Tek bir konuşmayla yıllarca süren güvensizlikleri birden ortadan kaldıramazsınız. Ama birbirimizi dinlemek, saygı göstermek, ortak zemin aramak ve birbirimizden öğrenmek için kalıcı çaba sarfetmemiz şarttır. Kuran’ın da dediği gibi, “Rabbini bil ve her zaman doğruyu söyle...”
Barack Obama, 2009 Haziran ayında Kahire’de böyle konuşuyordu. İslâm dünyası da, sekiz yıl sonra Bush dönemi fanatik uygulamalarından sonra kendisine inanmış, umut bağlamıştı. Ancak Kasım 2008’de göreve gelişinden sonra bu mesajlara uygun somut sonuçlar göremedik. Obama’ya bağlanan umutlar giderek eriyor.
İran konusundaki tavrı, Obama için asıl ‘samimiyet testi’ olacaktır.
New York’taki Birleşmiş Milletler merkezinden gelen haberler Obama’nın bu testi geçemeyeceğini gösteriyor. Türkiye -Brezilya-İran mutabakatından sonra bile yaptırım kararları çıkartmaya çabalaması bunun işareti.
ABD’nin başını çektiği Batı dünyası, takas konusunda Türkiye’nin İran’ı ‘üç konuda’ ikna etmesini istemişti.
1. İran, ‘1200 kilogramlık’ uranyumu Türkiye’ye göndersin.
2. Bu teslimatı parça parça değil, ‘bir defada’ yapsın.
3. Bunun karşılığında zenginleştirilmiş uranyum kendisine teslim edilinceye kadar ‘en az on ay’ bu uranyumun Türkiye’de tutulmasını kabul etsin. Yani İran 1.200 kg’lık uranyumu ‘depozit’ olarak versin.
İran bunları kabul etti mi?
Hem de eksiksiz olarak etti.
Buna rağmen ‘biz yine de İran’a karşı yaptırımlar uygularız!’ tutumunun anlamı nedir?
Kahire konuşmasındaki ‘birbirimizi dinlemek, saygı göstermek, ortak zemin aramak’ ifadesinin anlamı nerede kaldı?
Eğer Kahire konuşmasının bir anlamı kalmayacaksa İslâm dünyası için artık ‘Obama’ ismininin de kıymet-i harbiyesi kalmaz. Anlayacağız ki, Müslüman ülkeler ağızlarıyla kuş tutsalar bile ege
men güçlere yaranamayacaktır.
‘P-5 artı 1’ denilen Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya eğer, ikili ilişkilerinde birbirlerinden kopardıkları tavizler karşılığında Birleşmiş Milletler’de başka ülkelerin kaderlerini belirleyeceklerse dünya barışından, küresel güvenlikten vs söz edip durmasınlar. Bunların hiçbir inandırıcılığı yoktur.
İran’ın gösterdiği bu esnekliğe rağmen bir yaptırım kararı çıkarsa, Obama yönetiminin, ‘kimyasal silah var’ yalanıyla Irak’ı işgal edip yüzbinlerce kadını dul, yüzbinlerce çocuğu babasız bırakan Bush yönetiminden ne farkı kalacak?
Amerika’nın derdinin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu apaçık ortaya çıkmayacak mı?
Kaldı ki, İran dosyasına biraz hâkim olan herkes bu ülkenin hiçbir ‘ulusal onur meselesi’ haline gelmiş olan nükleer enerji konusunda hiçbir yaptırım kararıyla diz çökmeyeceğini, bilakis bunun İran’daki direniş ruhunu daha da ateşleyeceğini bilir.
Obama yönetiminin bunu göremiyor olması ayrıca hayret vericidir.
TÜRKİYE’NİN BM’DEKİ OYU
Türkiye ve Brezilya’nın Tahran’da elde ettiği mutabakat metninden önce Washington’un Türkiye’ye Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada ‘çekimser’ kalırsanız, bunu ‘hayır’ oyu olarak kabul ederiz mesajı verdiğini biliyoruz.
Bu mutabakat olmasaydı bile Türkiye’nin yaptırım kararlarına ‘evet’ deme ihtimali sıfıra yakındı. Şimdi şahsen biz, çekimser kalma ihtimalini bile zayıf görüyoruz. Bundan sonra Türkiye’nin kararı kuvvetle muhtemel ‘hayır’ olacaktır.
Bu anlamda Ankara ile Washington arasında yeni bir krizin başgöstermesi çok şaşırtıcı olmaz.
Ama daha da önemlisi yönetimin İslâm dünyasının gözünde düşeceği durumdur. Bu haksız yaptırım kararları, Fas’tan Endonezya’ya kadar bütün İslâm dünyasında yankılanır. Barack Obama, Körfez’deki birkaç diktatörden başka Müslüman dünyasında hiç kimseyi bu kararın haklılığına ikna edemez.
Kaynak: Star