I-Modern dünya öznenin yıldızını soldursa da popüler kültür bir açıdan dahi olsa geleneksel erdemlerle temayüz eden kahramanlardan vazgeçmiyor. Seyircisini ikna için başka âlemlerden gelen ya da başka âlemlere giden kahramanlara yöneliyor sinema sektörü. Çünkü aslında insanlık en zayıf yanlarını çıplaklaştıran bir kültürün baskısı altında yaşamanın ağırlığına, her şeye rağmen kafa tutmayı ve direnmeyi başaran, “hayır” demeyi göze alan soylu insanların hayaline tutunarak da katlanabiliyor.

Che Guevara’nın Motosiklet Günlükleri’ni okuduğum günlerde, bir gazetede, sanki sevimli çocuk oyuncusu olma niteliğine yeni bir şey katma/katamama etrafında bir kaygıyla yaşamaktan muzdarip görünen İlker İnanoğlu ile yapılmış röportaja ait bir başlık gözüme ilişmişti: Ben Che Guevara’yım.

Herkes Che Guevara olmak istiyor; konformist köşe yazarları ve reklamcılar, bir Havana purosunun bir Latin Amerika müziğinin hissettirebileceği kadarıyla sınırlı da olsa, Che’yle bir şekilde yakınlık ima eden yazılar yazıyor, sloganlar üretiyor. İsimleri derin iktidar yapısıyla bütünleşen gazeteciler, yazılarını solcu geçmişlerini ima eden cümlelerle retoriğin ötesine aşırmaya çalışıyorlar.

Sanki Che motosiklet günlüklerini, bir motosiklet klübü üyesiyken tutmuş gibi mi algılanıyor ne...

İyimser bir bakış açısıyla, şu yorumu da yapabiliriz gerçi: Hepimizin benliğinde, bu dünyada varoluşumuzun en hakiki ve anlamlı amacının yoksullar ve ezilenler için dünyayı daha anlamlı ve yaşanılır kılmak, ruhen muzdarip kitlelere hayatın derin katmanlarına bakan pencereler açma yolunda çaba göstermek olduğu inancı, bir şekilde mevcudiyetini koruyor.

II-Hayatın içinden hakiki kahramanların ölümü, kurgusal kahramanların yükselişiyle eşzamanlıdır doğal olarak. Kahramanlarını yitirmek, yeni kahramanlar doğuramaz olmak, kültürel üretim alanında yavanlaşırken medeniyet vizyonunu yitirmeye başlamakla aynı şeydir; İsmail Kara bunu ‘medeniyeti inşa eden tavır ve üslup alanının gerilere doğru itilmesi’ olarak tasvir ediyor ki bunun bir neticesi,” toplumun dini-tarihi-kültürel dünya tasavvurunu oluşturan ve onu taşıyan Kısas-ı Enbiya, Battalnâme, Kerem ile Aslı, Aşık Garip... gibi ‘halk kitapları’nın, özellikle aydınlar katında itibar kaybına uğramasıdır.” (Din ile Modernleşme Arasında-Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergah Yayınları, Sf. 80)

Kahraman bütün insanlık tarihi boyunca belki kısmen sanal bir kişilik olarak var oldu, kendisine atfedilen sıradan insanı aşan özelliklerin bir kısmı ister istemez yakıştırma olacağı için de... Pepsi’nin reklâm kampanyası için teklif götürdüğü Volkan Konak milyon dolarlık teklifi geri çevirirken, “Deliyürek” Kenan İmirzalibeyoğlu, Pepsi’ye ülke sathında prestij kazandırma rolünü kabullendi. Denilecektir ki ne var bu haberde yadırgayacak, dizide kitlelere kendini şöyle veya böyle sevdiren bir karakteri canlandıran oyuncudan gerçek hayatta da canlandırdığı kahraman gibi davranmasını beklemektir asıl yadırganacak olan. Elbet öyle. Fakat Pepsi herhalde İmirzalibeyoğlu’nu yıldız olarak ayırtederken, onun Deliyürek’te üzerine oturan ve daha sonra da büyük ölçüde oynadığı diğer dizilerde de tekrar eden mahalli değerleri, adaleti, yoksulun ve mazlumun hakkını cansiperane savunan kahraman suretini dikkate almıştır. Başka hangi dizi kahramanı İmirzalibeyoğlu kadar beyaz tülbentli Anadolu kadınına öz evladı gibi görünebilirdi ki... Ayran tüten bir kadınla Pepsi’yi aynı sahnede buluşturmayı herhangi bir dizi yıldızı başaramazdı. 

III- Pop kültürü, sürekli star üretimi üzerine kurulu endüstridir, starlar ise kurgusal kahramanlardır. Afişlerle, posterlerle genç odalarının duvarlarını işgal etmeye devam eden starların kahramanlığı, gündelik hayatın ortalama dürüstlük testleriyle sınandığı anda buharlaşmaya başlıyor. O nedenle de uzaydan gelen kahramanlar daha elverişli bulunuyor olmalı.

Bazen Volkan Konak gibi biri çıkar ve Deliyürek hayranı lümpen delikanlıya bile “bu adam deli olmalı” dedirtecek ölçüde maddi bir kaybı göze alma pahasına ilkelerini savunur. Bu tavır  lümpen delikanlıdan önce imajla gerçeği profesyenellik adına birbirinden ayrı tutan Havana purolu aydınları şaşırtacaktır. Çünkü artık kahramanca davranmak çok zordur, gerçek hayatın sınavlarına göğüs gerebilen bir kahraman hayal edebilmenin de  zorlaşması gibi... Asil soruları hissettiren masum yüz ifadeleri ancak nostaljik bulunabilir.

Bee Gees’in ‘Hayatta Kalmak’ isimli şarkısının klibini hatırlıyorum. 70’li yıllardan günümüze süzülüp gelen grubun üç sanatçısının giderek hızını ve acımasızlığını artıran pop endüstrisi tarafından boğulmakta olduğunu hissettiren bir sahne: Eller cansız bir şekilde gökyüzüne uzanırken, eskilerde kalan bir direnişin paradosini çiziyor. Bee Gees’in klibinde bütün olarak beni etkileyen, imge üretimi ve tüketimi bağlamında çağın süratine ve kıyıcılığına ayak uydurmakta zorlanan sanatçıların ellerinin canveren birer kuğu misali gökyüzüne doğru uzanmasını zorunlu kılan yersizlik, yurtsuzluk.

Popüler kültürde hakkaniyat aranmayacağını  bilen sanatçı, üretimini sürdürürken kahramanlığın zeminini adımlamaya başlar. Kahraman kendisi için bile sürprizlerle dolu öznedir, bir proje değil, tecessüm etmeye hazırlanan hakikattir. “Kahraman (ya da özne) nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın, kendi özünün huzurundadır; çünkü görebilen kusursuz göze sahiptir’, diye yazıyor büyük mit çözümleme ustası Campbell: “Laik devletin evrensel planda oluşturduğu bir tür sürü bilinci karşısında kul, kurtuluşu artık toplumdan beklememelidir, belki tam tersi doğrudur, yani topluma rehberlik edecek olan sahiden de sürüden ayrılmış birey ya da bireyler toplamıdır.” 

Diğerkâmlığın yanında özü  sözü bir olmak, sözü eğip bükmeden, düzgün söylemek, dahası yalanın egemenliğine girmemek için “hayır”  diyebilmeyi bilmek; her zamanın ihtiyaç duyduğu kahramanlık, asıl bu. 

.