Paris'e tepeden bakmak için birkaç alternatifiniz var. Şehrin kadim ve yeni kimliğini buluşturan Sacre-Coeur bir başka adıyla ressamlar tepesi, dümdüz olan Paris için epeyce yüksek sayılabilir. İsmini Hz İsa'ya atfen Sacre-Coeur Kilisesi'nden alan tepenin olduğu yerin artık popüler kültürün bir parçası olan sokak ressamlarıyla anılmaya başlaması Paris'in geçirdiği dönüşüm için de ipucu verebilir. Geçen hafta sonu, sokak ressamlarının arasından geçerek tepeden aşağıda alabildiğine uzanan Paris'e baktığımda mekan, zaman ve zihniyet ilişkisini, değerlerin dönüşümünü bir mekanın bu kadar yoğun olarak taşıyabileceği fikri aklıma bile gelmemişti.

Bir diğer seçenek olarak Eyfel Kulesi şehrin merkezini daha ayrıntılı görmenize imkan veriyor. Seine nehrinden Louvre Sarayı'na kadar çepeçevre uzanan şehrin düzgün caddelerini, sert köşeli yapısını daha iyi görebilirsiniz. İlk bakışta tarihi dokunun ne kadar geniş alana yayıldığını; büyük bir emperyal geçmişin bugüne taşan yaşayan ruhunu yakalarsınız.

Toynbee, Ortaçağ Paris'i için monarşi, kilise ve üniversite şehri diyor.

Monarşi geleneği zamanla imparatorluğa dönüştü. Fransız devrimiyle krallık yıkılsa da imparatorluk ruhu devam etti. Bugün de imparatorluk olmasa da güçlü devlet geleneği, hatta jakobenizm imparatorluğun modern dönemde dönüşmüş hali... Ayrıca imparatorluğun emperyal hedefler, emperyalist stratejilerle ilişkilendirildiğinde muhteşem tarih, göz kamaştırıcı şehir mimarisi olarak bugüne kadar gelen ihtişamın kaynağına dair fikir veriyor. Sömürge çağının dünyanın dört bir tarafından taşınan zenginliği olmasaydı bu ihtişamı mustağriplerin hayran hayran seyretme imkanları olamayacaktı. Biçimsel olarak kalmasa bile devam eden bir ruh olarak emperyal geçmiş Paris'in sokaklarına, mimari yapısına ve modern devlet aygıtına sinmiş olarak yaşıyor.

Ortaçağ Paris'ini yansıtan kilise devletle ve üniversiteyle girdiği savaşta en zararlı çıkan kurum oldu. Laikliğin kurumsallaşması kilisenin kendi sınırlarına çekilmesini gerektirse de devletle ilişkisi düz, kesin bir ayrımla tanımlanamayacak kadar karmaşık bir şekilde devam etti. İmparatorluk mirasını sürdüren devlet, kiliseyi ve dini içerde alabildiğine bastırırken dışarıda kol kola gezmekten çekinmedi. Sömürgeciliğin keşif kolu gibi işlev gören kilise içerde kaybettiği konumunu dışarıda yükseltmeye çalıştı.

Kilise ve din aydınlanma sonrası başlayan süreçte toplumdaki etkisini yitirse de bilim ve sanat adeta dinin yerini aldı. Aklın kutsal olanın yerine geçmesi, bir tür aklın kutsanması anlamında üniversitenin kalbinde aydınlanmanın ve bilim çağının azizlerinin adeta kilise formunda ve ihtişamında bir modern türbeye dönüşmesi aslında kiliseyle kurulan ilişkisinin tersyüz edilerek akla ve bilime yüklenerek sürdürülüşünün sembolü gibidir.

İsmi Hz. İsa'ya atfen verilen Sacre Coeur (Kutsal Yürek) kilisesinin olduğu tepeye ressamların yerleşmesi Fransızlar açısından sanatın anlamı, kazandığı muhteva açısından bir bakıma zihniyet arkeolojisi yapmamıza cesaret vermiyor değil. Batıda sanatın adeta din ve kutsal olanın yerine yerleşmesinin mekansal ölçekte yansıması bu tepe olabilirdi. "Kutsal yürek" yerine ressamların kutsandığı, bir aziz ikonu yerine bireyin kendi portresini yaptıracak kadar kendini önemsediği bir algının tezahür ettiği mekan…

Kutsal yürek tepesinin kutsiyetinden kaçarak Paris'e tepeden bakmayı mümkün kılan Eyfel Kulesi bir başka modern-kutsallığın temsili yapısı değil midir? Çelik konstrüksiyonun temsil ettiği teknolojik ve maddi güçle bu kadar yükseklikte inşa eden mühendislik bilgisi ve becerisi… Paris'i ayakta tutan üç sütundan biri kilise-din kutsanmış bilim ve sanatın tezahürleriyle varlığını sürdürüyor. Paris bunlarla yaşıyor. Biçimsel olarak değişmeyen tek unsur Avrupa'nın en büyük ve en köklü üniversitelerine sahip oluşu… Paris hâlâ üniversiteleriyle övünür.

Ressamların arasından süzülüp Sacre Coeure Kilisesi'nin merdivenlerinden gri Paris'e bakarken, demir yığını olmasıyla bende soğuk bir ürperti uyandıran Eyfel'in tepesine çıkıp keskin çizgilerden oluşan mağrur şehrin tarihi sokaklarını, binalarını, muhteşem yapılarını seyrederken yanı başımızda kıvrılarak akan Seine nehrinin bile yumuşatamadığı bir köşelilik, tarihsel kırılma hissi duydum.