Amerika’nın, kendi barış planında ilerleme kaydederek Filistin’deki 130 yıllık ihtilafı çözebileceği şeklinde yeni bir kanaat şekilleniyor. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski ve Kongre üyesi Stephen Solarz, kısa bir süre önce Washington Post’ta yayınlanan makalelerinde böyle bir planın genel hatlarını verdiler ve Obama’nın bu doğrultuda “gözü pek bir jest yapabileceğini” - yani Arap ve diğer liderlerle birlikte Kudüs ve Ramallah’ı ziyaret etmesi gerektiğini – savundular.

İsrail’i güçlü bir şekilde destekleyenler, “barış dayatmasının” bir işe yaramayacağını söyleyerek tepki verdiler ama Filistin tarafından pek bir ses çıkmadı. Böyle bir fikir, Filistin bakış açısından, tehlikeli derecede basite indirgeyicidir ve adaletsizlikleri derinleştirmesi, ihtilafı körüklemesi daha muhtemeldir.
 

Brzezinski ve Solarz’ın önerdiği “kapsamlı çözüm” olacak gibi değil çünkü söz konusu çatışma, İsrail ve farazi Filistin devleti arasındaki bir sınır ihtilafına indirgenemez. Örneğin, “Batı Şeria'daki yerleşimlerin İsrail'e katılımına izin verecek şekilde karşılıklı ve eşit ayarlamalar yapılarak 1967 sınırlarına dayalı bir toprak anlaşması” öneriyorlar.

Aldatıcıdır bu; Batı Şeria ve Gazze Şeridi, Ürdün Nehri ve Akdeniz arasındaki tarihi Filistin’in yüzde 22’sine tekabül eder; İsrail 1948’de kurulurken yurtlarından çıkarılan ve göçen Filistinliler burada büyük çoğunluğu teşkil ediyorlardı. İki devletli çözümün Filistin tarafından resmen kabulü, hiçbir ulusun tarihinde yaşanmamış emsalsiz bir tavizdir çünkü İsrail’in üzerinde kurulduğu toprakların yüzde 78’inden vazgeçip bu toprakları teslim etmek demektir ve İsrail’in uluslararası hukuku çirkin bir şekilde hiçe sayarak Batı Şeria topraklarını 1967’den beri sistematik olarak kolonizasyonunu tasdik etmek olur.

İsrail yerleşimlerinin ilhak edilmesine karşılık olarak Filistinlileri tazmin etmek amacıyla teklif edilen toprak takası, göz boyayıcıdır. Yarım milyon İsrailli yerleşimcinin yoğunlaştığı yer Kudüs’tür yani sözde Filistin devletinin kalbidir. İsrail’in bunu tazmin etmek amacıyla vereceği topraklar ise nüfuz merkezinin uzağında bulunan küçük ve çorak arazi parçalarıdır. Fransızlar için Parisi, İngilizleri için Londra’yı veya Amerikalılar için New York’u takas edecek toprak varsa, o halde Filistinlilerin de Kudüs’e karşılık kabul edebilecekleri toprak var demektir.

Brzezinski ve Solarz “mülteci problemine tazminat ödenmesi ve – İsrail devletinde değil de - Filistin devletinde iskan imkanı verilerek” çözüm bulunmasını teklif ediyorlar ki Filistinlilerin hakları adına kahredicidir. Buna “acı ilaç” adını vermişler ve “İsrail'in barış adına siyasi intihar işlemesini beklenemez” diyorlar.

Filistinli mülteciler, evlerine ve topraklarına uluslar câmiasının tandığı bir dönüş hakkını haizdirler fakat İsrail, Yahudi olmadıkları gerekçesiyle Filistinlilerin bu hakkını her daim inkar etmiştir. Dolayısıyla da nüfusun yüzde 80'nin mültecilerden oluştuğu Gazze, “yanlış” etnik-dini gruptan insanların hapishanesi olmuştur. Brzezinski ve Solarz, İsrail'in mültecilerin dönüş hakkını ret gerekçesi “yanlış” ten rengi olsaydı, İsrail'in bu ayrımcı karakterine yine böyle kanlı canlı destek verirler miydi acaba?

Irk ayrımcısı Güney Afrika'nın bir zamanlar beyazlardan ibaret başkenti Pretoria'dan yazıyorum. Beyaz hâkimiyetinin sona ermesi “siyasi intihara” eştir deniliyordu burada da. Şu an penceremden görünen Pretoria'nın caddelerindeki enerjik çok-ırklılık, farklı gruplardan insanların karışamayacağı/karışmaması gerektiği fikrini tekzip ediyor.

Mültecilerin fiili dönüşüyle ilgili pek çok emsal de vardır. Amerikan liderliğinde 1995'te varılan Dayton antlaşması, Bosna savaşını sona erdirdi ve yaklaşık yarım milyon mülteci ve evlerinden çıkarılmış insanlar, uluslararası yardımla evlerine, demografik ve siyasi bakımdan bir diğer etnik-dini grubun hâkimiyetine girmiş alanlara geri döndüler. 3.5 milyon nüfusu olan ve savaş sonucunda derin travmalar yaşamış bir ülkede muazzam bir başarıdır.

Büyük bir çoğunluğu meskensiz Filistinli mültecilerin İsrail'deki topraklarına dönmemesi için İsrail'in Yahudi olmayanlara karşı ayrımcı tiksintisinden başka hiçbir sebep yok.
Brzezinski ve Solarz, İsrail'in kendisini Yahudi devleti olarak tanımlamasını cirolayarak, mültecilerin temel haklarının ihlal edilmesini onayladıkları gibi hoşgörüsüzlüğü her geçen daha da artan ultra-ulusçu İsrail'deki 1.4 milyonluk Filistinli nüfusa ikinci sınıf vatandaşlık konumunu kalıcı olarak revâ görmektedirler. “Yan yana var olacak iki devletten” daha mümkün bir şey varsa o da İsrail'in Filistinli vatandaşlarının, Filistin devletine ihraç edilmeleridir. Yani yeni bir etnik temzilik turunun başlaması daha yüksek ihtimaldir.

Budanmış, askerden arındırılmış bir mini-devlet vizyonunun, Filistinlilerin temel haklarına ve özlemlerine hitap edebilmesinin imkanı yoktur ve ırk ayrımcısı Güney Afrika'nın siyahi vatandaşlarının eşitlik ve demokrasi taleplerini erken davranıp önlemek ve geciktirmek için kurduğu bantustanlarında olduğundan daha fazla bir barış ve haysiyetli yaşam da getirmez. Obama'nın, ne Filistinliler ne de İsrailliler arasında gerçek hiçbir destek görmeyen eskimiş fikirleri canlandırmak üzere yapacağı bir seyahat da işe yaramaz. Nitekim 2000 yılında başarısız Camp David zirvesinde teklif edilmişlerdi.

Margaret Thatcher, siyah ve beyaz iki devlet kurmak üzere Güney Afrika'yı parçalamanın “bir yumurtayı düzene koymaya” benzediğini, dehşet verici şekilde kan akmasına yol açabileceğini söylemişti. Bu hakikatin Filistin/İsrail için de geçerli olduğunu tanıma ve benzer bir siyasi çözüm arayışına veya çeşitliliği, bu topraklardaki herkes için eşitlik ve adaleti inkar yerine bunları benimseyen Kuzey İrlanda'dakine benzer bir çözüm arayışına koyulma vakti gelmiştir.


Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı