Önce içerisi mi dışarısı mı? şeklinde bir tartışma sürüyor.
Yani önce içerideki teröristleri mi etkisiz hale getirmeliyiz, yoksa dışardakileri mi?
Dışardakinden, Kuzey Irak'ta yuvalanmış olanlar ve onlara destek verenler kastediliyor.
Genelkurmay Başkanı Kuzey Irak'a girmeliyiz. Girersek başarılı oluruz. Yalnız siyasi direktif gerekli şeklinde konuştuğundan beri, hükümet üzerindeki baskı yoğunlaşmıştı. Hükümet neden askerin elini tutuyor, Kuzey Irak'a sefer düzenletmiyor, yoksa başka niyeti mi var? soruları soruluyordu. Başka niyetler içine, ucu satılmaya kadar varan suçlamalar giriyordu.
Bu arada şehit cenazeleri peşpeşe geldi, camilerde ana baba günü oldu, cenaze gösterilerinde hükümet yerden yere vuruldu.
Hükümet sustu, sustu, sustu.
Neredeyse şehid cenazelerinin sorumlusu gibi görünmeye başladı.
İşte burada Başbakan bir söz söyledi:
İçerdeki 5 bin teröristi hallettik mi ki, dışardaki 500 teröriste sıra gelsin dedi.
Evet bu, içerdeki dışardaki terörist sayısı farklı da olsa, ayan beyan bilinen bir hususun Başbakan dilinden ifadesiydi.
Kaç kere dile getirmiştik.
Pülümür Kuzey Irak'ta değil. Şırnak Kuzey Irak'ta değil. Gabar ve Cudi dağları Kuzey Irak'ta değildi.
Oysa şehidler buralardan geliyor. Güvenliği yeterince sağlanmamış bir karakoldan yedi askerin cesedi çıkıyor. Asfaltlanmış yollarda uzaktan kumandalı mayın patlatılması ile yarbay, binbaşı seviyesinde subaylar can veriyordu.
Derdimiz şehidlerse, önce bu topraklardaki terör belası söndürülmeliydi...
Aslında bu yaklaşım, uluslar arası platformlarda da Türkiye'nin önüne çıkıyordu. Kuzey Irak'taki terör yapılanmasının farkında olan ülkeler bile, Ama içerde de terör var, siz önce bu içerdekini halledin diyorlardı. Yani Kuzey Irak'a bir harekat için gerekli uluslar arası zemini hazırlamakta zorlanılıyordu. Evinizin içi temiz değil, dışarısı ile ilgileniyorsunuz gibi ithamlar geliyordu.
Öyleyse, Kuzey Irak'a bir harekat olacaksa bile bu, içerisini temizledikten sonra olmalıydı.
Başbakan, terör zirvesine girmeden önce o sözleri söyledi ve terör zirvesinden hükümetin yeniden inisiyatifi ele alması, artı hükümet ile asker arasında uyum görüntüsü çıktı.
Evet, içerde terörle mücadeleye hız verilecek, güvenlik güçleri her türlü imkanla donatılacak, gerekirse, teröristlerle mücadele için özel timler sevk edilecek ve sonunda terör temizlenecekti.
Üstelik, terörle silahlı mücadelenin sosyal, ekonomik, kültürel boyutu devreye sokulmalıydı. Yani dağdakileri indirmek mümkün olmasa bile, dağa çıkma önlenmeliydi. Bölge insanının etnik bilinç anlamında politize olması önlenmeliydi. Gönül bağları yara almışsa tedavi edilmeli, var olan bağlar derinleştirilmeliydi.
Belki bu meyanda Kuzey Irak gündeme alınmalıydı.
Evet, Kuzey Irak konusu da önemli bir sorun niteliği taşıyordu. Üstelik Ankara'dan bakıldığında Kuzey Irak sorunu, sadece bir miktar teröristin orada barınıyor olması ile sınırlı gözükmüyordu. Başka kaygılar vardı. Uzun vadeli düşünüldüğünde Ankara'nın kaygıları daha da derinleşiyordu.
Kuzey Irak sorununu çözmek demek, oradaki terör odaklaşmasının izalesinden ibaret değildi. Türkiye onun için 1991 Körfez harekatından bu yana Irak sancısı yaşıyordu. Orada işgal gücü Amerika vardı. Orada paramparça olmuş bir Irak toplumu vardı. Ve orada, bağımsız devlet olmaya doğru yürüyen bir Kürt varlığı vardı.
Neresinden baksanız Türkiye için problemdi bunlar.
Oysa Kuzey Irak'a girdiğinizde belki terör gruplarını yok etmek bile mümkün olmayacaktı. Çünkü terör grupları bir odak teşkil etmiyor, kısa sürede toplum içine karışan sivil insanlara dönüşüyorlardı. Dağları taşları bombalamak ise, bugüne kadar 24 kere yapılan sınır ötesi harekatla istenen sonucu sağlamamıştı. Belki Kuzey Irak harekatı, askeri neticelerinden çok diplomatik neticeleri ile önem kazanmaktaydı. Yani Türkiye'nin başına bela açmak isteyenler iki kere düşünsün. Belayı göğüsleriz ve cevabını veririz demekti.
Belki Irak'ın egemen gücü Amerika'ya mesajdı.
Tabii ki Kuzey Irak'ta Kürt yapılanmasının merkezinde yer alan Barzani'ye, Kuzey Irak'tan yola çıkıp Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanlığına gelen Talabani'ye mesajdı.
Türkiye bu coğrafyanın merkez gücüydü. Kimse bu güçle belalı olmaya kalkışmamalıydı. Kuzey ırak, asla Türkiye'nin bütünlüğünü, huzurunu tehdit eden bir alan haline gelmemeliydi. Ne bugün ne yarın. Hiçbir konseptte, Türkiye'nin rahatsız edilmesi öngörülmemeliydi. Hele Kuzey Irak'tan yola çıkıp Türkiye'nin toplum yapısı ile oynamak akıldan bile geçirilmemeliydi.
Türkiye'nin genel manada Irak'la, özel manada da Kuzey Irak'la ilgili olarak bütün bunları düşünmesi normaldi.
Ama bunların bile önemli bir kısmı diplomatik çaba ile ilgiliydi.
Askeri bir harekat da, diplomatik çabaların uzantısı olmalıydı.
Savaş için savaş, hiçbir sağlıklı ülkenin işi olamazdı.
Onun için işin merkezinde siyaset olacak, diplomasi olacaktı.
Aslında Genelkurmay Başkanı'nın Siyasi direktifte ısrar etmesi de bu yüzdendi. Bir askeri harekat, Kuzey Irak diplomasisinin neresine düşüyor? Asıl soru buydu ve bunu tayin de, ülkenin her şeyinden sorumlu olan siyasi iradeye aitti.
Belki burada en önemli husus, bütün bunların siyasi istismara konu edilmemesiydi.
İş efelenme işi değildi çünkü. İş akıl ve plan işiydi.
Oynamaktan maksat ütmekti.
Ne yumruk sıkarak ne de slogan atarak netice alınıyordu, savaşta ve diplomaside...
Aklı ve planı konuşturmak lazımdı.
Daha heyecanlılar kazanmıyordu zaferi, aklı başından bir karış yüksekte olanlar da değil.
Onun için son günlerin en iyi haberi, terör zirvesinden hükümetle askerin uyum içinde çıktığı bilgisi olmuştur. Bu, ortak aklın devreye sokulması demektir. Onun için terör zirvesinden ortak akıl görüntüsünü çıkaranları kutluyorum.
Bize düşen de ısrarla Gerekirse can, ama önce akıl, ortak akıl çağrısında bulunmaktır.
Yasal Uyarı: Dünya Bülteni haber portalında yayımlanan yazarlarımıza ait makaleleri, site yönetiminin izni olmadan kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır.