki bir yardımım dokunabilirdi. Annenin ve çocuklarının ayakları çıplaktı. Çocuklardan daha büyük olan oğlan ağlarken tepindikçe, ayakları toprağın içinde kayboluyor gibi görünüyordu bana.

Çocukların ağlama seslerinin yükselmesi karşısında polisler, arkadaşımızın yakınlaşma çabasını engellemekten vazgeçtiler. Biz de oluşturulmuş güvenlik çemberini kısmen delebildik. Genç kadınla fısıltı halinde sohbet etmeye başladık. Meğer burada böyle beklememizin sebebi, onun kocasının tutuklanmasıymış. Geçiş noktasında kontrol kapısından geçecekleri sırada ayakkabılarını çıkartmışlar  ve hemen ardından kocası "bombacı" olduğu kuşkusuyla içeri götürülmüş. Bütün çantalarına, bavullarına el koyarak, kadınla çocuklarını yalınayak bu toprak zeminde beklemeye terketmişler. 

Şimdi, bomba uzmanlarının gelip eşyaları ve ortamı kontrol etmesi gerekiyor;  bunun için bekletiliyoruz. Tutuklanan Filistinlinin  bombacı olduğundan kuşku duyuluyor. Niye kuşkulandıklarını bilmiyor kadın, ama kocası için endişe ediyor. Geri gelir mi, bundan sonra ne olacak; sınırdan bir başına geçmek istemiyor. Ona nasıl yardım edebileceğimizi bilemiyoruz, bizim de bavullarımız içeride kaldı, hiç birimizin yanında yedek bir ayakkabı yok. 

Yanılmışız ama, ayakkabı olmasa da bir çift terlik çıkıyor bir sırt çantasından. Tedbirli bir arkadaşımız, otelden ayrılırken belki lâzım olur diye çantasına attığı kağıt terlikleri hatırladı, çıkardı çantasından sevinçle ve kadına uzattı. Herhalde otel odasında kullandığı o bir çift terliği bir poşetin içinde çantasına koyarken, sınırda iki çocuğu ile mahsur kalan bir Filistinli anneyi getirmemişti aklına. Sınırlardan geçiyor, bir "her şey olur" duygusu uyandıran geçiş noktalarında beklemeler yaşıyoruz. Bir çift otel terliğinin çantaya atılması bazen çok gereksiz bir tedbir olarak algılanabilir. Ama her halde aramızda hiç kimse, normal olarak varlığını lüzumsuzca bir eşya biriktirme huyuyla ilişkilendirecekleri bir çift kağıt terlik için bu denli teşekkür etmemiştir kimseye, "Ne iyi etmişsiniz, Allah razı olsun!" dememiştir.

Oğlanın ayakları hâlâ çıplaktı, fakat o da su içtiği için olmalı, sakinleşmiş görünüyordu.   Onlar için biraz para toplayalım aramızda, diye konuşuyorduk kendi aramızda ki polisler aniden kadınla çocuklarını alıp götürdüler. Nereye götürüldüler, akibetleri ne olacak, ancak Allah bilir... İşte, Filistin'de ve etrafındaki ülkelerde sürdürdüğümüz gezi, Filistinli muhacirlere ilişkin nice unutulmaz hatırayla sona eriyordu, ama her birimiz için en çarpıcı hatıradan daha etkileyicisi olan, gezimizin sonlarına yaklaşırken tanığı olduğumuz, Filistinli annenin çocuklarıyla birlikte çaresizce paylaştığı o sahne oldu.

Neredeyse üç yıl geçti aradan, Filistinliler bu geçen yıllar boyunca nice alıkonmalar, öldürülmeler, toplu katliamlar yaşadılar. Filistin'le ilgili haberler hiç eksik olmadı ajanslardan. Filistin'e gitmemiş olsaydım, ekranın ve ajans bültenlerinin süzgecinden geçmiş olmanın mesafesiyle algılayacaktım o haberleri. Onların kendi topraklarına girerken yaşadıkları zorluğu hayal bile edemezdim, Hüseyin Köprüsü geçiş noktasında bir kadınla çocuklarının çıplak ayaklarla bekletilişine tanık olmasaydım. Üç yıl oldu, kendime ayakkabı almayı düşündüğüm her seferinde, farklı numaralarda bir değil birkaç ayakkabı almanın hesabını yaparak iniyorum çarşıya. Bir çift kadın ayakkabısının yanına bir iki çift de çocuk ayakkabısı ekliyor ve  toprak zeminini andıran girişleri olan eski evlerin eşiklerine bırakmak için yolumu uzatıyorum.

Ve ne zaman bir otelde kalsam, ayrılırken kağıt terlikleri bir poşete koyarak çantama atıyorum, nerede olursam olayım, yolumun üzerinde  ayakları çıplak bir Filistinli karşıma çıkabilirmiş gibi.