O bazen bir film, bazen de bir şarkı. Gidip görmesek de bir romanın satırlarından aşina olduğumuz kült şehir. Kötülüklerini uzak ülkelerin masum beldelerine göndermeye alışkın insanların fildişi kulesi bir de… İyiliği ve kötülüğü, masum olanla olmayanı dünya sanki sadece New York fezasının üretim ve bildirileri için yeniden ve yeniden tanımlamaktan usanıyor oldu. Andy Warhol için benzeri nedenlerle her şey malzeme olarak görünüyordu, hayatın sanatlaştırılmasının imkansızlığına dönük ironik bir çarpıtma halinde. Slovanya göçmeni sanatçıyı New York hangi sesleri duyurtarak inandırdı kendi kendisini ikonlaştırma seferberliğine, anlamaya çalışıyorum Manhattan’da, SoHo’da, Çin Mahallesi’nde, 5. Cadde’de…
SoHo, yani Güney Houston, Manhattan’ın tecimsel hüviyetini sanatsal ifadelerle dengelemeye çalışan geniş saha. Yalnız sanatçıların, uyumsuzların semtinde kalabalık gösterilerden bile yalnızlığın cümleleri akacaktır, herkes kendi performansının derdine düştüğü için; yol üzerinde kendi kendine çığlıklar atarak konuşan Afro Amerikalı genci izlerken bana öyle geldi.
5. Cadde; bir tarafta New School, diğer tarafta TD Bank; bir tarafta şehrin ilk gökdeleni, yufka duruşuyla insanı şaşkına çeviren Flatiron. Broaday, Halk Kütüphanesi, nihayet Strand kütüphanesinde uzun bir mola… Yazar imgeleri açısından bakıldığında New York bana Hemingway veya Faulkner satırlarıyla değil de Calvino ve Salinger cümleleriyle görünür çarpıcı olarak. Kabına sığamamış yazarların şehridir New York bana kalırsa, şehri plato kılan, adı bu şehirle özdeşleşen Woody Allen’dan çok önce, ekonomistlerden ve siyasetçilerden daha da önce. Bir F. Scott Fitzgerald sahnesi akıp geçecek bir yerden, Amerikan rüyasını bozuma uğratmak için, yine de şehre akrabalığını bildiren olağan üstü bir hızla; New York zamanın hızla çarpışması demek. Atlantik bazen bir nehir kadar daralıyor; Henry James Washington Meydanı’nı ille de görmeliydi, sessizce çekilen ızdıraba kulak tıkayamadığı için, Avrupa’da yaşarken bile…
Times Square’de Kırmızı Merdiven’in basamaklarında otururken arkadaşım Hatice’nin üç Türk arkadaşı görünüyor karşıdan. Karşılaşmaların ve kaybolmaların şehri, her şey ayrışırken aynılaşma tehlikesiyle de baş etmek zorunda; medeniyetler işte bu çözünerek aynılaşma korkusu yüzünden de çatışmaya zorlanıyor, diye geliyor insanın aklına. İşin içinde bir önyargı olduğu muhakkak, Salinger 5. Cadde’nin duyurttuğu kaybolma tehditinin korkularını aşamadığı için de yazmaktan uzak durmaya başladı belki.
New York daha ziyade Salinger’ı çağrıştırıyor, hele ki “Çavdar Tarlasında Çocuklar”ın sesiyle… Betonarmenin onca iddialı bir şekilde semayı kapladığı bir şehirde cadde boyunca sekerek ilerlerken çavdar tarlasındaki çocukları hatırlayan çocuğun her türlü şehir imgesini aşarak kitaba ad olan şarkısındaki otizm, modern mimarinin ölümünün Missouri’de 1972’de dinamitlenen Pruitt-İgnoe konutlarından önceki habercisiydi. Şarkı bazen bir selamla ulaşıyor, bazen bir ikrâmla. Broadway’de bir köşede buldu bizi seyyar satıcı Bengladeşli Hüseyin’in sesi, selamlaştık. Madison Park’ta ise bir siyahi Müslüman yanımızdan geçerken selam verdi; bu, Hatice’nin öğle namazını kaçırmamak için parkın bir köşesinde namaza durmasından önceydi.
Uçsuz bucaksız, okyanuslara açık yeşil araziler bir yana, New York ise bir yana. Karmaşanın, renklerin, seslerin, etnik mahallelerin sunduğu daha kendine doğru özgürleşerek üretimi veya tamamen insanın hayattaki duruşunu sahicileştiren bir imkân mıdır gerçekte? Siz turist olarak geçip giderken rengârenk SoHo kaldırımlarından, orada farklı olanın cazibesine tutulabilirsiniz, ama şehrin sakinleri açısından çok fazla yaşama açısı söz konusu. Salinger’in kahramanı için gökdelenlerin arasında semavi bir söz gibi belirir çavdar tarlasındaki çocukları anlatan şarkının sözleri.
Amerika’da yaşayan Türkiyeli Müslüman aileler topluluğunun bir kültürel örgütlenmesi olan Wisdom Net’in düzenlediği bir program vesilesiyle yolum New York’tan geçiyor. Bana kalırsa kolay yaşanmadı süreç; sayfalarca form doldurup dakikalarca konuştum, saatlerce koşturdum. Bir ülkeye, izin verin de geçeyim sınırlarınızdan diye sayfalarca form cümlesi döktürmek mizacıma uymuyor aslında, ama çağıran seslerin içtenliği ve muhtemel tanıma, tanışma yolları üzerine düşündükçe, aşamaları katediyorum. Bir ülke sadece sınırlarını icat eden kurallardan ibaret de değil. ABD çıkarlarını korumak için en acımasız yollara başvuran politikacıların ülkesi. Ama ABD aynı zamanda sesleri ve sözleri yanımızdan yöremizden eksik olmasın istediğimiz Yeats’ın, Thoreau’nun, Malcolm X’in, Aretha Franklin’in, Salinger’ın da ülkesi…
İtalo Calvino 1959’da New York’a gittiğinde herkese Salinger’i soruyor, herkes de ona artık yazamaz olmuş yazarı 20. Yüzyılın ikinci yarısında yeni bir Fitzgerald olayı olarak anlatıyor. İnsan niye yazıya ve bir şeylerin kurtarıcı enerjisine inancını yitirir… “Çavdar Tarlasında Çocuklar”, kurtarılmak istenen insana doğru gitmektense o insanı kendi çıkarlarına göre icat etmeye dönük fetihçi ideolojiye karşı radikal bir eleştirinin romanıydı. Şimdi 5. Cadde’de yürüyorum, Türkiye’den öğrenci arkadaşlarım Elif ve Hatice ile. Yukarılara gittikçe obezite azalıyor, dekolte artıyor. İşte buralarda bir yerde Salinger’in lise öğrencisi kahramanı Holden, bankerlere ve spekülatörlere olduğu gibi çoğu kez turistlere de görünmeyen kara deliklerin farkına vardı. 5. Cadde’de yürüdükçe yürüyen boyunbağsız Holden, birdenbire korkunç bir hisse kapıldı: Sanki her sokağın sonuna geldiğinde adımını kaldırımdan aşağı attığı an karşıya varamayacağını bildiren bir histi bu. Sokağın dibine batacak, batacak, batacaktı ve hiç kimse görmeyecekti onu bir daha.
Bu duyguya karşı Holden’ın bulduğu çözüm müteveffa kardeşini yanında hayal etmek oldu. Onunla konuşuyor, beni bırakma, diye yalvarıyor ölen kardeşi Allie’ye.”Allie bırakma beni, yok olmayayım” diye yalvarırken görebiliyorum Holden’ı. Yaşayanların o kadar çok işi var ki…
New York bir yana, Amerika bir yana derken neyi kastediyoruz öyleyse… Bu soruya cevap veremem henüz, Harlem’e gideceğim daha ve Cenrtal Park’ta da en az yarım gün geçireceğim, fırsat bulursam. 5. Cadde’de Holden’ın yürüyüşüne katılmak aklıma gelen ilk fikirlerden biriydi. Metropolitan Museum, Modern Sanatlar, Malcolm X’in ayak izleri ve Wisdom Net programında Amerika’ya getirilen ilk siyahi Müslümanlardan Abdul Rahman, Malcolm X ve yine ABD Kongre tarihinin ilk Müslüman milletvekili Keith Ellison’un çizgilerini birbirine bağlayan sunumuyla dikkat çeken Prof. Shair Abdul Mani ile söyleşi, İslami İlimler alanında yüksek lisans eğitimini istanbul’da yapmış Khalil Abdur-Rashid’in imamlık yaptığı camiyi ziyaret var sırada. Bakalım günlerin çuvala girmemesini sağlamak mümkün olacak mı...