İsrail’in “özür krizi”nde son sözünü söyleyip söylemediği konusunda bir muğlaklık var: İsrail basınına göre Başbakan Binyamin Netanyahu ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail’in “Mavi Marmara” baskını nedeniyle Türkiye’den özür dilemeyeceğini bildirmiş... ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise bu haberlerde “tutarsızlıklar” bulunduğunu söyledi ve ABD’nin Türk-İsrail ilişkilerinin iyi olmasına verdiği önemi vurguladı.

Bu arada “Mavi Marmara” olayını soruşturan BM komisyonunun raporunu nihayet önümüzdeki haftanın başında açıklayacağı bildirildi.

Öyle anlaşılıyor ki Amerikan diplomasisi, “özür krizi”nin bir şekilde halledilmesi için hâlâ çaba harcıyor.
Bu çabaların bu saatten sonra olumlu sonuç vermesi ihtimali doğrusu çok zayıf görünüyor.

Kesinleştiği takdirde İsrail’in bu tutumu, Türk-İsrail ilişkilerinin ciddi bir kriz ve gerginlik dönemine girmesine, ayrıca ABD’nin Ortadoğu stratejisinin ağır bir darbe yemesine yol açacaktır.

Suriye’deki kritik durumun bütün dikkatleri çektiği bir sırada, bu kriz, Türk-İsrail ilişkilerinin ötesinde, bölgedeki dengeleri de etkileyecektir...

Neden “hayır”?
İsrail daha baştan özür şartını “kabul edilemez” olarak ilan etmiş, bu konudaki ısrarını günümüze dek sürdürmüştür. Türkiye de bu şartı “olmazsa olmaz” saydığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğinin bu temel koşulun yerine getirilmesine bağlı olduğunu defalarca tekrarlamıştır.

Netanyahu’nun Bayan Clinton’a “özür yok” mesajını vermesinde rol oynayan birçok neden var.
Birincisi, İsrail’in iç politikasıyla ilgili. Hükümetin Lieberman kanadı şiddetle özür dilemesine karşı.

Netanyahu’nun kendi partisine mensup bakanların çoğu da öyle. Dolayısıyla Netanyahu koalisyonu ve kendi nüfuzunu tehlikeye düşürmek istemedi ve özüre karşı olanların safında yer aldı.

Şu sırada İsrail’de, sosyo-ekonomik politikalardan dolayı hükümete karşı büyük gösteriler yapılıyor. Netanyahu özür dilemeye zaten karşı olan İsrail halkının geniş bir kesiminin sempatisini kazanmak için de böyle bir tutum almıştır.

Diğer önemli bir faktör, İsrail yetkililerinin bu olaydan ötürü özür dilemesinin, benzer operasyonlara veya güvenlik tedbirlerine karşı bir “emsal oluşturma riski”ni taşıdığı kanısında olmalarıdır.

Nihayet BM raporu da, Netanyahu’yu özür dilememeye teşvik etmiştir. Anlaşılan bu rapor İsrail’in Gazze ablukasını ve uluslararası suları denetlemesini hukuka uygun saymaktadır. Rapor gerek Türkiye’nin, gerekse İsrail’in hem lehinde hem aleyhinde noktalar içeriyor. Ancak İsrail genel havasıyla kendi lehinde saydığı bu raporu, tam yayınlanması arifesinde, özür dilememek için bir referans olarak kullanmayı düşünüyor...

Kim kaybeder?
Netanyahu hükümeti hangi nedenlerle olursa olsun, böyle bir karar almakla kendi payına siyasi ve psikolojik bazı kazançlar sağlasa da, Türkiye ile dostluğunu ve yakınlığını kaybedecektir. Güvenlik sorunundan ve yalnızlıktan mustarip bir ülke için, bölgenin en güçlü ve etkin bir komşusunu karşısına almak, büyük bir gaf, ciddi bir risktir...

Eğer özür dilememe pozisyonu kesinleşir ve bu konudaki temaslar kesilirse, Ankara’nın ne yapacağı belli: Diplomatik temsilcilik en alt düzeye düşürülecek, resmi hiçbir temas kurulmayacak, işbirliği dondurulacak; daha önemlisi Türkiye İsrail’e karşı kampanyasını uluslararası forumlarda yürütecek ve onu baskı altında tutmaya çalışacak...

Bu noktaya gelinirse, Türk-İsrail ilişkilerinin tekrar rayına oturtulması çok zor olacaktır...

Kaynak: Milliyet